Deniz Tütmez
Bundan 1 asır önce, Kurtuluş Savaşı’nda 200 Yunan komünistin idamı ”iddiası” birçok kişi tarafından bilinir. İddiaya göre Anadolu’nun işgaline karşı çıkan ve savaşmayı reddeden 200 komünist Yunan askeri İzmir Balçova’da kurşuna dizilir. Bu iddianın doğrudan bir kaynağı veya bir belgesi tarihte bulunmuyor. Fakat yaşanmış olsun veya olmasın dikkat edilmesi gereken nokta, coğrafyamızdaki emperyalist programlara karşı mücadelede ortaklaşmaya dair trajik olmasına karşın heyecanlandırıcı bir hikâye olmasıdır. Bu bir duygudaşlığın anlamının ötesinde politik olarak da nasıl hareket edilmesine dair izleri ve umudu taşıyor.
Bugün ise emperyalizmin coğrafyamızda kaşıdığı savaş hazırlıklarının karşısında ne yapmak gerektiğine dair geçtiğimiz aylarda örnek bir olay yine Yunanistan topraklarından geldi. Emperyalizme karşı mücadeleyi göğüsleyebilecek yurtsever işçilerin yaşamsal rolünü gösterdi. Emekçilerin kaderini eline aldığı bir ülke, bir coğrafya, bir dünyaya işaret etti. Yunan demiryolu şirketi olan TrainOSE işçileri ABD ve NATO askeri zırhlı araçlarının Dedeağaç Limanı’ndan Ukrayna sınırına taşınmasına yardım etmeyi reddettiler. Bu, sosyalist bir Yunanistan ve sosyalist bir Türkiye’nin neler yapabileceğine dair ufak ama umut verici bir örnektir.
Bu iki tarihsel ve güncel örnek, bütün coğrafyada ve özel olarak Yunanistan-Türkiye gerilimi bağlamında bakıldığında ortak bir mücadelenin yaratılmasının neyi ifade ettiğini gösterirken, bunun önündeki engellerin başında da milliyetçiliğin geldiği görülmektedir. Bugün de emperyalizm bölgeye dönük plan ve programlarını hayata geçirmeye çalışırken dünyanın her yerinde olduğu gibi milliyetçiliği bir enstrüman olarak kullanıyor. Bu iki ülkenin işbirlikçi burjuvazisi ise aynı şekilde bu gerilimi sürekli besleyerek bölgeye dönük adımlar atıyor.
Baştan söylemek gerekir; buna karşı Yunanistan ve Türkiye emekçilerinin tek bir çıkışı bulunuyor: Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bölgeden kovulması! Emperyalizme karşı mücadele, ancak bölge halklarının ortak mücadelesini engellemek adına önemli bir araç olarak görülen milliyetçiliğin de panzehiri olarak sosyalizm bayrağının yükseltilmesinden geçiyor.
Milliyetçiliğin karşıt milliyetçiliği beslediği açıktır. Milliyetçiliğin halkları nasıl düşmanlaştırdığı açıktır. Çıkarları bir olan emekçileri nasıl ideolojik ve siyasal olarak egemenler lehine konsolide ederek birbirine düşürdüğü açıktır. Milliyetçiliğin her türünün halklar açısından ne kadar yıkıcı olabildiği açıktır. Milliyetçiliğin aslında sonuna kadar karşıt çıkarlara sahip sınıfların arasında nasıl bir ortaklık kurduğu açıktır.
Milliyetçiliğin, kendi sınıfından başka halklara nasıl düşmanlaştırarak asalak patronların düzenini sürdürmesine yol verdiği hala görülmektedir. Bunca eşitsizlik ve adaletsizlikler karşısında emekçilerin nasıl burjuvazinin gemisine bindirildiği görülüyor. Milliyetçilik ile yaratılan bu gerginlik üzerinden iki ülkenin de burjuvazisi kendi ülkelerinde uzun yıllar iç siyaseti dizayn etmiştir. Bugün de Yunanistan egemenleri ve ülkemizde de AKP eliyle yürütülmektedir. AKP iktidarı tarafından, tıpkı Yunanistan’daki gibi ülkedeki ekonomik krizin üzerini örtmek için, seçim hesapları için, bölgede emperyalizmle pazarlık elini güçlendirmek için milliyetçilik yükselen ve düşen hareketlerle kaşınmaktadır.
Milliyetçilik hala bölgemizi -Balkanlar- kana bulamaya devam ediyor. Bununla birlikte bölge, olası daha büyük çatışma ve savaşları da tetiklemeye yetecek bir malzemeye sahiptir. Sadece Yunanistan ve Türkiye arasındaki değil, tüm Balkanlar’daki sıcak çatışmaların kaynağının reel sosyalizmin çözülüşünün ardından ortaya çıkan tablo olduğu başa yazılmalı. Komünistlerin 2. savaşta faşizmin yoğun saldırılarına ve bölge halklarına dönük müdahalelerine rağmen, nasıl bir üstün mücadele verdiklerini ve birlikte bir yaşamı inşa edebildiklerini tarih de göstermiştir.
Bugün de bununla birlikte emperyalizmin zayıf halka ve adayı olan bu ülkelerde çelişkilerin birikmesi ve bu çelişkilerin sonucu itibariyle ortaya çıkan istikrarsızlıklar bölgemizde ortak yönde bir mücadelenin ve kurtuluşun imkanlarına da işaret ediyor. Fakat yine, bu çelişkilerin üzeri ideolojik ve siyasi olarak en başta milliyetçilik ile örtülmeye çalışılıyor. Bugün kaşınan bu gündem üzerine solun sözünün savaş-barış ikileminin çok ötesinde olması gerektiği, son dönem özellikle Suriye ve Ukrayna gündemlerine bakıldığında görülebilir.
Özellikle bu noktada bir kez daha görüldüğü üzere, milliyetçiliğin tek panzehiri olarak sosyalizm talebinin emekçiler üzerindeki ideolojik-siyasi etkisinin artması biricik çözümdür. Bu değişmez gerçek yine tüm bölgedeki ve ülkemizde NATO’nun kirli oyunlarını boşa düşürecek yegane programdır. Bölgemizdeki tüm yeraltı ve yer üstü zenginlikler hepimize yeter! Doyuramadığımız, doyuramadığımız için birbirimizi boğazlattırmak zorunda bırakılan; bu yönde gerici, faşist, milliyetçi ideolojilerle emekçileri kuşatan asalak patron sınıfına karşı emekçilerin ortak bir kurtuluş programı hayata geçirilmek zorundadır.
Bunlarla birlikte ülkemizde de milliyetçiliğin tek kaynağı elbette ”Yunan düşmanlığı” değil. Gerek Balkanlar gerek Ortadoğu açısından bakıldığında milliyetçilik gündemi, emperyalizmin ajandasına doğrudan uyumlu biçimde kendisini ortaya çıkartıyor. Dolayısıyla, bölgeye dönük ortak mücadelenin soyut bir temenni olmaktan çıkmasının da biricik yolu, kendi ülkemizde iktidar perspektifi ile kendisini kuran bir sosyalist hattın emekçiler içinde kök salması ve örgütlü bir güç haline gelmesi.
Yunan ve Türk milliyetçiliği bağlamında bakılırsa, dün olduğu gibi bugün de Kıbrıs sorunu, Türk ve Yunan milliyetçiliğinin nelere yol açabileceğine dair en yakıcı örnektir. Kıbrıs’ta uzun yıllar birlikte yaşayan iki halkın ortak bir kimlikle bir yaşam kurabilecek iken milliyetçilik ile nasıl çok uzun yıllar süren gerilimli ve çatışmalı bir ilişkiye dönüştüğü biliniyor.
Bu konuda, geçen yüzyıl, Komünist şair Nazım Hikmet’in Kıbrıs sorunu üzerine, “Emperyalistlerin ve ajanlarının tuzağına düşüp birbirinizi öldürmemek için mümkün olan her şeyi yapmak sizin görevinizdir. Birlikte mücadele etmek zorundasınız ve birlikte olduğunuzda sömürgeciliğin son kalıntılarını güzel adanızdan silebilirsiniz. Yunanistan’ı ve Türkiye’yi sevdiğim kadar sizin adanızı da seviyorum. Adanız, Yunanistan ve Türkiye halklarını birleştiren bir bağ olabilir ve olmalıdır. Adanız, savaş ve yıkım korkusunun yaşanmadığı bir barış bahçesi olabilir ve olmalıdır.” diyerek bölge halklarına verdiği mesaj bugün sadece Kıbrıs için değil tüm coğrafyamız için hala çok anlamlı bir çağrıdır.
Türkiyeli ve Yunanistanlı emekçiler Nazım’ın çağrısında olduğu gibi coğrafyamızı mutlaka ”bir barış bahçesi” kılacaktır. Bunun için de emperyalizme karşı memlekete ve coğrafyamıza sahip çıkma iradesi olan yurtseverlikle ayaklarımızı basacağız bu bahçeye. Yunanistan ve Türkiye yurtseverleri mutlaka milliyetçilik zehrini emekçilerin kanından temizleyerek başka bir ortak yaşamı gösterecektir bu bahçede…
Başta anlatılan 200 komünist hikayesi, ilk duyulduğu an kesinlikle böyle bir fedakarlığın yaşanabileceği düşüncesi ile kabul görmüştür. Önemli olan, herkes tarafından, böyle bir fedakarlık ve böyle kararlılıkla bir mücadelenin yalnızca komünistlere özgü olduğunun bilinmesidir. Bugün de bir mücadele bayrağı yükselecekse yine biricik görev Komünistlere düşmektedir.
Komünistlerin böyle bilinmesinin gururu ve onuruyla, özgüvenle söyleyebiliriz ki: Ne ülkemiz ne bölgemiz emperyalizmin bahçesi değil, emekçilerin umutla bir arada yaşayabileceği bir bahçe olacaktır. Ve bu bahçede milliyetçiliğin yarattığı düşmanlıklar değil, en başta iki kardeşimiz Berkin ve Alexis yaşayacaktır…
Dokuzuncu olağan kongresini gerçekleştiren Saadet Partisi'nde genel başkanlık için Kayseri milletvekili Mahmut Arıkan ile İstanbul…
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, PKK lideri Abdullah Öcalan için yaptığı çağrının yankıları sürüyor. Cumhurbaşkanı…
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında çıkardığı…
ABD'li Senatör Lindsey Graham, Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve eski Savunma…
Kadına yönelik şiddeti tek başına biyolojik bir mesele olarak erkek saldırganlığıyla açıklamak en hafif tabirle…
Bu düzen çürümüştür. Şimdi bu çürümüş düzeni yeni anayasa ile tescillemek istiyorlar. Medeni kanunu tartışmaya…