5’inci ayın 5’inci günü saat 5’te Kızılay’da…
10-12-2022 10:05Komünistlerin ve ilerici aydınların mahkûm edildiği bu dönemde, siyasi egemenlik kurmak için İslamcılığı yükselten DP iktidarının Necip Fazıl gibi irticacı isimleri fonlaması boşa görülmemeli.
Ceren Soner
AKP döneminde ismini sıkça ‘demokrasi şehidi’ olarak duyduğumuz Adnan Menderes; Türkiye tarihinin dönemeçlerinden ‘60 Darbesi’ne varan yolu döşeyen isimlerin en başında geliyor. Hatta sağcıların Menderes, Özal ve Erdoğan’ın fotoğraflarını yan yana koyarak “Astınız, zehirlediniz, yedirmeyiz” şeklinde yaptığı ‘Milletin Adamları’ başlıklı capslere denk gelmemiş olmak mümkün değil. Bu yazılarla birlikte tarihin nasıl çarpıtıldığını, bugün ‘Milletin Adamları’ olarak anılan isimlerin dönemlerinde nasıl hain ilan edildiklerini irdelemek niyetindeyiz.
Ülke ekonomisini iflas ettiren siyasetçi olarak anılan Menderes, tarihimizde ayrı bir yer tutuyor. Herkesin bildiği üzere Cumhuriyet, Osmanlı’dan kalan dış borçların içine doğmuş; bu bağlamda devletçi politikalarıyla öne çıkan bir ekonomi modelini benimsemişti. Bu modelle ilerlenmesinin elbette başka sebepleri de var, yerli burjuvazinin olmayışı gibi, fakat dış borcun dışa bağımlılık demek olduğunu bir kenara yazmak; Menderes dönemini anlamak açısından ön plana çıkıyor. Peki Adnan Menderes ülke ekonomisini nasıl iflas ettirdi?
DP DÖNEMİ EKONOMİ
1950’de iktidara gelen Menderes hükümeti, iç tasarrufu fazlasıyla aşan yatırım hamlelerine girince dış finansman ihtiyacını ihracatla karşılayamadı ve 1953 yılının sonuna kadar altın ve döviz rezervlerini tüketti. Aynı zamanda Adnan Menderes’in daha sonra Yassıada’da görülecek olan Örtülü Ödenek Davası’nda hazineden zimmetine para geçirdiği, II. Abdülhamit’in akrabalarına maaş bağladığı ve Büyük Doğu Dergisinin sahibi Necip Fazıl Kısakürek’e binlerce lira hibe ettiği ortaya çıkacak; bu iddiaların bir kısmına “Haberim yok”, diye cevap verecekti. Örtülü ödenek Resmî Gazete’de şöyle tanımlanıyor: “Kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile devlet itibarının gerekleri, siyasi, sosyal ve kültürel amaçlar ve olağanüstü hizmetlerle ilgili hükûmet icapları için kullanılmak üzere devlet bütçesine konulan ödenektir.” Konuyu bu bağlamda değerlendirmek, Menderes hakkında okuyucuya açık bir fikir verecektir. Necip Fazıl gibi birinin Adnan Menderes’ten neden ödenek aldığına yazının ilerleyen kısımlarında değineceğiz fakat bir dizi yolsuzlukla birlikte 1956 yılında borç servisindeki yıllık artış, ihracat gelirindeki yıllık artışı fazlasıyla aşarak borcun GSYH içindeki payını arttırmış; 1958 yılında dış borç, 256 milyon dolara ulaşmış ve bu borcun ödenememesiyle birlikte Moratoryum ilan eden hükümet, ülke tarihinde ilk kez IMF’nin kapısını çalmıştır. Anlaşma; bu tarihe kadar olan 422 milyon dolarlık borcu 1971 yılına kadar taksitlendirirken o dönem 2.80 TL olan dolar; 9 TL’yi bulmuştu. (Dr. Mahfi Eğilmez, Devletler Batar mı?)
Bir yandan da 6-7 Eylül Olaylarını (1955) alttan alta tertip eden hükümetin; evleri, işyerleri yakılıp yıkılan ve ülkeyi terk etmek zorunda kalan gayrimüslim yurttaşlardan kalan sermayeyi Müslüman iş adamlarına akıttığı; böylelikle milli burjuvazi yaratma hedefine yaklaşırken aynı zamanda yabancılara petrol arama ve çıkarma izni verdiği; hatta Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu (1954) çıkarttığı akıllardan bir an olsun silinmemesi gereken meselelerdir. 6-7 Eylül Olaylarının hiçbir delile dayanmadan solcu kesimin üzerine yıkılmaya çalışılması da düşülecek önemli bir nottur.
DP İKTİDARI, EMPERYALİZM VE NATO
Menderes dönemi yalnız ekonomide değil, siyaseten de dışa bağımlılığın yerleştiği bir dönem olarak hatırlanmalıdır. Bu, kaçınma çabasına rağmen içine düşülen, el mahkûm bir durum olarak değil; bile isteye emperyalizmin kucağına sürüklendiğimiz bir dönem olarak değerlendirilmeli. Bu değerlendirmenin nedenleri, daha iktidara gelir gelmez Kore Savaşı’na asker gönderilmesinin altındaki hesaplarda yatmaktadır. Menderes, savaşa girme kararının tartışıldığı toplantıda “Ortak güvenlik ruhunu yürütmek ve itibarımızı yükseltmek bakımından bu bizim hesabımıza yaman bir fırsattır. NATO’ya kabul edilmemize de köprü olabilir.” demiştir. Dünyanın en büyük terör örgütü olan NATO’ya girebilmek için esas vazgeçilen bağımsızlık ve elbette daha Kore’nin nerede olduğunu bilmeyen bine yakın annenin bine yakın evladı oldu. (Türkiye, Kore Savaşı’nda en çok şehit veren üçüncü ülke olmuştur.)
Ülkede gerici siyaseti yükselten Menderes hükümeti, Saraçoğlu döneminden (1942-46) devraldığı anti-komünizmi de başa yazarak NATO’ya girmenin bütün ‘gerekliliklerini’ hevesle politika haline getiriyordu. Bu politikalardan en çok etkilenen; ülkenin ilerici ve komünist aydınları oldu. Kore Savaşı’nı protesto eden Barışseverler Cemiyeti kapatılmış, Nazım Hikmet yurttaşlıktan çıkarılmış, akabinde ’51 Türkiye Komünist Partisi Tevkifatı olarak bilinen süreç açılmış ve 187 kişi tutuklanmıştır. Bu süreci belki de en iyi TKP’li Zeki Baştımar’ın ifadeleri özetliyor:
“Bu dava ise doğrudan doğruya siyasi maksatla açılmış ve kanunun açıklığına rağmen yine siyasi maksatlarla askeri mahkemeye verilmiştir. Çünkü tevkifler sırasında Atlantik Paktı’na girmek için her çareye başvurmakla meşgul olan Hükümet, memleketi komünizm tehdidi altında göstermek ihtiyacında idi. Çünkü emperyalistlerin ve başta Amerikalıların gözüne girmek ve memleketi onlara cazip göstermek Hükümetin siyasi ihtiraslarına uygun düşüyordu.”
Komünistlerin ve ilerici aydınların mahkûm edildiği bu dönemde, siyasi egemenlik kurmak için İslamcılığı yükselten DP iktidarının Necip Fazıl gibi irticacı isimleri fonlaması boşa görülmemeli.
MENDERES İSTİBDATI
Tevkifatla beraber sosyalist siyaseti fiilen yasaklamayı amaçlayan Demokrat Parti iktidarı döneminde 141 ve 142. maddeler (*) ağırlaştırıldı (1951), ‘solla mücadele’ amacıyla ve NATO’nun emriyle Seferberlik Tetkik Kurulu (1952) kuruldu. Henüz iktidara gelmeden sendikalara grev ve toplu sözleşme hakkını tanıyacağı vaadinde bulunan DP, hükümet programında yer verdiği grev ve toplu sözleşme hakkı ile ilgili yasa tasarısını TBMM’ye sunmadığı gibi, 1951’deki hükümet programında greve hiç yer vermedi ve sendikalardan bu yönde gelen taleplere bu kez kendisi baskı uygulamaya başladı.
Yine NATO standartlarına uymadıkları gerekçesiyle tank ve silah fabrikaları kapatıldı. Aynı zamanda Yassıada’da yargılanma sebeplerinden biri olarak Menderes; kurduğu Vatan Cephesi’yle basın yayın organlarını kendi tekeline almış ve radyoda Demokrat Parti destekçilerinin isimlerinin okunduğu distopik bir uygulama getirmişti. Bu dönemde muhalif yazarlar tutuklandı, basın sansürlendi ve 27 Mayıs’a giden süreçte Tahkikat Komisyonu kuruldu. Bu bağlamda Menderes’in son meclis konuşmasına dikkat çekmek yerinde olacaktır (Emin Özgönül’ün Sözcü Gazetesi’ndeki haberi):
“Bu sabah Mülkiye mektebinde derse girmemek suretiyle mektep avlusunda toplandılar ve birtakım şamatalar ve bağrışmalar ile bir harekete bağladılar. Polis ve zabıta kuvvetleri, İstanbul’da olduğundan daha süratli ve şiddetli tedbir aldı. Bundan sonra olacakları sürat ve ciddiyetle karşılamak icabeder. Ulus gazetesi ve Dünya gazetesi çıkan bir yalan havadis nedeniyle müddetsiz olarak kapatıldı. Hangisinde varsa hepsi kapatılacaktır.
Bugün filen ihtilal içindeyiz. Bütün bunlar yapılırken, memleket menfaatlerini müdafaa ve muhafaza etmek ve kestirme yoldan her yerde her hareketi lokalize etmek suretiyle netice yolunda tertip almaktayız. Bu gazeteleri kapatacağız, bu adamları içeri tıkacağız. Girilmezmiş, emir verdik ‘Derhal girin’ dedik. Üniversiteye girmek değil, temelinin altına gireceğiz. Bize vatan lazımdır, hadiselerin nereden nereye geldiğini gördük.
Belki bu akşam belki yarın akşam hususi bir mahkeme kuracağız. Bunlar kimin nesiyle uğraşıyor. Memleketin selameti, asayişi, haysiyeti ve itibarını berhava etmek için… Biz de burada oturacağız, seyredeceğiz. Buna ihtimal verilebilir mi? Tek başımıza silahlarımızı alıp onları kahru tedmir (yok etmek) ederiz…”
1950-1960 yılları arasında on yıl süreyle Başbakanlık yapan Adnan Menderes, darbenin ardından Yüksek Adalet Divanı’nda yargılandı ve hakkında açılan 13 davanın 12’sinden suçlu bulunarak idam edildi. Yargılandığı suçların bazıları; örtülü ödenekten zimmetine para geçirmek, 6-7 Eylül Olaylarına haberi olmasına rağmen müdahale etmemek, kanuna aykırı olarak üniversite basmak ve halka ateş açtırmak, devlet radyosunu siyasi çıkarları için kullanmak, Tahkikat Komisyonu’nun kurulması ve gereğinden fazla yetkiyle donatılması…
SONUÇ YERİNE
Menderes, demokrasi söylemleriyle iktidara taşıdığı Demokrat Parti hükümeti boyunca oyunu aldığı emekçi sınıfa ve aydınlara ihanet eden bir sürü eylemde bulunmuş ve bu kesimleri karşısına almış, bugün hala yüklerini taşıdığımız bir dizi karara imza atmış, muhalefeti hukuka aykırı şekilde baskılamış ve binlerce insanın kanı ellerinde olan bir siyasetçi olarak anılmalı. Bugün ondan bir demokrasi şehidi çıkarmak isteyenler, aynı yolun yolculuğunu yapmaktan başka bir amaç gütmemektedir. Bu amacı taşıyanlara, her fırsatta onu ve devamcısı olan Özal’ı ananlara bizlerin de bir mesajı var:
“Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu işler
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”
555K (Cemal Süreya)
(*) https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc034/kanuntbmmc034/kanuntbmmc03405844.pdf