"Afganistan’da yaşananlarla ülkemizin içinde bulunduğu tehlike arasındaki ilişkiyi görmek gerekiyor"
"Laikliğin olmadığı koşullarda halk değil, tebaa vardır. Dolayısıyla, önceki cevaplardan da anlaşılacağı gibi Afganistan’da yaşananlarla ülkemizin içinde bulunduğu tehlike arasındaki ilişkiyi görmek gerekiyor."
Gerici Taliban şerri hükümleri Afanistan’da birer birer hayata geçirirken, kadınlara konulan yasaklara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Son olarak kadınların üniversiteye gitmesini yasaklayan Taliban’ın gerici uygulamalarını, laiklik mücadelesinin önemini, emperyalizm ve gericilik arasındaki ilişkiyi İlerici Kadınlar Derneği (İKD) Genel Başkanı Umut Kuruç’la konuştuk.
Tarihleri biraz geriye sararak Afgan cihadı ile başlayalım. Emperyalizmin Afganistan’ın mevcut durumundaki rolü nedir?
Öncelikle, Afganistan’a şeriat bugün gelmemiştir. O yüzden emperyalizmi görmeden şeriatçılığa bakmak en hafif tabirle körlüktür. Bir yandan cihatçı şeriatçı kadın düşmanı çeteleri eğiten, silahlandıran, sahaya süren, diğer yandan “kadınların özgürlüğü” iddiasıyla ülkede örgütlediği STK’lar, emperyalizmin gerek Afganistan’da gerekse diğer bölge ülkelerinde uyguladığı kuşatmanın çok yönlü aparatları ve taktikleridir. Taliban da, tıpkı işgal sırasında kurulan ve finanse edilen STK’lar gibi, öncesinde de sonrasında da ABD’nin kullanışlı araçlarından sadece bir tanesidir. Dolayısıyla, Taliban veya onun temsil ettikleri sadece Afganistan’a özgü değildir. El-Kaide, onun içinden çıkan IŞİD, El-Nusra, HTŞ ve diğerleri…
Başta ABD olmak üzere emperyalizmin yeşil kuşak projesini görmeden Taliban’a bakılamaz. 1970’lerle birlikte bu proje uygulamaya kondu. 1978’de sosyalist bir parti olan Afganistan Demokratik Halk Partisi öncülüğünde halkçı bir rejim kuruldu Afganistan’da. Esas hedefi Sovyetler Birliği’ni kuşatmak olan ABD emperyalizmi bu halkçı ve laik rejime karşı yeşil kuşak projesini bölgede hayata geçirdi. Bu tarihe gelene kadar emperyalizmin bölgedeki diğer kanlı müdahalelerini de unutmamak lazım.
Afganistan’da 1978’deki devrimin halkçı, eşitlikçi, ilerici ve laik uygulamaları büyük toprak sahipleri ve gerici, feodal yapıların direnci ile karşılaştı. Bu unsurların emperyalizmle işbirliği Afganistan’ı uzun sürecek olan bir emperyalist işgal ve en geri, insanlık dışı koşullara, bugünlere sürükledi.
O dönem “mücahit” olarak adlandırılan cihatçı grupların içinden çıkan Taliban, bizzat CIA ve Pakistan istihbarat teşkilatı tarafından eğitilerek, Suudi Arabistan’ın da desteğiyle sahaya sürüldü. 1994’te iyice güçlenerek 1996’da Kabil’i ele geçirerek İslam Emirliğini ilan etti. 2001’de İngilizlerin desteğiyle ABD işgali… Bunlar kronolojik bilgiler.
1970’lerle birlikte, yenilgiye kadar süren bu tarihsel kesitte Afganistan’da kadınlar eşit haklar, eğitim, meslek, çalışma olanaklarına kavuşmuşlardı. ABD öncülüğündeki karşı devrim süreci ülkeyi en geri toplumsal formlar olan kabileler, gerici cihatçı çeteler ve uyuşturucu tacirlerinin çatışmalarıyla kan gölüne ve insanlık tarihinin en geri koşullarına sürükledi. Kadınlar ve kız çocukları bütün haklarını kaybetti, köle pazarlarında satılır hale geldi. Bir yandan da hem Suudi Arabistan’ın Pakistan üzerinden, Birleşik Arap Emirlikleri’nin hem de Katar’ın Taliban’a finansal, askeri ve siyasi desteği sürdü. Bunların ABD müttefiki olduğunu söylemeye sanırım gerek yok. Afganistan büyük bir uyuşturucu üretimi ve ticareti ile aşiretlerin ve etnik grupların hüküm sürdüğü ortaçağ karanlığında İslamcı bir “ülke” haline geldi. ABD işgalinden itibaren uyuşturucu üretimi hızla arttı. NATO tarafından kurulan ve BM kararıyla ülkede 2001-2014 yılları arasında konuşlandırılan işgalci 130 küsur bin askerlik Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü’nü (ISAF) de unutmayalım.
-ABD ve Taliban’ın bir dönem savaş halinde olması ardından Doha’daki ‘barış’ görüşmeleri… Temmuz 2021’de Taliban’ın iktidarı ele geçirmesi nasıl oldu?
ABD ve Taliban 2020 Şubat’ında Doha’da, ABD’nin işgale son vermesini düzenleyen anlaşmayı imzaladı. 2021 Mayıs-Ağustos arasında NATO birlikleri çekildi. Ancak bu arada zaten ABD’nin aparatı olan hükümet de çöktü. Burada bütün kronolojiyi anlatmayalım ama şunu söyleyelim: 2014’ten itibaren ABD asker sayısını zaten düşürüyordu. İlginç midir düşünmek lazım, Taliban böyle bir süreçte ABD güçleriyle savaşmak yerine müzakereyi tercih etti.
ABD’nin başını çektiği emperyalizmi sadece bir askeri güç olarak görmek onun hegemonyasını ve dünyadaki tahribatını hiçe saymak anlamına gelir. Dolayısıyla 2021’de Afganistan’ı askeri olarak terk etmesini bir yenilgi olarak okumak tam da böyle bir noktaya düşmek demektir.
Emperyalizmin askeri olarak ülkeden çekilmesi birçoklarınca Afgan halkına bir ihanet olarak ifade edildi, sanki ABD emperyalizmi ülkeye refah ve bolluk getirmiş, kadınları özgürleştirmiş gibi… Diğer bir kesim ise buna emperyalizmin yenilgisi olarak büyük anlamlar yükledi, elbette en başta da gericiler. Her iki tarafın da ortak noktasına baktığımızda emperyalizmin cihatçı çeteler vasıtasıyla Suriye’deki işgali alkışladığını görüyoruz.
Tekrar Doha’ya ve sonrasına gelecek olursak, Bu görüşmelerde sıkça ifade edilen bir şey var: “sürdürülebilir barış”! Şimdi bakalım Afganistan’ın haline, hangi barış? Neyin sürdürülebilirliği?
Taliban’ın ilk icraatı Afganistan’ı bir ‘İslam devleti’ olarak tanımlamak oldu. Ardından bir dizi şerri uygulamayı hayata geçirdi ülkede. Bu uygulamaları biraz açabilir misiniz?
Biraz önce bahsettik, 1994’ten sonra iç savaş ve 1996’da Taliban’ın egemenliği, sonrasında işgalle birlikte Afganistan büyük bir uyuşturucu üretimi ve ticareti ile aşiretlerin ve etnik grupların hüküm sürdüğü ortaçağ karanlığında İslamcı bir “ülke” haline gelmişti. İşgalle birlikte uyuşturucu üretiminin arttığını da söyledik. NATO güçlerinin çekilmesiyle beraber ortaya çıkan tepkiler de sönümlendi zaten. BM’ye bağlı kuruluşlar Taliban’la “işbirliğini” çeşitli faaliyet üzerinden sürdürüyor. Yine BM’nin yetkili şahsiyetleri ve kurulları, çeşitli batılı ülkeler Taliban’la protokoler görüşmeler yapıyorlar, Taliban heyetleri bu ülkeleri ziyaret ediyor, ağırlanıyor. Elbette, mesela en son kız çocuklarının eğitim hakkını, kadınların çalışma hakkını gasp etmesi karşısında gereken “kınama”yı da yapmayı ihmal etmiyorlar. Taliban şurası ve etrafında aşiretlerle çeşitli bölgesel-etnik grupların çıkar çatışmaları, ittifaklarının olduğu bir düzeneğin hâkimiyetinde şeriat ülkesi Afganistan.
Öte yandan çok büyük bir açlık ve yoksulluk içerisinde yaşayan Afgan halkı çocuk felci gibi birçok salgın hastalıkla karşı karşıya. İslam Devleti olmanın gereği olarak kadınların görünmez olduğu bir rejimden bahsediyoruz. Kız çocuklarının eğitim hakkının gasp edilmesi hemen başladı mesela. Üniversitelerin kadın ve erkeklerin karışmasını önlemek için gerekli olduğu ve öğretilen bazı konuların İslam ilkelerini ihlal ettiği gerekçesiyle kadınlara yasaklanması, eğitimi İslami ideolojik referanslarla düzenlemek Taliban’ın ilk uygulamaya koyduğu başlıklar. Bize de tanıdık geliyor ne yazık ki. Kadınların erkek refakatçi olmadan seyahat etmesinin, parklara, halka açık hamamlara ve spor salonlarına gitmelerinin yasaklanması gibi uygulamalar hızla hayata geçiriliyor.
Yeni bir uygulama da kadınların çalışma yaşamından uzaklaştırılmasına ilişkin. Taliban, kadınların yerli ve yabancı sivil toplum kuruluşlarında çalışmalarını yasakladı. Ekonomi Bakanlığı tarafından yapılan duyuruda, kadın çalışanların bir kısmının, yönetimin kadınlara yönelik kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesiyle bir sonraki duyuruya kadar çalışmalarının yasaklandığı belirtildi. Taliban lideri Haybetullah Ahundzade, geçtiğimiz aylarda yargıçlara, şeriat kanunlarını tamamen uygulama emrini de verdi.
Bütün bunlar bize gericiliğin kendinden menkul bir şey olmaktan ziyade nerelerden beslendiğini de laikliğin ne kadar yaşamsal olduğunu da gösteriyor. Laikliğin ise emperyalizme ve bütün gerici formlara karşı örgütlü, ilerici, eşitlikçi bir mücadeleyle ancak bütün geri formlar ortadan kaldırılarak kazanılacağı ortada. Afganistan’da yaşananlar bunu doğruluyor.
Erdoğan’ın ‘Taliban inancı ile ters bir yanımız bulunmuyor” açıklamasını referans alacak olursak, ülkemizi, emekçi halkımızı bekleyen tehlike nedir?
Taliban inancı ile ters bir yanlarının olmadığı zaten ortada. “Kadınla erkeğin eşitliği fıtrata ters” diyen de aynı ağız değil mi? Bunun muhalifi de IŞİD’e “bir avuç öfkeli genç” diyen Suriye’deki yıkımın sorumlularından. Ülkemiz tehlikenin tam ortasında yaşıyor. Cumhuriyet’in bütün değerlerinin yerle bir edildiği, laikliğin üzerinde tepinildiği gerici, işbirlikçi bir sermaye rejiminde yaşıyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın şeyhülislamlık haline gelmesi, dindar ve kindar nesiller yetiştirme hedefiyle eğitimin dini referanslara göre düzenlenmesi, İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasının bir gecede çekilmesi, Cumhuriyet’in devrim kanunlarının hiçe sayılması, holdingleşen tarikat ve cemaatlerin siyasette, eğitimde, bürokraside toplumsal yaşamda egemen hale gelmesi, ülkemizdeki işsizliğin nedenini kadınların çalışıyor olmasına bağlayan bakanlar…
Geçtiğimiz günlerde ortaya çıkan 6 yaşındaki kız çocuğunun evlendirilmesi ve yıllarca istismara maruz bırakılarak çocuk yaşta anne olması münferit değil ki, binlerce kız çocuğunun aynı korkunç karanlığı yaşadığını biliyoruz. Örneğin, mütevelli heyeti başkanlığını Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın yaptığı Diyanet Vakfı’nın yayımladığı 2 ciltlik ‘İlmihal’ kitabında kız çocuklarının 9, erkek çocukların 12 yaşında evlendirilebileceği, ergenliğe girmeden babası ve dedesi tarafından evlendirilen çocukların da boşanma haklarının olmadığı ifade ediliyor.
Yine aynı ağızlar yoksulluğun öbür dünya için bu dünyadaki sınav olduğunu, bunun tevekkülle karşılanması gerektiğini, patrona karşı çıkmanın günah olduğunu vaaz ediyor. Zenginin zengin, yoksulun yoksul olmasının kader olduğunu, sadakaya şükreden, bu mutlaklığı kabullenen bir toplum hedefleniyor. Yurttaş değil, tebaa isteniyor.
Merkezi Diyarbakır’da bulunan Âlimler ve Medreseler Birliği adından bir kuruluş var. Birliğin Genel Başkanı Hizbullah hükümlüsü Enver Kılıçarslan, sıfatı molla. Ekim ayında “Âlimler Buluşması” adında bir toplantı yaptılar. Taliban’ın sözcüsü Zabihullah Mücahid davetli olarak katıldı. Çok uzun girmeyeceğim, toplantı sonuç bildirgesinden iki yere değineceğim: Biri şeri medreselerin güçlendirilmesi diğeri Taliban yönetiminin “kurtuluş savaşı vererek” devlet kurduğu ve tanınması için desteklenmesi…
En son Medeni Kanun’un 1926 yılında yürürlüğe girdiği 4 Ekim’de Anayasa’nın 2. maddesini ayaklar altına alarak TBMM’ye verilen bir üç maddelik “başörtüsü yasa teklifi” var. Açıkça Cumhuriyet’in ileri kazanımlarına dönük bir saldırı ve laiklik karşıtı olan bu girişime AKP daha büyüğüyle karşılık veriyor şimdi. Anayasa’nın dini kurallara göre düzenlenmesi anlamına gelen bir Anayasa değişikliği teklifi getiriyor.
Dediğim gibi, ülkemiz tehlikenin tam ortasında. Laikliğin üzerinde tepinildikçe hukuk ortadan kalkar, cemaatler, tarikatlar, aşiretler ve bilumum çıkar çeteleri güçlenir. Yurttaşlık bilinci kaybolur, yerini tabiyet ilişkisi alır. Bu çıkar örgütlerinin siyasi, ekonomik ve toplumsal güçleri arttığı oranda çatışmaları kaçınılmaz hale gelir. Kadın katliamları, tecavüzler, çocuk tacizleri, hırsızlıklar, yolsuzluklar kanıksanır, normalleşir. Laikliğin ortadan kalktığı koşullar beraberinde çözülmeyi de getirir. Böyle bir tehlikenin ortasındayız. O yüzden laiklik en çok emekçiler için gereklidir, hatta yaşamsaldır. O yüzden laiklik mücadelesi en başa yazılması gereken bir mücadele başlığıdır.
Geçtiğimiz günlerde Afganistanlı kadınlarla bir dayanışma eylemi gerçekleştirdiniz. İKD’nin Taliban konusundaki tavrını biraz değerlendirebilir misiniz?
Aslında önceki sorularda İKD’nin Taliban konusundaki tavrını ortaya koymuş oldum. Afganistan’da en son, kadınların üniversiteye girmesinin ve kız çocuklarının ilkokul eğitiminin yasaklanmasıyla ilgili Taliban’ın Yüksek Öğrenim Bakanı sosyal medya hesabından “Kız çocuklarının eğitiminin yasaklanmasından dolayı bana kızıyorlar. İslam, kadınların eğitim görmesine izin vermiyor. Kadın erkeğin çiftliğidir ve ona eğitim değil, erkeğin hizmeti farzdır” açıklaması yaptı. Bunun çok benzerleriyle ülkemizde her gün karşılaşıyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı Taliban temsilcilerini ağırlıyor, fikir alışverişinde bulunuyor. Çocuk istismarı haberleriyle bildiğimiz İsmailağa Cemaati yurtdışı hizmet birimi olduğunu söyleyen İnsana Değer Veren Dernekler Federasyonu cemaatin önde gelenleriyle birlikte Taliban’a ziyarette bulundu. Kabil’de medrese açılışı yaptı, resmi ziyaretlerde bulundu. Bunları da “Ümmetin birliği için dualar ettik” diye ilan etti.
Daha bugün Diyanet TV’de Diyanet Başkanlık Müşaviri yanlarında oğlu, kocası olmayan kadınların İslami ölçülere göre 90 kilometre ve daha fazla bir sefer mesafesine yalnız gitmelerinin uygun olmadığını söyledi. Taliban’ın kadınlara seyahat yasağını hatırlayalım.
Türkiye’de iktidar ortağı haline gelen, devletin bütün kademelerine yerleşen tarikat ve cemaatlerin, kadınları aşağılayan, ikincilleştiren vaazları Taliban zihniyetinin bir başka yansımasıdır.
Laiklik ortadan kaldırıldığında kadınları bekleyen hukuk Taliban hukukudur. “Taliban ile alakalı ters bir yanımız yok” diyenlerin hedefi bellidir. Laiklik ortadan kalktığında kadınları bekleyen karanlıktır.
Biz “laiklik kırmızı çizgimizdir” diyoruz. Bunu yıllardır söylüyoruz. Laikliğin tasfiyesi hukukun tasfiyesini getirir. Laikliğin olmadığı yerde hukuktan, kadının eşitliğinden bahsedilemez. Laikliğin olmadığı koşullarda halk değil, tebaa vardır. Dolayısıyla, önceki cevaplardan da anlaşılacağı gibi Afganistan’da yaşananlarla ülkemizin içinde bulunduğu tehlike arasındaki ilişkiyi görmek gerekiyor. Din kurumsallaştığı ölçüde örgütlenir. Toplumsal, siyasi ve ekonomik olarak güçlenir. Bugün karşı karşıya olduğumuz durum budur. Bu bir karşı devrim sürecidir. Bunun karşısında bütünlüklü bir mücadeleyi örgütlemek, sulandırmadan, başına sonuna sıfatlar getirmeden laikliği bu mücadelede başa yazmak gerekir.