“Ah bu gençlik” diyenlere: İğneyi kendinize çuvaldızı gençliğe batıramazsınız!
Düzenin çıkarlarına göre ihtiyaçlarını belirleyenler ve doğrularını bu ihtiyaçlara göre şekillendirenler ne gençliği kendilerine maşa edebiliriler ne de sorumluluktan kaçıp çuvaldızı gençliğe batırabilirler.
Tilbe Su Aslanpay
Liberal düşüncenin yükselişi Türkiye’de yalnızca bizleri rahatsız etmemektedir. “İdeolojiler çağı bitti!” söyleminden en az komünistler kadar yakınan bir kesimin daha olduğunu görmekteyiz. İdeoloji sahibi olmanın önemini sık sık vurgulayan İslamcılar var olan düzenin “özgürlük” tanımından oldukça şikayetçiler. Çünkü içerisinde yükseldikleri düzenin kendi ihtiyaçları doğrultusunda yarattığı kültür, İslam’ın değer ve yargıları ile çelişir hale gelmektedir. Ve bu durum, bu kesimi kendisini düzene göre evriltmek zorunda bırakmaktadır.
Dindar ve muhafazakâr kesimin ideolojisinin siyasette temsili “siyasal İslam” olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de AKP iktidarı ile birlikte kendisine daha rahat bir zemin bulan siyasal İslam var olan düzenle bağını koparamayacağı için felsefesini, ekonomisini, kültürünü, dini dogmalarını dahi düzenle uyumlu bir yapıya getirmek zorundadır. Ülkedeki siyasi ve ekonomik gidişata göre fetva veren Diyanet İşleri Başkanı bu duruma verilebilecek en basit örnektir.
Bu kesim içerisinde sözde “okumuş” ve yol gösterici misyon üstlenen birkaç kalem ise yazdığı yazılarla sistem ile kendi dogmaları arasındaki açıyı tespit edip bu açıyı daraltabilmek adına kendince çözümler üretmektedir. Yakın zamanda ise hedef tahtasına gençliği almış; önce yakınmış ve karalamış daha sonra ise genç kesimi kapsayabilmek için “suyuna gitmeliyiz” gibi bir çözümle kendi yargılarını eritmeye başlamıştır.
Gördüğümüz örneklerde ise şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki ne memleket sorunlarını tespit edebilmektedirler ne de gençliğin sorunlarını. İki kelime ile tüm meseleler ortak bir çerçevede toplanabilmektedir. Kader ve fıtrat.
Dindar ve muhafazakâr kesimin gençliğe dair yaptığı tanım ve beklentiler üzerine bu yazıyı yalnızca “Gençlik ne değildir?” başlığı altında yazabiliriz. Fakat topluma ve gençliğe bakışlarının irdelemediğimiz müddetçe bu tanımların nereden şekillendiği ve bizimle neden çeliştiğini anlamak güç olacaktır.
Yaşadığımız düzen içerisindeki sorunlara ve eşitsizliğe bir temel oluşturdukları nokta “kader” kavramı olarak ortaya çıkmaktadır. Eşitsizliğin ebedi olduğuna dair inançları ise din olgusunun var olduğu toplumların yapılarının bir dayatması aslında. Var olan koşulları kabul ettirebilme ve sorgulatmama durumu ise “Bunlar dünyevi meseleler, aslolan ötekisidir ve onun için çalışmalıyız.” cümleleri altında yatan fikirdir. Peki burada günümüz gençliğinin sorunlarının oturduğu yer neresi? Öncelikle gençliğin sorunlarını, toplumların ve kültürlerin gelişimini, dönüşümü bilimsellikten ve diyalektikten uzak gerekçelerle açıklamalarıdır. İnsanların toplumsal düzen içerisinde edindiği tutum, davranış ve düşünceleri ise mantıki çerçevede gerçek gerekçelerle açıklanmak istenmediği takdirde “fıtrat” diyerek sorumluluğu üzerlerinden kolaylıkla atabilmektedirler. Fıtrat kavramına içerisinden çıkılamayan durumlarda sıkılıkla başvurur hale gelinmiştir. Var olan koşulların sebep ve sonuçlarını üstlenemeyecek konuma gelindiğinde “fıtrat” denmektedir. Gençlere olduğu kadar kadınlara dair de sıklıkla “fıtrat” açıklaması yapılmaktadır.
Bu konu üzerine bu kadar durmamızın sebebi ise bireylerin davranışlarının içinde yaşadıkları toplumsal düzenle ve bu toplumun getirdiği bilinçle şekillendiğini; nedenlerinin bilimsel gerekçelerle sıralanabileceğini bilmemiz gerektiğidir.
Gençliğin bugünkü karakteri üzerinde, siyasal İslam’ın da içerisinden çıktığı kapitalist sistem ve onun araçları belirleyicidir. Yaşadığımız kültürel değişim hatta yozlaşma bir anda nüksetmemiştir. Bu sistemin iktidara getirdiği rejim tarafından eğitimin, sosyal- kültürel faaliyetlerin ve üretimlerin tasfiye edilmesi sonucu gerçekleşmiştir. Eğitim kadrolarının aydınlardan ilericilerden ziyade gerici bir zihniyetle doldurulmasından, MEB’e bağlı kitapların bilimsellikten uzaklaştırılmasından, öğretici ve ilerletici her alana zarar verilmesinden ötürü genç nesillerin bilinci, alışkanlıkları ve beklentileri değişmiştir. Düşünmeyen, sorgulamayan, okumayan bir nesli kendi elleri ile yaratıp daha sonrasında ise sorumluluğu üzerlerinden atmaya, odak kaydırmaya çalışmaktadırlar.
Bir gelecek vaat edemedikleri gençliğin yurt dışına çıkma isteğine dair de doğru bir neden bulamamaktadırlar. Ve bu yüzden tedirgindirler. Gençliği kaybetmek korkutucudur çünkü gençlik onlar için iyi bir maşadır. Hayalcidir, heveskârdır. Düşünmez ve sorgulamaz! İstedikleri de budur çünkü düşünen ve sorgulayan gençlik onları çürütür.
İşte ideolojinin önemi de burada bir kez daha görülmektedir. Gençliği ve toplumu nasıl tanımladığımız da buradan yana şekillenir. Toplum birbiri içerisinden doğar ve bugünün gençleri yarının toplumunun yaratıcılarıdır. Yaşadıkları çevre bilinçlerini belirler ve gençlik sorgular, düşünür, üretir. Düzenin çıkarlarına göre ihtiyaçlarını belirleyenler ve doğrularını bu ihtiyaçlara göre şekillendirenler ne gençliği kendilerine maşa edebiliriler ne de sorumluluktan kaçıp çuvaldızı gençliğe batırabilirler.
Gençliğin gelecek olduğunu anlayabilmek de herkesin harcı değildir. Çünkü gençlik geleceğimizdir diyerek salt edebiyat yapmamaktayız, arkasındaki diyalektiği de görmekteyiz. Bu yüzden gençlik geleceğimizdir, geleceğimiz de sosyalizmdir.