Felsefi bir akım olan kuşkuculuk (septisizm) toplumdaki yerleşik inanç ve kanıların değişmesine ortam hazırlamıştır. Felsefe, din ve bilim alanında kabul görmüş genel geçer doğruların sorgulanmasını sağlayan kuşkuculuk, bu yönüyle dogmatizm karşıtı olarak tanımlanır. Descartes’a göre kuşkuculuk, doğru bilgiye ulaşana dek tüm bilgileri yöntemsel bir yaklaşımla derinlemesine gözden geçirmeyi gerektirir[1].
Paranoid eğilim
Dijital teknolojinin olanaklarıyla ekranlardan hızla akıp giden çok sayıda iletinin arasından doğru bilgiye ulaşmak günümüz insanı için önemli bir sorun haline geldi. Dijital platformlar, propagandanın yanı sıra spekülasyona da elverişli olduğu için birbiriyle çelişen iletiler kafa karışıklığına neden oluyor. İnsan bir süre sonra yerli yersiz her şeyden kuşku duymaya başlıyor. Böyle bir paranoid eğilim kitleyi doğru bilgiyi aramaya sevk etmiyor; tersine önyargıları pekiştirmeye yarıyor. Bu koşullarda çoğu insanı etkileyip irrasyonel davranışa yöneltmek kolaylaşıyor. Özellikle dijital medya üzerinden bir çok konuda kara propaganda yürütülüyor. Yaratılan yapay kutuplaşma sonucunda dogmatik bilgiyi içselleştirenler, doğru bilgiye şiddetle karşı çıkıyor. Örneğin enfeksiyon hastalıkları uzmanı olan bilim insanları yeni Türkiye’de ‘aşı lobilerinin temsilcisi’ diye kolayca yaftalanıyor. Dijital medyada böylesi spekülatif bilgiler yayıldıkça salgınla mücadele sekteye uğruyor. Kitlelerdeki irrasyonel yönelimi tetikleyen en önemli etmen ise kapitalist dünya sistemine duyulan güvensizlik. Covid-19 pandemisinin varlığını reddeden, uygulanan aşıları ‘bilinmeyen sıvı’ olarak dışlayan, maske ve mesafe önlemini gereksiz bulan kalabalıklar neoliberal dönemin eseridir. Bu dönemde, pozitivist akla dayanan modernizm tu kaka edildiği için olaylar ve olgular üzerine yapılan irrasyonel yorumlar kitleleri kolayca etkileyebiliyor. Kuşkularını test edip doğru bilgiye ulaşma ihtiyacı hissetmeyenler, bunları zahmetsizce makulleştireceği kaynaklara itibar ediyor. İnsan, ilkel doğasıyla uyumlu biçimde işine gelmeyen gerçeği kabullenmektense yok saymaya daha yatkın görünüyor.
20 yıllık Erdoğan iktidarı pozitivist aklı ve bilimsel düşünceyi hiçe saydığı için toplumda bilim insanlarına kuşkuyla bakılıyor, güven duyulmuyor. Mesleki uzmanlıkları küçümseyen nobran tavır ne yazık ki hekime yönelik şiddeti de tetikliyor. Cüretkar cahillerin yetkin ve deneyimli insanları aşağıladığı karanlık bir dönemde yaşıyoruz.
Zihniyet arızası
Erdoğan, “ben ekonomistim” diyerek neoliberal dönemin terminolojisini kullanıyor. Oysa şahsının yüksek öğrenim gördüğü yılları dikkate alırsak “ben iktisatçıyım” demesi daha uygun olurdu! Kendini bir mesleğe yakıştıranla o mesleği icra eden arasındaki en belirgin fark, unvanı ilan etme ihtiyacı olsa gerek. Sosyalist, sosyal demokrat iktisatçılar ve dahi liberal ekonomistler topluma güven vermek için neden “ben ekonomistim ya da ben iktisatçıyım” deme ihtiyacı duymaz? Bilimsel ölçütlere göre elde edilmiş diplomalar, mesleki ve akademik yayınlar malumun ilanını gerektirmiyor da ondan galiba…
Tek adam rejimi çağdaş mesleklerin özerk ve rasyonel doğasını yadsıyor. Buna sadık olan meslek erbabını da kendinden uzak tutuyor. Salt keyfi yönetim anlayışı değil bizatihi bu yönetimin irrasyonel karakteri ülke için sorun oluşturuyor. Küresel kapitalizme göbekten bağlıyken ayetlere, hadislere göre ekonomik uygulamalara kılıf aramak rasyonel bir yaklaşım olamaz. Dolayısıyla kimi yandaşlar tarafından pompalanan “ekonomiyi yine Erdoğan düzeltir” safsatasının, metafizik güçlere inanan irrasyonel kitlede karşılık bulması sürpriz değil… Bu kitle, bir ürünü etiket fiyatının üzerinde satan market görevlilerine kızıp öfkelenir de deveyi hamuduyla götüren iktidar sahiplerine toz kondurmaz. Duymak istediği yalanı söyleyen siyasi lideri kendine dost bilir ama hoşlanmadığı gerçeği söyleyen bilim insanını ötekileştirir.
Her şeyden önce toplumda kronikleşen bu zihniyet arızasını onarmak gerekiyor. Tüm iktidar muhaliflerinin pozitivist aklı ve bilimsel düşünceyi önceleyen laik bir siyasal çizgide buluşması yaşamsal önem taşıyor. Özellikle ana muhalefet partisinin bazı kesimlerin hassasiyetlerini gözetmek savıyla sorunu hafife alma lüksü yoktur. Pozitivist akıl ve bilimsel düşünce alt edildikçe bundan en çok ülke halkı zarar görmektedir.
Neoliberal dönemin kimlik siyaseti, çoğulcu demokraside farklı kimliklerin özgürce yaşayacağı bir toplum düzenini idealize ediyordu. Ne ki kimlikler her türlü bölücülüğün ve ayrımcılığın unsurları haline gelerek toplumsal kutuplaşmaya neden oldu. Toplumu bir arada tutan rasyonel değerler ve normlar önemli ölçüde gücünü yitirdi. Kimlik siyasetiyle kitlelerin işsizliğine, yoksulluğuna çare bulunamayacağı bugün çok daha iyi anlaşılıyor. Sefalet, Kürt-Türk ya da Alevi-Sünni ayrımı yapmıyor. Bireyin kimliğini özgürce yaşayabilmesi için öncelikle karnını doyurup temel gereksinimlerini karşılaması gerekiyor.
[1] https://felsefik.org/kuskuculuk/
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…