AKP’de “bir olanların” talan ve yalan öyküsü

AKP’de “bir olanların” talan ve yalan öyküsü

24-08-2022 14:46

AKP’nin temel karakteri emperyalizme bağımlılık ve sermayenin çıkarları olmuştur. Bu çok açık. “AKP’de bir olanlar” ise sermaye düzeninin yasaları çerçevesinde çıkarları için çarklarını pervasızca döndürmekten imtina etmiyorlar ve emekçi sınıfların daha da dibe batmasını umursamıyorlar bile.

Neşe Deniz Babacan

AKP’nin Türkiye’deki kapitalist düzen ile bir sorunu olmadığı ve hatta Türkiye burjuvazisinin yönelimleri doğrultusunda 2002 yılında iktidara geldiği biliniyor. 2001 yılında kurulan, siyasal İslâmcı geleneği devam ettiren, sağdan sola liberallerden destek alan, Cumhuriyet’e ve laikliğe düşman, tam boy emperyalizme bağımlılığın noktasını koyan AKP iktidarının bir yıl içerisinde yüzde 30’ların üzerinde bir oy alarak iktidara gelmesi Türkiye tarihinde önemli bir dönemeç olarak okunmalıdır. Bunun devamında ise adım adım Türkiye’de sermayenin hangi ihtiyacı olursa olsun buna yanıt veren AKP iktidarı, her zaman serbest piyasa ekonomisini savunmuş, özelleştirmeler ile ülkeyi talana açmış, işçi sınıfının geçmiş kazanımlarını tırpanlamıştır. Bu gerçekler bugün çok açık bir şekilde görülüyor ve içinde bulunduğumuz ekonomik kriz döneminde bunun sonuçlarının ne olduğu gün gibi ortada.

Dolayısıyla AKP sermayeye rağmen değil sermaye için kurulmuştur. AKP iktidarı bugün sermaye düzeninin ilişkilerine ve kurallarına karşı değil onun yasaları içerisinde yol almaya çalışan bir partidir. Bu açıdan öncelikle ifade edilmesi gereken olgu AKP’nin tam anlamıyla bir burjuva düzen partisi olduğudur. Burjuvazinin çeşitli kanatları ile AKP’nin yaşadığı sorunlar ve sürtünmeler ise AKP’nin bu düzende bir anomali olduğu ya da sermayeye karşı bir pozisyona geçtiği anlamına asla gelmemektedir.

BİR OLANLAR 1: AKP’NİN KENDİ SERMAYE GRUPLARI VE TARİKATLAR

Türkiye sermaye sınıfının çeşitli kanatları ve bunun içerisinde yer alan holdingler ya da sermaye grupları mevcuttur. Türkiye’de İslâmcı siyasetin sermaye bağlantısı ya da adının konulması gereken odak ise Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD)’dır. MÜSİAD bünyesindeki sermaye çevreleri “AKP’de bir olanlar”ın birinci ayağı olarak görülmelidir. Ancak bununla birlikte bu alana dair iki noktaya daha işaret etmek gerekiyor. Birincisi, siyasal İslâm’ın sermaye çevrelerinin oluşturduğu gruplaşmalar her zaman bir tarikat bağlantısına da işaret etmektedir. Yani, tarikatlar holdingleşmiştir. MÜSİAD bugün bu alanda tekleşmiş gibi görünüyor. İşin ikinci boyutu ise geçmişte bu alanda cirit atan Fethullahçılar’ın olduğu bilinen TUSKON ve ASKON gibi yapılanmaların boşalttığı alana artık başta MÜSİAD olmak üzere Menzil tarikatının kurduğu TÜMSİAD’ın yer alması hiç de şaşırtıcı değil. Bu noktada, resmi rakamlara göre 2005 – 2010 yılları arasında kamu ihalelerinin yüzde 13’ünü MÜSİAD, TUSKON ve ASKON arasında paylaşıldığı hesaba katılırsa, AKP’nin nasıl bir sermaye partisi olduğu açığa çıkacaktır. Bugün, bu ve benzeri zenginlikler MÜSİAD ve diğer tarikatların holdingleri tarafından yağmalanmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2022 yılı Ocak ayında yaptığı bir konuşmada MÜSİAD’ı “Hak ve özgürlüklerden ekonomideki rekorlara kadar tüm başarılarımızın arkasında hükümetimizin azmi kadar MÜSİAD gibi kuruluşlarımızın da emeği bulunuyor” gibi sözlerle övmesi, AKP’nin nasıl bir sermaye partisi olduğunun açık göstergesi olarak okunmalıdır.

BİR OLANLAR 2: YANDAŞ SERMAYE VE 5’Lİ ÇETE

Öncelikle şu notu ifade etmekte yarar var. AKP iktidarının yirmi yıllık yönetiminde TÜSİAD tarafın[1]dan temsil edilen sermaye gruplarının kârlarına kâr kattığı ve özellikle özelleştirmelerin bu alandaki rolünü unutmamak gerekiyor. Bununla birlikte AKP iktidarının hizmet ve inşaat sektörle[1]rinde yaratmış olduğu ekonomik ilişkiler TÜSİAD üyesi olan sermaye gruplarının bir kısmının burada daha da palazlanmasına ve önünün açılmasına yol açtı. Doğrudan Erdoğan ya da AKP ile doğrudan ilişki ya da ortaklıkları olan bu çevreler bugün başta “Beşli çete” ve yandaş sermaye olarak anılıyor. Dünyada en çok ihale aldıkları bilinen Cengiz Holding, Limak Holding, Kalyon Grup, Kolin Holding ve Makyol Grubu başta olmak üzere bir dizi sermaye grubu AKP’nin inşaat bazlı ekonomik modelinde devlet destekli bir dizi kamu ihalesini alarak yağmanın en büyüğüne imza attılar. Herkesin hatırlayacağı üzere Osmangazi Köprüsü, İstanbul Havalimanı, Avrasya Tüneli ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü gibi ihalelerin karşılığında vergi afları ve devlet garantili ödeme gibi ayrıcalıklar sayesinde uçuşa geçen bu şirketler AKP’de bir olanların en önemli örnekleri olarak ortadadır. Bu şirketlere devlet bankalarından sağlanan krediler ise işin cabasıdır. Benzeri şekilde, bugün evine yani Vatan Partisi’ne dönüş yapan “Erdoğan aşığı” Ethem Sancak ve bunun gibi yine AKP yandaşlığı ile uçan Demirören grubunu da bu noktada saymak gerekmektedir. Sancak grubunu, BMC’yi TMSF’yi ihale bedelinin altında satın almasından ve Tank Palet gibi stratejik bir fabrikanın AKP tarafından Katar’a peşkeş çekilmesindeki ortaklığından hatırlıyoruz. “Milli sermaye” edebiyatı adı altında yapılan AKP’ciliğin sonuçları ülkenin “milli değerleri”nin yabancılara peşkeş çekilmesi oldu. Demirören grubu ise AKP yandaşlığının diğer bir türünü oluşturuyor. Doğan Haber Ajansı’nı sanki AKP adına satın almış gibi olan Demirören grubu, bunun için Ziraat Bankası’ndan çektiği 750 milyon dolarlık borcu ve toplamdaki 1,5 milyar dolarlık borcunun üzerine yatmaya çalışıyor. Konu ile ilgili banka “Ticari sır” derken, Hazine ve Maliye Bakanı bilgi vermiyor, Varlık Fonu ise “Bilgim yok” diyor. Yandaş sermayenin en açık ve emekçilerin yarattığı zenginliklere çöken kirli yüzü başta “Beşli çete” olmak üzere bu gruplarda ortaya çıkıyor.

BİR OLANLAR 3: MAFYA VE ÇETELER

Sermayenin paylaşımı burjuvazi için de çoğu zaman sorun olabiliyor ve burjuva hukuku içeri[1]sinde çözülemeyen sorunlar genelde mafyaya havale ediliyor. Bununla birlikte sermaye düzeninin görünmeyen ekonomik yüzü ise uyuşturucu ve silah ticareti, illegal bahis gibi alanlar üzerinden kendini var ediyor. Mafyanın bu alanlar ile içli dışlı olduğunu düşünmemek imkansız. Dolayısıyla AKP’de bir olanların kara para ile AKpara’nın içi içe geçirdiğini; mafya, siyaset ve sermaye üçgenini kurduklarını ve burada devletin çeşitli mekanizmalarını sürece dahil ettiklerini görmekteyiz. İşin birkaç boyutuna bakarsak, bugün siyaset alanında Cumhur İttifakı düzleminde bu “bir oluş”un cisimleştiğini görmek mümkündür. Örneğin Alaattin Çakıcı’nın cezaevinden çıkması için elinden geleni yapan MHP’nin bu yönelimini sadece Çakıcı’ya olan hüsnüniyetine bağlamak mümkün değil. Çakıcı’nın Türkiye’deki mafya sistemindeki rolü biliniyor ve özellikle bu dönem dışarıda olmasına ihtiyaç olduğu çok açık. Bunun için Çakıcı’nın da yer aldığı ve Yalıkavak Marina’da Mehmet Ağar, Engin Alan ve Korkut Eken ile birlikte “eski ekibi topluyoruz” havasında çektirdiği fotoğrafa bakmak yeterlidir. Devamında yaşananlar ise geçmişin derinliklerinden çıkarak yakın tarihimizin konusu olmuştur ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun dahi adının geçtiği şekilde AKP’de bir olanların nasıl bir kirli düzen kurdukları[1]nın aynasıdır. Son dönemde ortaya çıkan bazı iddialar ve gerçekler sistemin tüm kirlerini açık bir şekilde göstermektedir. Bunların bazılarını yorum katmadan ve önem sırası olmadan paylaşmak gerekirse akla ilk olarak şunlar gelecektir:

-AKP yöneticisi Metin Külünk’ün mafyadan aylık 10 bin dolar para alması.

-Mehmet Ağar’ın Yalıkavak Marina’ya çökme hikayesi ve devamında yaşananlar.

-Uğur Mumcu ve Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı cinayetleri, bunlarda Mehmet Ağar ve Korkut Eken’in rollerinin AKP iktidarı tarafından görmezden gelinmesi.

-Sezgin Baran Korkmaz’ın Süleyman Soylu, AKP’liler ve gazeteciler ile ilişkisi.

-Sezgin Baran Korkmaz ile Koç grubunun damadı İnan Kıraç arasındaki ihtilafın çözümü için Özel Kuvvetler eski komutanı Levent Göktaş’ın devreye girmesi.

-Levent Göktaş ve ekibinin, Enver Altaylı’ya FETÖ üzerinden gelen talimat aracılığıyla Necip Hablemitoğlu, Binbaşı İhsan Güven ve eşinin katledilmesi hakkındaki iddialar ve savcılık soruşturması. Cinayetlerin üzerinden 20 yıla yakın süre geçmesine rağmen son bir yıla kadar AKP iktidarının konuya sessiz kalması.

-Geçmişte Erdoğan Demirören’in Yorgi Papadolos isimli vatandaşı öldürüp, yurt dışına gittiği beyanıyla tüm mallarına çöktüğü iddiası.

-Sedat Peker’in geçmişte cezaevinden çıkmak için Mesut Yılmaz’ın kumar videosu üzerinden şantaj yaptığını ve Mehmet Cengiz’den beş milyon dolar talep edip bunu aldığını ifşa etmesi. Halka küfreden Mehmet Cengiz bugün AKP’nin en ballı sermaye gruplarından biri olarak ortada dolaşıyor.

-Geçmişte adı Abdi İpekçi suikastinde de geçen Hasan Yeşildağ’ın bugün AKP yandaşı bir medya patronu olması. Yeşildağ hakkında Tayyip Erdoğan’ın fedailiğinden gizli kasası ve Mehmet Cengiz’in gizli ortağı olmasına kadar ortaya atılan iddialar.

Burada yer veremediğimiz ya da eksik bıraktığımız bir dizi başlık olabilir. “Geçmişle hesaplaşıyoruz”, “ekonomi bizim işimiz”, “elitlerin egemenliğine son vereceğiz” vb… sloganlarla ortaya çıkan AKP’nin kurduğu düzen tam anlamıyla bir yağma ve talan ekonomisine dayanmış, yandaş sermayeyi ihya etmiş, “AKelitler ve Süslümanlar” yakıştırması yapılan burjuva özneler türemiş, ülkemiz ithalata bağımlı üretemeyen bir ülke olmuş ve sermayenin bütünü son tahlilde palazlanmıştır. AKP’nin temel karakteri emperyalizme bağımlılık ve sermayenin çıkarları olmuştur. Bu çok açık. “AKP’de bir olanlar” ise sermaye düzeninin yasaları çerçevesinde çıkarları için çarklarını pervasızca döndürmekten imtina etmiyorlar ve emekçi sınıfların daha da dibe batmasını umursamıyorlar bile. Bu kirli düzen onlarındır. Liberallerin vaaz ettiği gibi sermaye düzenini orasından burasından düzeltmeye çalışmak ise ham hayaldir. Bu düzeni acilen değiştirmek ise boynumuzun borcudur