AKP’nin İstanbul Sözleşmesi ile imtihanı
25-11-2022 11:45AKP’nin iktidara geldiği günden beri teslim almaya çalıştığı birçok alandan biri de kadın hakları başlığıydı ve buraya saldırmaya devam edecek.
Deniz Çelik
Kadınlara yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi veya bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış, 2014’te ise yürürlüğe girmiştir. Bu yazımızda önce İstanbul Sözleşmesi’nin neyi işaret ettiğini, devamında sözleşmenin ülkemizdeki iptal kararına giden süreçte AKP hükümetinin siyasi gerekçelerini, son olarak ise iptal kararının kadınlara yansımasını tartışacağız.
Dünyada kadına yönelik şiddetin cezalandırılması noktasında yasalar hatırı sayılır oranda farklılık göstermekte ve hatta şiddetin biçimlerini tarif etmek noktasında eksikli olabilmektedir. Bu şiddet biçimlerinin tarif edilmesi noktasındaki farklılıklar ev içi şiddeti “mahrem” görmekten, örneğin takip edilmeyi bir taciz görmemeye kadar varmaktadır. Sözleşme bu farklı bakış açılarını da ortadan kaldırmaya yönelik maddeler içermektedir. Sözleşme gereği, ülkemizde de sıklıkla görülme ihtimali olan gelenek, örf, namus kisvesi altında ortaya çıkan kadına yönelik baskı türleri de yasalar karşısında “hafifletici sebep” olarak görülemez. İstanbul Sözleşmesi, sözleşmeyi onaylayan ülkelerde şiddet biçimlerinin mahrem olarak görülmemesi ve her türlü şiddete karşı önlem alınması, şiddet mağdurlarına yardım edilmesi, faillerin adalet karşısına çıkmasının sağlanması başlıklarında bir bağlayıcılığa sahiptir. Böylece sözleşme, ülkelerin bu noktadaki olumlu adımlarını bir iyi niyet göstergesi olmaktan çıkarıp, yasal bir zorunluluğa devrediyor. Şiddetin temelinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yattığını tespit eden İstanbul Sözleşmesi’nin kapsamında şiddete uğramış veya uğrama ihtimali olan tüm kadınlar ve kız çocukları, LGBTİ’ler vardır. Şiddetten, tacizden mağdur olabilecek erkekler de pekala bu sözleşme tarafından kapsanmakta ancak hali hazırda tüm dünyada örnekleri görülebilen ikincilleştirme ve diğer tüm saldırıların hedefi ne yazık ki kadınlar olduğu için sözleşme esasen bir kadın sözleşmesi olarak akıllarda yer ediyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki yansıması ise 6284 sayılı kanundur. Pek çok kadın derneğinin ve platformunun da ısrarı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na iletilen raporlar gösterdi ki aynı evi paylaşan ancak evli olmayan veya evli olan ve ev içi şiddete maruz kalan kadınlar açısından mevcut kanunun (4320 sayılı kanun) kapsayıcılığı ve suçlara karşı önlem noktasında ciddi eksikler var. Yine bu kadın örgütleri ve platformunun önerileri çok büyük oranda dikkate alınmasa da böylece 2012 yılında 6284 sayılı kanun AKP hükümeti tarafından mevcut kanunun yeterli olmadığı gerekçesi ile kabul edilmiş oldu. 6284’ün kadınlar için en kritik kazanımı kuşkusuz bir delile veya belgeye ihtiyaç olmadan şiddet mağdurunun korunması yönünde adımlar atılması yönündeki ilerlemedir. Bu önleyici tedbirler arasından bazıları: Barınma olanağı sağlanması, psikolojik desteğin sağlanması, geçici maddi yardım, kreş imkanı, failin bulunmasına veya kullanmasına kanunen izin verilen silahları kolluk güçlerine teslim etmesi… İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı kanun arasında özellikle cinsiyet eşitliğini ele almak noktasında kimi farklılıklar olduğu aşikar, ancak yine de 6284’ün bir diğer önemi de sözleşme maddelerinin uygulanacağını karar altına almasıydı.
Yukarıdaki kanunlar ve sözleşmelere dair bilgiler kulağa hoş geliyor. Ağustos ayında, 16 yaşındaki Beyza Doğan 35 kere şikayet ettiği Selim Tekin tarafından öldürülmesi, Hülya Şellavcı’nın, uzaklaştırma kararına uymayan fail için zorlama hapsi talep etmesi ancak zorlama hapsi kararının Hülya’nın ölümünden sonra verilmesi, sözünü ettiğimiz kanunun zaten istenildiği zaman yargımız tarafından elinin tersiyle itildiğine ve hatta alenen uygulanmadığına dair yalnızca iki tane örnek.
Sadece yargı sisteminde değil AKP hükümeti tarafından sık karşılaştığımız kadına yönelik söylemlerin hepsi zaten bize bu yasaların da bu sözleşmelerinde uygulanmayacağını göstermektedir. Kadın düşmanlığı, kadını ikincilleştirme başlıklarında AKP’nin bayrağı kimselere bırakmayacağı çok açık görülmektedir. 20 Mart 2021 tarihinde gece saat 02.30’da Resmi Gazete’de İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırıldığı yayınlandı. Aynı günün sabahında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu kadına yönelik şiddeti önleme amacı taşıyan sözleşmeden çekilmenin kadına yönelik şiddeti önleme çalışmalarını etkilemeyeceğini belirtti. 21 Nisan 2021’de Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı olarak cumhurbaşkanı tarafından atanan Derya Yanık pandemide görülen ev içi şiddetin ‘tolere edilebilir’ olduğunu ifade etti.
İstanbul Sözleşmesi bir gecede kaldırıldı ancak AKP 20 yıllık iktidarında kadınlar için bugün başat taleplerden biri olan laikliği adım adım tasfiye etti. Daha geçtiğimiz yıl, 28 Mart’ta Sağlık Bilimleri Üniversitesi yönetimi “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” dersine dini ve milli değerleri tartışmaya açtığı bahanesiyle soruşturma açtı. İstanbul Sözleşmesi bir gecede kaldırıldı ancak AKP eliyle kadın düşmanlığında birbirleri ile yarışan cemaat ve tarikatların önü açıldı, AKP döneminde birçoğu ülkenin bürokratik organlarına kadar yerleştirildi. Hükümet tarafından sık sık ‘fıtrat’ hatırlatması yapıldı, kadına haddi bildirildi. Kadına ev içi işler, çocuk doğurmak, çocuk bakımı ve ‘evin erkeğine’ hizmet gibi rolleri hatırlatıldı, dinen doğrusunun da zaten bu olduğu söylendi!
AKP’nin iktidara geldiği günden beri teslim almaya çalıştığı birçok alandan biri de kadın hakları başlığıydı ve buraya saldırmaya devam edecek. Siyasal İslamcı, Osmanlıcı siyaset anlayışları bugün emekçi kadınlara taciz, sömürü, şiddet olarak yansımaktadır. Yukarıdaki verdiğimiz iki örnek de İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun sınıfsal boyutunu bizlere gösteriyor. Çünkü şiddet gören kadınlar aynı zamanda yoksul oldukları için devlet korumasına ihtiyaç duyuyor. Çünkü taciz edilen kadınlar, uzaklaştırma kararı uygulanmadığı sürece konut değiştirecek bir ekonomik sınıfa sahip değiller. Ev içi şiddet gören bir kadın, aynı zamanda geçinemediği için sesini çıkartmakta zorlanıyor. Tüm bunlar emekçi kadınlar açısından ülkemizi bir felakete sürüklüyor, ülkemiz emekçi kadınlar açısından neredeyse yaşanmaz hale geliyor.
Yaşamımızı elimizden alan, bizleri fıtratımızla tanımlayan, gericiliği tüm aygıtlarıyla yeniden üreten, bizleri tacize, sömürüye, şiddete, mobbinge karşı korumayan bu düzenin faili AKP iktidarıdır. Eşitlik, özgürlük ve laiklik ancak AKP’nin düzenine ve onun temsil ettiklerine karşı mücadele ederek kazanılabilir. Konu kadın hakları, kadınların talepleri olunca haklara saldırmaktan, yasaları uygulamamaktan, sözleşmeden alelacele çekilmekten bir adım geri durmayan AKP’yi emekçi kadınlar gönderecek.