BAŞYAZI | İki Haziran: Türkiye’nin devrimci yolu
Türkiye tarihi, düzen siyasetinin krizlerinin tarihi olduğu kadar aynı zamanda büyük toplumsal direnişlerinin de tarihidir. Her ne kadar anlatmasalar da, okutmasalar da, yazmasalar da, unutturmaya çalışsalar da düzenin ve sahiplerinin korkulu rüyası olmaya devam ediyor.
Başyazı
Haziran ayı, Türkiye tarihinde büyük öneme sahip toplumsal ve siyasal gelişmelerin yaşandığı günlerin yıldönümü. Bunlardan ilki 1970 yılında işçi sınıfının 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi olarak tarihe geçen ayağa kalkışı. Diğeri 2013 yılında istibdada karşı bütün Türkiye’yi saran milyonların Haziran Direnişi.
Bugün bu iki tarihsel ve toplumsal direnişi anmadan ve anlamadan ülkemizin aydınlık yarınlarının kurulması mümkün değil. Türkiye’nin ilerici birikimini ve devrimci potansiyelini gördüğümüz bu iki olgunun dışında başka örnekler de var. Türkiye tarihi, her zaman baskıya, zulme, eşitsizliğe ve hukuksuzluğa karşı büyük direniş örnekleriyle dolu. 1977 1 Mayıs’ı, 1989 maden işçilerinin yürüyüşü, Bahar eylemleri, Nevrozlar, Tekel Direnişi ilk akla gelenler.
Ne zaman baskı varsa, eşitsizlik varsa, zulüm varsa, hukuksuzluk varsa, halkın hep boyun eğdiğini düşünmek mümkün mü? Türkiye tarihi, düzen siyasetinin krizlerinin tarihi olduğu kadar aynı zamanda büyük toplumsal direnişlerinin de tarihidir. Her ne kadar anlatmasalar da, okutmasalar da, yazmasalar da, unutturmaya çalışsalar da düzenin ve sahiplerinin korkulu rüyası olmaya devam ediyor. Türkiye tarihi, bugün bizlere işçi sınıfının şanlı direnişlerini miras olarak bıraktığı gibi ülkenin aydınlık geleceğinin de yolunu gösteriyor.
1960’lı yıllar ülkenin toplumsal dinamiklerinin ayağa kalkmaya başladığı yıllara tekabül eder. Dönemin işçi partisinin yükselişi, sendikal alanda DİSK’in kurulması ve 68 Gençliği’nin meydanları doldurması Türkiye’de yeni bir dönemin açıldığını gösteriyordu. Ülkenin geleceğinin masaya yatırıldığı, bağımsızlık için anti-emperyalist mücadeleden ve bağımsızlığının yolunun kalkınmadan geçer düşüncelerin tartışıldığı bir dönemde ele alınan konuların başında ülkenin toplumsal ve ekonomik koşulları bulunuyordu. Bu dönemde yapılan tartışmaların en önemlilerinden birisi de Türkiye’nin aydınlık geleceğinde hangi toplumsal güçlerin rol oynayacağı konusuydu. Askerlerden umut bekleyenler bile vardı. 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, askerlerin misyonlarının NATO misyonu ile ilintili olduğunu fazlasıyla gösterdi. O zamana kadar “ideolojik öncü” olarak görülen işçi sınıfı 1970 Haziran’ında meydanları doldurduğunda bu tartışmaları kökten bitirmiş, artık “ideolojik öncüden fiili öncü” haline gelmişti. 15-16 Haziran’da, sermaye tarafından çıkarılan yeni sendika yasasına karşı tepkisini ortaya koyan işçi sınıfı İstanbul’da meydanları zapt etmiş, sermaye sınıfına geri adım attırmıştı. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi olarak Türkiye tarihine damga vururken, devrimci bir kuvvet olarak işçi sınıfının sadece teorik değil pratik olarak da varlığını ve gücünü kanıtlanmıştı.
15-16 Haziran, Büyük İşçi Direnişi olarak ülkenin devrimci damarının işçi sınıfının örgütlü gücüyle ortaya çıkaracağını net olarak ortaya koymuştu.
Sermaye sınıfı, neo-liberalizmin dünya kapitalizminin temel yönelimi haline geldiği dönemde işçi sınıfına yönelik 24 Ocak kararlarını gündeme getirmeye çalışmış, ancak sınıfın direnci 24 Ocak kararlarının hayata geçirilmesini mümkün kılmamıştı. 24 Ocak kararları, 12 Eylül askeri darbesiyle ve Özal eliyle yürürlüğe girecekti. Bugün hak, hukuk ve adalet diyorsak, emekçilerin insanca yaşam hakkını savunuyorsak, işçi sınıfının tarihsel rolünü bir kez daha görmek durumundayız.
12 Eylül darbesi, işçi sınıfına ve devrimci siyasetine ağır bir darbe vurdu. Amerikalıların “our boys” dedikleri cuntacılar bütün ilerici değerleri yasakladılar, gericiliğin önünü açtılar: Türk-İslamcılık artık devlet ideolojisi, serbest piyasa adıyla emeğe dönük saldırılar sermaye sınıfının siyaseti olmuştu. Maden işçileri, kamu emekçileri, Tekel işçileri başta olmak üzere işçi sınıfı, emeğe dönük saldırılara karşı direndiler.
Ancak solun ve devrimci güçlerin, siyasetin ve sınıf mücadelesinin gerisinde kalması, işçi direnişlerinin de başarılarını sonuna kadar götürtemedi. Aynı zamanda işçi sınıfın kendi mücadelesi, bir bütün olarak toplumsal bir mücadele boyutuna bu nedenle taşınamadı.
AKP, 12 Eylül rejiminin döşediği zeminin üzerine doğmuştur, bu zeminden beslenmiştir. Cuntacılık, İslamcılık buluşmuş, FETÖ ve AKP ortaklığı ülkemizi teslim almıştır. İşte böylesi bir dönemde karanlığa, baskıya ve istibdada karşı başta emekçi halk olmak üzere ülkenin ilerici birikimi memleketin sahipsiz olmadığını gösterdi. Ülkenin hemen hemen bütün kentlerinde milyonlarca insan – polis kayıtlarına göre 11 milyon insan sokağa çıktı – sokakları doldurdu ve 15 gün süren büyük bir direniş gösterdi. Ülkenin en büyük halk hareketi, Haziran Direnişi adıyla tarihte yerini aldı.
Haziran Direnişi, AKP’nin gerici istibdat rejimini deviremedi ancak rejimin sınırlarını da çizmiş oldu. Bugün Gezi korkusu iktidarın kâbusu. Kendisine karşı büyük bir halk direnişi Türkiye’nin ilerici birikimini ve potansiyelini gösterirken ülkenin aydınlık yarınları için de umut oldu. Her türlü yalanı söylediler. Dolmabahçe camii yalanı ile Kabataş yalanı unutulmuş değil. Bütün saldırılara ve gayri-meşru ilan etme girişimlerine rağmen halkın gözünde Gezi büyük bir direniş ve halk hareketi olarak hala umut olmaya devam ediyor. İktidar korkuyor, toplumu korkutmak ve sindirmek için Gezi Davası’nda haksız ve hukuksuz biçimde insanları hapse atıyor. Ama nafile…
Ülkenin iki Haziran’ı, Türkiye’nin karanlıktan nasıl çıkılacağını da gösteriyor. Ülkenin ilerici birikimi, iki Haziran da gösterdiği gibi, bugün içinden geçtiğimiz karanlık kesitte umut oluyor!
Ülkemizde sömürü, yağma, talan var. Ülkemizde sermayenin gerici diktatörlüğü hüküm sürüyor. Ülkemiz emperyalizmin sultasında emperyalist sömürünün çarkları altında eziliyor. İnsanlarımız yoksulluğa, işsizliğe, hayat pahalılığına karşı ayakta kalmaya çalışıyor. İnsanca bir yaşam bugün insanlarımıza çok görülüyor. Tarikat ve cemaatler, ticaret ve siyasetle bu sömürü düzeninin sahipleri artık. Türkiye gerici, işbirlikçi ve emek düşmanı bir istibdat rejimiyle tarihinin en karanlık döneminden geçiyor.
Biliyoruz ki, mutlak kurtuluş emeğin iktidarında. Türkiye bugün devrimini arıyor. Devrimin yolunu ise iki Haziran aydınlatıyor.