BAŞYAZI | NATO’ya da NATO’nun genişlemesine de hayır!
Devrimci siyaset, anti-emperyalist ilkesinden taviz vermeden NATO’nun genişlemesine hayır derken aynı zamanda NATO’ya karşı mücadeleyi daha fazla yükseltmelidir.
Başyazı
Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri operasyonu, bir kez daha başta NATO olmak üzere emperyalizme karşı mücadele ve siyasal tutum konusunu gündeme taşımış oldu. Ukrayna gündemi, düzen siyasetinin hemen hemen bütün öznelerinin gerçek niteliğini ortaya koyarken düzen karşıtı solda ise zaman zaman kafa karışıklığına neden oldu.
İki güncel başlık, düzen siyasetinin neredeyse bütün öznelerinin aynı karakterde olduğunu göstermeye yeter de artar bile. Birisi, sığınmacılar ve göçmenler konusunda Avrupa Birliği ile AKP arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması. Diğer ise NATO başlığı. Düzen siyasetinin hemen hemen bütün özneleri sığınmacılar konusunda söz söylerken, ülkemizi emperyalizm tarafından “sığınmacı ülkesi” haline getiren Geri Kabul Anlaşması’na tek söz söylememesi ibretliktir. AKP’nin doğu sınırlarını tamamen açık tutarken batı sınırlarını AB’den gelen para karşılığında kapatma ve sığınmacıların üçüncü başka bir ülkeye gidişine set çekme siyaseti, doğrudan AB ile yapılan Geri Kabul Anlaşması’yla ilgili. Bu somut gerçeğe rağmen, Avrupa Birliği’ni demokrasinin beşiği olarak görenler, AB’nin emperyalist yaklaşımı karşısında tek bir politika gündeme getirmemektedirler. Sığınmacıları ülkelerine gönderelim diyenlerin, AB emperyalizminin Türkiye’yi sığınmacı gettosu haline getiren siyaseti karşısında susması ya da AB yanlısı açıklamalara devam etmesi, düzen partilerinin hemen hemen bütününün işbirlikçi karakterini ortaya koyuyor. Sığınmacılar karşısında sesi yüksek çıkanlar, söz konusu Avrupa Birliği olunca sesleri alçak çıkmaktadır.
Keza, dünyada yaşanan sığınmacılar sorununun ana kaynağı, NATO’nun ve ABD emperyalizminin askeri saldırganlık siyaseti olduğu açık bir gerçektir. Afganistan, Irak ve Suriye ilk verilecek önekler. Buna rağmen NATO’yu ya da ABD emperyalizmini eleştirmek yerine NATO övücülüğü yine düzen siyasetinin iki yüzlülüğünün ve işbirlikçi karakterinin bir başka örneğidir. AKP-MHP blokunun NATO siyaseti bellidir, AB ile yapılan anlaşma ortadadır. Düzen muhalefetinin de “NATO’yu demokrasinin güvencesi” olarak görmesi Millet İttifakı’nın Cumhur İttifakı’ndan hiçbir farkı olmadığını yeterince somutluyor. Sağ partilerle ittifak üzerine kurulu Millet İttifakı’nın birinci partisi CHP’nin de NATO’yu “demokrasinin güvencesi” olarak ilan etmesi ne demek istediğimizin açık kanıtı olarak okunmalıdır.
Rusya’nın Ukrayna’na yönelik askeri operasyonu sonrası NATO’nun genişlemesi diğer bir başlıktır. NATO’yu sorgulamayanlardan ve NATO’culardan, NATO’nun genişlemesinin bölge ve dünya barışına yönelik büyük bir tehdit olduğu gerçeğini görmelerini beklemiyoruz. AKP iktidarının 20 yılda ABD emperyalizminin taşeronluğunu üstlenmesi salt AKP siyaseti değil, aynı zamanda bir devlet siyaseti olduğu herkesin malumu. Bir devlet siyaseti olarak NATO’culuk, AKP ile birlikte yukarıda ifade ettiğimiz gibi başta CHP olmak üzere Millet İttifakı açısından da aynı şekilde belirleyici bir siyasettir. Millet İttifakı’nın bileşenlerinin AKP’nin pazarlıkçı tutumundan bile ileri giderek NATO’nun genişleme siyasetine doğrudan destek çıkan açıklamalar yaptığı ifade ettiğimiz gerçeği gözler önüne sermektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya dengesi bizzat ABD emperyalizmi tarafından NATO’nun genişleme siyasetiyle bozuluyor. Ukrayna’nın NATO’ya dahil edilmek istenmesiyle NATO sınırları Rusya’ya dayandırılmak istendi. Ukrayna olmayınca bu sefer İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğiyle bu hedefe ulaşmak ABD tarafından zorlanmaktadır. AKP’nin, NATO’nun genişlemesine yönelik “pazarlıkçı tutumu” ve “hemen evet dememe” siyasetinin önümüzdeki dönem nereye evrileceğini göreceğiz. İlk elden söylenecek olan ise AKP’nin “pazarlıkçılığının” pragmatizmden öte bir anlam taşımadığıdır. Muhalefet kanadının ise bu konuda sesi çıkmamaktadır. NATO’yu demokrasinin güvencesi olarak görüp, bugün NATO’nun genişlemesine yönelik yüksek sesle bir karşı duruş sergileyemeyen muhalefetin neyi temsil ettiği sorulması gereken temel soruların başında gelmektedir.
NATO, emperyalizminin jandarmalığını üstlenen, adından da anlaşılacağı üzere Atlantik ülkesi ABD ve İngiltere’nin emperyalist egemenliğinin koruyuculuğunu yapan bir askeri bir örgüttür. NATO eliyle ülkeler bombalanmış, NATO eliyle ülkeler parçalanmış, NATO eliyle 5. Kol faaliyetleri yürütülmüştür. Ülkemizin NATO’ya girdiği tarih, bugün FETÖ dahil olmak üzere gladio örgütlenmelerinin de tarihidir. Bu açıdan NATO, Türkiye’nin güvenliğini sağlayan bir uluslararası örgütlenmeden ziyade ülkemizin emperyalizme bağımlılığın ve aynı zamanda Türkiye’nin yaşanan katliamlarının da adresinden başka bir şey değildir. Bugün emperyalizmin çıkarları için NATO’nun genişleme siyaseti, hem dünya barışının altına döşenen mayın hem de ülke çıkarına zarar veren bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. NATO’nun bölge barışını tehdit etmesi, ülkemizi koruyan bir gelişme değil, tersinden ülkemizin daha fazla tehdit altına girmesidir. Bu gerçeğin altı kalınca çizilmelidir. ABD emperyalizminin daha fazla mevzi kazanması, S-400 hava savunma sistemlerini bile bugün çalıştıramayan Türkiye’ye koruma değil, emperyalist hegemonyanın baskısının artması anlamına gelecektir.
Bu yüzden, NATO’nun misyonu ve genişleme siyaseti, AKP’nin pazarlıkçı tutumunu aşan daha büyük anlama ve öneme sahiptir. NATO’nun genişlemesi, tıpkı varlığı gibi Türkiye’nin çıkarlarına hizmet değil, tehdittir. Söylenmesi gereken söz basit ve açıktır: NATO’ya da NATO’nun genişlemesine de hayır! Ancak bugün düzen siyasetinin bütün unsurları NATO’nun genişlemesine dönük pazarlıkçı bir tutum takınırken sonuna kadar NATO’cu olmaları ya da Türkiye’nin NATO üyeliğini gündeme bile getirmemeleri bir çelişki olmasının yanında büyük bir tuzak olarak değerlendirilmek durumundadır.
NATO’nun genişlemesine “açık kapı bırakarak” veto kartını pazarlık kozu olarak kullanmayı planlayan Erdoğan, bu kozu iç siyasette de kullanmanın yolunu arayacak. Bir yandan ABD başkanı ile görüşme diğer yandan ise “NATO’ya kafa tutan lider” görüntüsü altında seçimler öncesinde “milli ve yerli edebiyatı” üzerinde prim yapma hedefini gütmektedir. Muhalefetin NATO’cu söylemleri ortadayken yıllardır ABD emperyalizminin taşeronluğunu ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını yürüten Erdoğan’dan gelen söylemler, emekçi sınıflara Erdoğan’ın yeni oyunu olarak görülmelidir.
Türkiye’nin NATO’dan çıkması gündemde bile değildir. Türkiye’nin NATO’nun misyonlarında önemli roller oynadığı herkes tarafından biliniyor. ABD’nin ve NATO’nun, sosyal medyada Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ‘övücü’ paylaşımları ise ABD emperyalizminin ucuz siyaseti olarak görülebilir. Aynı zamanda ABD elçisinin muhalefet partilerini Ankara’da ziyaret etmesi ayrıca değerlendirilmelidir. İyi Parti’nin ABD elçisini kabul etmesi anlaşılır, ancak HDP’nin de benzer bir tutum alması sol siyaset açısından üzerinde bir kez daha düşünülmesi gereken bir gelişme olarak kayıt altına alınmalıdır.
ABD emperyalizmi, bir yandan Türkiye’yle pazarlık yürütürken diğer yandan Yunanistan kartı üzerinden Türkiye’yi sıkıştırma siyaseti gütmektedir. AKP-MHP bloku kartı görmüş, muhalefet ise hala emperyalizme şirin gözükme derdindedir. AKP-MHP blokunun bu konuda seslerinin yüksek çıkması, bu pazarlıkta el yükseltme siyasetinden başka bir şey değildir. Erdoğan’ın bir yandan NATO genişlemesine şerh koyup diğer yandan kapıyı açık bırakması, Bahçeli’nin mangalda kül bırakmayan konuşması düzen siyasetinin ilkesiz ve pazarlıkçı siyasetinin tezahürü olan bir ucuzluktan öte anlam taşımamaktadır.
Devrimci siyaset, anti-emperyalist ilkesinden taviz vermeden NATO’nun genişlemesine hayır derken aynı zamanda NATO’ya karşı mücadeleyi daha fazla yükseltmelidir. Düzenin iktidar ve muhalefet kanatlarının çelişkisini açığa çıkartacak devrimci tutum buradan geçmektedir.