SOL TAVIR | Öz ve biçim aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı!
"Seçimlerin önemi açıkken, solun kendisini önemsizleştirmesi ise bizim asıl derdimiz. Sol böylesi önemli bir konjonktürde, sol siyaseti, programı ve örgütlenmeyi önemli hale getirmelidir."
Başyazı
Tarihsel bilinç; güncel gelişmeleri anlamak ve gelişmelerin yönünü belirlemek açısından önemli. Tarihsel bilinçten yoksunluk, güncelliğin geçici ve yanıltıcı etkisine teslimiyet anlamına geliyor. Bugün bir kez daha, birileri tarafından dayatılan projelere tekabül eden güncelliğin yanıltıcı etkisine, Türkiye’de sol siyasetin maruz kalma riskini görüyoruz.
Söylenen ve propaganda edilen şudur: Çok önemli bir dönemden geçiyoruz, AKP’nin istibdat, Erdoğan’ın tek adam rejiminden kurtulmak için yapılması gereken tek şey, “muhalefete” güç vermek. Eğer güç verilmezse, tek adam karşısında oluşan “muhalefete” zarar verilir, güçler bölünür, muhalefet cephesi zayıflatılır. Acil ya da asgari ihtiyaçlar zemininde buluşmak en önemli görev!
Proje ise bellidir: AKP-MHP karşısında Millet İttifakı’nın tek alternatif haline gelmesi, HDP’nin etrafında solun birikerek “dolaylı” ya da “doğrudan” Millet İttifakı’nı destekleyen bir siyasal duruş ile Millet İttifakı’na güç vermesi. Bugüne kadar seçim siyasetinde yürütülen tartışmaların özü, özetlemeye çalıştığımız bu çerçeveden ibaret.
Sosyalistlerin, seçimlere yönelik yaklaşımı ise başka bir boyut taşıyor. Ona geleceğiz. Ancak bugün sosyalistlerin seçimleri ele alışı, yukarıdaki tezin etrafından şekillendirilmeye çalışılmakta, tartışmalar hep bu zeminde, üstü kapalı bir biçimde ve sol söylemler kullanılarak yapılmaktadır. Burada ifade edilenler abartılı sayılmamalı, karikatürize de etmiyoruz. Eninde sonunda solun seçim siyaseti tartışılırken ortaya konan eksen, ne yazık ki, analitik bir yaklaşımla ele alındığında, hep bu dar çerçeve oluyor. Açıktır ki bu tezin ortaya koyduğu yol, düzen muhalefetini desteklemek dışında bir yere çıkmıyor.
SOSYALİSTLERİN BAĞIMSIZ TUTUMU, MÜCADELEYİ BÖLÜYOR MU?
Ezber bu. Sosyalistler ayrı ve bağımsız bir odak haline gelirse, sanki verili istibdat rejimine karşı mücadele zayıflayacakmış gibi bir ön kabul bulunuyor. Ya da sosyalistlerin bağımsız bir mücadele hattı örmesi, zaten başarısız ve etkisiz bir girişim olacak diye burun kıvrılıyor. Bu yaklaşımın, son kertede, CHP ve HDP’yi desteklemek dışında somut bir seçeneğe karşılık gelmeyeceği ise açık olsa gerek.
Tersinden, bu yaklaşım toptan reddedilmelidir. Eğer bugün AKP-MHP iktidarına birileri alan açtıysa, bu listeye yazılamayacak tek güç sosyalistlerdir. 2010 yılındaki referandumunda alınan tutum, kimlerin alan açıp açmadığını göstermeye yeter de artar bile. Bununla birlikte bugün istibdat rejimine, gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye karşı etkin bir mücadele yürütülmesinin tek yolu ancak ve ancak güçlü bir sol odaktan geçmektedir. Solun güçlü olması, bu başlıklardaki mücadeleyi daha etkin ve direngen kılar. Uzun süredir solun geriye çekildiği, meydanı CHP ve HDP’ye bıraktığı bir tabloda ne yazık ki etkin bir mücadele verildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.
Parlamentoda CHP ve HDP’nin belli bir yer kapladığı açık olsa gerek. Hatta bazı sosyalist isimlerin HDP aracılığıyla Meclis’te bulunduğu da biliniyor. Ancak başkanlık rejiminin inşa edildiği ve istibdat rejiminin kurulduğu bir dönemde Meclis’in bir tasdik kurumuna indirgenmiş olması, Meclis kürsüsünün ya da Meclis’te basın açıklaması yapılmasının sınırlarını da yeterince gösteriyor. Kararlı ve devrimci mücadele, milletvekili popülizmiyle değil, toplumsal mücadelenin örgütlenmesiyle sağlanabilir!
Gericiliğe, sermayeye ve emperyalizme karşı mücadele ve hatta CHP’nin ve HDP’nin yüzünü sağa dönmemesi için sosyalistlerin bağımsız bir güç oluşturması büyük önem taşır.
Sosyalistlerin bağımsız bir hattı ortaya koyması, istibdat rejimine karşı verilecek mücadelenin de gerçek zemini olacaktır.
AKIL TUTULMASI: DÜZEN MUHALEFETİ NEYİ TEMSİL EDİYOR?
İşin bir başka ve önemli boyutu da bütün bu tartışmalarda düzen muhalefetinin neyi temsil ettiğinin hasır altı edilmeye çalışılmasıdır. Bugün Millet İttifakı, bileşenleri itibariyle sağ bir cephe görüntüsündedir. AKP ve MHP’nin programatik ve politik zemininden doğan ve ortak bir tarihe sahip kesimlerle kurulan Millet İttifakı’nın, gericiliğe, emperyalizme ve sermayeye karşı bir çizgiyi temsil ettiğini kimse söyleyemez. Hatta daha ilerisi söylenebilir: Millet İttifakı, sermaye düzeninin, kapitalizmin, 20 yıllık tahribatına karşı tam bir restorasyon misyonuna sahip. Millet İttifakı, düzenin ‘normalleşmesi’ ve restore edilmesini amaçlamaktadır. Bunun yolu da düzen siyaseti açısından emperyalist tekellerle yeniden uyum, dış politikada emperyalizm ile uyum, sermaye sınıfı içinde uyum, devlette uyum hedefidir. Açıktır ki, “sürdürülebilir ve yenilenebilir bir düzen” arayışı bizzat burjuvazinin işi. Devrimciler, düzeni iyileştirme misyonuna sahip değildir, biz emekçi sınıfların çıkarları ve kurtuluşu için düzen karşıtı bir mücadeleyi başa yazarız.
Şimdi buradaki sihirli söz olarak şu kullanılıyor: “AKP bir gitsin de”. Bu doğrudan düzenin bir başka kanadına kapı açmak dışında bir anlama gelmiyor. Örneğin “madem ikinci turda oy vereceğiz, niye birinci turda da oy vermiyoruz, yeter ki Ekmeleddin gibi aday olmasın” açıklamaları ne demek istediğimizi tam olarak göstermeye yeter de artar bile. Karşımızda bir akıl tutulması var. Sosyalist hareketten gerici, piyasacı ve işbirlikçi burjuva partilere destek vermeleri isteniyor! Ancak devrimci siyaset kimseye yedeklenmeden AKP karşıtı mücadele yürütebilme beceresine sahiptir.
TEMCİT PİLAVI: İKTİDAR BİR DEĞİŞSİN, SONRASINA BAKARIZ
“Tatava yapma, bas geç” düzeysizliği ile gündeme gelen benzer bir yaklaşım bugün de “önce AKP iktidardan bir düşsün, şu tek adam rejimi bir sonlansın, ondan sonra zaten düzene karşı muhalefeti sürdürürüz” şeklinde karşımıza çıkarılıyor. Temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konulan bu tezin, sosyalist siyaseti yedeklemek ve devrimci siyaseti biraz kenara koymak dışında bir anlamı bulunmuyor. Sermaye düzeninin ve devletinin önemli bir kanadı olarak AKP-MHP ile cisimleşen gerici-faşist iktidardan kurtulmak ile sermaye düzeninin bir başka kanadının iktidarını desteklemek çelişkili bir tutumdur. “Kral öldü, yaşasın kral” sözünün bugüne uyarlanmış halidir.
Sosyalistler, mevcut istibdat rejimine karşı mücadeleyi başa yazarken, aynı zamanda burjuvazinin başka bir kanadına emekçi sınıfların mahkûm ve mecbur olmadıklarını göstermek gibi öncü siyaset yürütürler. Bugün emekçi sınıfların karşı karşıya bulunduğu ülkenin toplumsal ve siyasal temel sorunlarına yanıt verecek sol bir program ortaya konmak zorundadır. Doğru tutum şudur: İktidar değişmeli ve sonrasına da bakılmalıdır!
Bütün bu yazdıklarımızdan “HDP çatısı altında yan yana gelmeye çalışan solu, Millet İttifakı’nın destekçisi gibi gösteriyorsunuz” itirazı gelebilir. Ancak bugün HDP’nin çizgisi, duruşu ve arayışı söz konusu olduğunda da düzen siyasetinin yeniden yapılanmasına paralel bir çizgi, duruş ve arayış içinde olduğunu görmek gerekir. Ayrıca solun bağımsız bir odak yerine kendi programını gölgelemesi nasıl açıklanacak? İktidarın değişmesi bir şeydir, ancak solun kendi önünü açması için duruşunu net olarak ortaya koyması ise bambaşka bir şeydir.
BİZİMKİLER BİNA OKUR: DAHA DEMOKRATİK ORTAM GELİR, SOLUN DA ÖNÜ BÖYLE AÇILIR
Dile getirilen argümanlardan birisi de “AKP’nin iktidardan düşmesi, tıpkı 27 Mayıs gibi, solun önünü açacaktır” tezi. Basit ve açık olan bu çıkarım, sosyalistlerin bağımsız bir odak olarak siyaset sahnesine çıkmasını niye ertelesin ya da önemsizleştirsin? Tersinden, yapılan bu tespit, sosyalist harekete yeni görevler ve misyonlar yükler.
AKP’nin iktidardan düşmesinin getireceği objektif koşullar ile AKP’nin yerine gelecek burjuvazinin başka bir kanadının desteklenmesini içeren sübjektif tutum bir ve aynı şey değildir. Objektif koşulları gösterip, reformist sübjektif tercihleri doğrudan sürecin sonucuymuş gibi meşrulaştırmak doğru bir yöntem değildir. Bugün AKP eliyle kurulan rejimin aldığı yol, Türkiye kapitalizminin geldiği aşama, sermaye devletinin ve kurumlarının niteliği, Millet İttifakı’nın misyonu ve uluslararası dünya siyaseti düşünüldüğünde 27 Mayıs döneminin örnek verilmesinin belli kısıtları bulunmaktadır.
Sürecin kendiliğinden ve zorunlu bir biçimde sola alan açacağını düşünmek saflık olacaktır. Tersinden, objektif koşullar belli bir zemin sağlasa bile, bu zeminden solun yükselmesi, bir kez daha sosyalistlerin bağımsız bir odak olarak kendi kaderlerini ellerine almalarıyla mümkündür. 27 Mayıs sonrası süreç örnekleri bile, sosyalistlerin bağımsız bir güç olmaları gerektiğini işaret ediyor. Kulağı tersten göstermenin gereği niye?
Kaldı ki bugün kimse AKP-MHP iktidarına karşı mücadeleyi geri çekelim, çok da önemli değil, biz kendi işimize bakıp geçelim demiyor!
Fakat, aynı suda iki kere yıkanılmaz. 27 Mayıs sonrası süreçle paralellik kuran beklenti, son 40 yıllık örnekler söz konusu olduğunda ihtiyatlı yaklaşımı gerekli kılmaktadır.
TARİH TEKERRÜR EDER, SOLCULAR DA BAKAR MI?
Bu ihtiyatlı yaklaşım 12 Eylül sonrası seçim platformlarında solun karşısına çıkan örnekler düşünüldüğünde daha fazla dikkate alınmalıdır. 27 Mayıs örneği, 1989 ya da 2007 seçimlerini görmezden gelmeği gerektirir mi? Genel olarak her seçim, siyaseten önemlidir. Türkiye solu ise her seçime çok büyük anlamlar yüklemiş, devrimci bir mücadele hattının üzerine çoğunlukla seçim siyasetini çıkarmıştır. Bunun karşılığı ise boş umutlar ve düzenin kendini tahkimatı birlikte solun makus talihi olmuştur.
12 Eylül cuntasından kurtulmak için ANAP bile desteklenmişti. Cuntadan bir kurtulalım da denilerek benzer argümanlar o zaman da karşımıza çıkmıştı. Bu sefer ANAP’tan kurtulmak için herkesin aslan sosyal demokratların arkasında durması gerektiği söylenmiş, “en acil ihtiyaçlar etrafında, asgari program ve en geniş cephe” formülleri gündeme getirilmişti.
Hep bir hayat memat meselesi olarak sunulan seçimler, sosyalist hareketi ikincil konuma itmiş, düzenin yeniden “toparlanmasına” yaramış, düzen siyasetine sol kurban edilmişti.
“Cunta gitmezse, sosyal demokratlar desteklenmezse, bin umut adayları seçilmezse, HDP barajı geçmezse…” Sivriltilen politik söylemin ise sonuçları, bırakın solun önünün açılmasını her seferinde solda likidasyonlar olmuştur.
Bin umut adayları politikasında, baraj delinmiş, ancak barajın altında kalan sol olmuştu. Estirilen hava, Türkiye solunda bir kez daha bağımsız bir odak yerine HDP’nin merkezinde durduğu bir ittifaklar siyaseti idi. Yetmez ama evetçiliğin zemini 2007 seçimlerinde bin umut adaylarıyla açılmıştı. Bin umut adaylarının ise ne yaptıklarını herkes çok iyi biliyor.
Benzer bir biçimde HDP’nin barajı geçmesi için kopartılan fırtınadan kalan bakiye ise AKP’nin tek adam yönetimi, istibdat rejimi ve Meclis’in tasdik kurumuna dönüşmesi olmuştur. Çünkü HDP, Kürt sorununda muhataplığı emekçi sınıfların ve devrimci siyasetin üzerine koyan bir siyasal çizginin, hatta “radikal demokrasi” diye sunulan post-modern kimlik siyasetinin temsilcisi olarak solu sadece kendisine meşruiyet ve destek gücü olarak görmektedir. Türkiye solu ise (HDP sayesinde) milletvekilliğini bir siyasal başarı olarak görmeyi büyük bir marifet sayıyor.
1989, 2007 ve 2010 seçimlerinde görülen benzer bir politik iklim yine solun kafasını karıştırıyor. Kafa karışıklığından kurtulmanın tek yolu, tarihsel bir bilince sahip olmaktır. Tarih tekerrür ediyor, bugün bir kısım sol ise aynı hatayı tekrarlamaktan geri duramıyor. Devrimci mücadele ve örgütlenme hattındaki başarısızlık, burjuva siyasetine öykünmekle ikame ediliyor.
SEÇİMLER ÖNEMLİ, SOL ÖNEMSİZ Mİ?
Önümüzde bir seçim var. Bu seçim 20 yıllık AKP eliyle kurulan karşı-devrim sürecinde önemli bir dönemeç olabilir, AKP iktidarının sonuna işaret edebilir. Kesin bir kanaat ileri sürmek doğru değildir, politik süreçlerin neler getireceğine bakmak durumundayız.
Seçimlerin önemi açıkken, solun kendisini önemsizleştirmesi ise bizim asıl derdimiz. Sol böylesi önemli bir konjonktürde, sol siyaseti, programı ve örgütlenmeyi önemli hale getirmelidir. Bunun yolu da CHP ve HDP gölgesinde değil, kendi programı, kadroları, aydınları ve söylemi ile toplumun karşısına çıkmaktır. Bağımsız bir sosyalist odağın kurulması Türkiye sosyalist hareketinin önünü açacak biricik yoldur.