Bu kan denizinin ufkundan...

Bu kan denizinin ufkundan...

15-12-2022 11:10

Tüm bunlar için hesap sormanın ''hemen şimdi'' sloganı gibi bir demokratizmin ilerisinde, eski, unutulmuş bir tabirle -her ne kadar kaba da dursa- ''dava adamı'' olmak yani dava insanı olmakla gerçek olabileceğini söylemek gerekir. Tersinin doğurduğu ise bir yenilgi psikolojisidir. 

 Deniz Tütmez

Tarihte egemenler, devletin ikna aygıtlarının sonuna geldiğinde, hiç çekinmeden zor aygıtını devreye sokar. Katliam ve cinayetlerin temelinde yatan bu yalın gerçek öyle ki sınıf mücadelelerinin bir ürünü olarak yüzyıllardır sürdürülür. En temelde, bir sınıfın, diğer sınıf üzerindeki tahakküm aracı olarak devlet mekanizmasının dünyanın her yerinde ”en kaba” haliyle böyle çalıştığı herkesçe bilinen bir gerçek. Bu gerçek ile bu topraklardaki ”devlet geleneği” birleştiğinde ise çok kanlı bir tablo karşımıza çıkar. Her katliam ve cinayet, döneminin ihtiyaçları doğrultusunda hedefine başkalarını oturtur. Tüm katliam ve cinayetlerin, işlendiği dönemlere bakıldığında, belli süreçlerin önünü açmak adına bir enstrüman olarak kullanıldığı görülür.

Değişmeyen ise devlet denilen mekanizmanın, ‘devlet olmaklık’ durumundan değil, sermayenin tahakkümünü sürdürmesinin kanlı bir yolu olması, bir silah olarak kullanılıyor olmasıdır. Dolayısıyla sonda söylenecek şeyi başta söylemekte bir beis bulunmuyor: Egemenlerin, yani bir avuç azınlığın iktidarı değişmeden bu zor aygıtı tersine çevrilemez. İşçi sınıfının iktidarı kurulmadan bugünkü karanlıktan nihai olarak çıkış yolu bulunmuyor.

Bu topraklarda işlenen katliamların ve cinayetlerin yüzyıllar denebilecek zamanlara dayandığını ve bir ”gelenek” haline geldiği vurgusu çoğu kez yapılır. Bir anlamıyla bütünü açıklamasa da doğrudur. Fakat bu ”gelenek” liberallerin söylediği gibi çok da ”derinlerde” değildir. Derin devlet açık ki bir anlamıyla vardır, faaliyetlerini belli örgütlenmelerle sürdürmektedir. Fakat özellikle 2010’lar Türkiyesi’nde tartışıldığı çerçevenin aksine bu bir sermaye iktidarının istikrar sorunudur. Devlet geleneği olarak katliam ve cinayetler AKP eliyle yükseltilerek devam ettiği bu dönemde ise siyasal İslamcılığın kendisi ana suçlu olarak memleketin son 20 yılına nice cinayet ve katliamla damga vurdu. AKP dönemi yaşanan katliam ve cinayetlerin kökünde gericilik varken aynı liberallerden gericilikle, tarikatlarla, cemaatlerle ilgili hiçbir şey duyamazsınız. Topu taca atan komplo teorileri bir yana bırakılırsa, emperyalizmin, en başta da ABD’nin ülke üzerindeki bu tür süreçlerdeki inisiyatifi ise çok açıktır. Tüm bu katliam ve cinayetlere bakarken son kertede ”kime yarıyor” diyerek sonuçlarına bakılarak daha berrak bir bakışa sahip olunabilir.

AKP’nin kanlı 20 yılına bakıldığında ise, siyasal İslamcıların gerek bölgemizde gerek ülkede gerçekleştirdiği katliam ve cinayetler yakın tarihimizde ortada duruyor. Sadece 2015 7 Haziran- 1 Kasım seçimleri arasındaki dönem dahi katliamların ve AKP’nin yarattığı savaş konseptinin nelere yol açabildiği görülmektedir. Ve sonuçları itibariyle AKP’nin karşı devrimci dönüşümün öznesi olarak tüm bu süreçleri nerelere vardırabileceği anlaşılmaktadır.

Cihatçı çetelerin hamiliğini üstlenen AKP’nin kanlı sicili memleketin emperyalizmin çıkarları doğrultusunda Ortadoğu cehennemine sürüklenmesiyle zirveye çıkmış fakat aynı zamanda öncesine ve son yaşadığımız Taksim’deki saldırıya kadar uzanıyor. Tabloyu hatırlatmak istersek, 2003’ten başlatarak bugüne kadar gelince karanlık daha da kendisini hissettiriyor.

15 Kasım 2003 – Sinagog Saldırıları

İstanbul’daki Neve Şalom Sinagogu ve Bet İsrael Sinagogu’na düzenlenen eylemlerin sonucunda 27 kişi yaşamını yitirdi. Bomba yüklü araçlarla düzenlenen eylemlerde, eylemi gerçekleştiren kişiler de öldü. Patlamaların meydana geldiği sinagoglarda ve çevrelerinde büyük hasar oluşurken, en az 300 kişi de yaralandı.

20 Kasım 2003 – HSBC ve İngiliz Konsolosluğu Saldırıları

Sinagog saldırılarından beş gün sonra, 20 Kasım 2003’te yine bomba yüklü araçlarla iki eylem düzenlendi. 20 Kasım’daki bombalı eylemlerin hedefi İstanbul’daki İngiliz Konsolosluğu ve HSBC Bankası’nın Genel Merkezi oldu. Saldırıda 30 yaşamını yitirdi, 450’den fazla kişi yaralandı. Saldırılar El-Kaide tarafından üstlenildi.

17 Mayıs 2006 – Danıştay Saldırısı

Alparslan Arslan adlı saldırganın Danıştay 2. Dairesi’nde müzakere halinde olan heyete karşı gerçekleştirdiği silahlı eylemdir. Saldırı sonrasında, Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin ölmüş, aralarında daire başkanı Mustafa Birden’in de yer aldığı dört üye ise yaralanmıştır. Arslan, saldırı sonrasında kaçmaya çalışırken Danıştay’da görevli polis memurları tarafından yakalanmıştır. Bu olay daha, sonra Ergenekon yargılamalarının temel dayanaklarından biri olarak kullanılmıştı.

 19 Ocak 2007 – Hrant Dink Suikastı

Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni Hrant Dink Ogün Samast tarafından öldürüldü. Önceden pek çok tehdit almış olan Dink, Agos gazetesinin Halaskargazi Caddesi’ndeki binasının önünde başının arkasına ateş edilerek öldürüldü. Hrant Dink, on binler tarafından uğurlandı.

18 Nisan 2007 – Zirve Yayınevi Katliamı

İncil basımı yapan Zirve Yayınevi’nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel boğazları kesilerek öldürüldü. Zanlılardan Salih Gürler, Cuma Özdemir, Hamit Çeker ve Abuzer Yıldırım olay yerinde yakalandı.

4 Mayıs 2009 – Bilge Köyü Katliamı

Mardin’in Mazıdağı İlçesi’ne bağlı Bilge köyünde ‘töre cinayeti’ olarak duyurulan ve 44 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan katliamdır. Saldırıda altısı çocuk, on altısı kadın toplam kırk dört kişi hayatını kaybetti, on yedi kişi yaralandı.

28 Aralık 2011 – Roboski Katliamı

Türk Hava Kuvvetleri, Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Irak topraklarında F-16 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardıman sonucunda 34 yurttaş katledildi. Bir kişi yaralı olarak kurtuldu. Operasyonda hayatını kaybedenlerin, Irak’tan Türkiye’ye mazot ve sigara getirmek için PKK’nin kullandığı iddia edilen bir yol üzerinden geçen yurttaşların oluşturduğu bir kaçakçı kafilesi olduğu anlaşıldı.

11 Mayıs 2013 – Reyhanlı Katliamı

Hatay’ın Reyhanlı İlçesi’nde 11 Mayıs 2013’te bomba yüklü araçlarla bombalı saldırı düzenlendi. Türkiye’de o güne kadar yaşanmış en büyük bombalı saldırıydı. Meydana gelen çifte patlamada 5’i çocuk 52 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı IŞİD’in üstlendiği iddia edildi.

6 Ocak 2015 – Sultanahmet İntihar Saldırısı

İstanbul’un turistik semtlerinden Sultanahmet’teki bir polis noktasına Ocak ayında canlı bomba saldırısı düzenlendi. Saldırıda ağır yaralanan polis memuru hayatını kaybetti. Ölen canlı bomba IŞİD militanı Dağıstanlı Diana Ramazova’ydı.

5 Haziran 2015 – HDP Diyarbakır Mitingi Saldırısı

HDP’nin Diyarbakır İstasyon Meydanı’ndaki mitingi başlamadan hemen önce iki ayrı patlama meydana geldi. Patlamanın ilki saat 17.50 sıralarında, meydandaki platformdan 60 metre uzaklıktaki çöp kutusunda oldu. Bu patlamanın trafodan kaynaklandığı anons edildi. 4 dakika sonra bu kez on binlerce insanla dolu olan miting alanının hemen yanındaki trafonun önünde şiddetli bir patlama oldu. Patlamada 5 kişi hayatını yitirdi.

20 Temmuz 2015 – Suruç Katliamı

Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde, Kobanê’ye yardım götürmek üzere toplanan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyelerinin basın açıklaması yaptığı sırada düzenlenen intihar saldırısında 34 kişi yaşamını yitirdi. Saldırıyı IŞİD’in düzenlemiş olabileceği öne sürüldü.

10 Ekim Ankara Gar Katliamı

10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da TTB, DİSK, KESK ve TMMOB tarafından düzenlenen “Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi” IŞİD’in bombalı saldırısı ile kana bulanmış, 104 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği ülke tarihinin en kanlı katliamı olarak tarihe geçmiştir.

AKP iktidarının Suriye’de desteklediği gericilerin hem Suriye’de hem de ülkemizde her türlü amaç için korunduğu, kollandığı, önlerinin açıldığı gerçeği düşünüldüğünde ve Suruç Katliamı daha unutulmamışken başkent Ankara’nın merkezinde rahatlıkla bu kanlı terör katliamının gerçekleştirilmiş olması AKP iktidarının sorumluluğunu bir kez daha artırmaktadır.

Reina Katliamı

Katliamlarla geçen 2016 yılından sonra yeni yıla alçakça bir katliam haberi ile girilmiş, İstanbul Ortaköy’de yılbaşı gecesinde yaşanan silahlı saldırı sonrası 39 yurttaşımızın yaşamını yitirdiği ve 65 yurttaşımızın yaralandığı yeni bir katliam daha yaşanmıştır.

Uğur Kaymaz… Ceylan Önkol… Gezi Şehitleri… Dilek Doğan… Şenyaşar ailesi… Tahir Elçi… Kemal Kurkut… Şahinbey’deki Kürt düğünü… Ve en son, Deniz Poyraz…

Ve daha nicesi…

Sadece doğrudan siyasi eylemlerin ötesinde AKP’nin kanlı tarihi aynı zamanda sınıfsal karakteri itibariyle de tabloyu daha da kızıllaştırıyor. İş cinayetleri, kadın cinayetleri, nefret cinayetleri düşünüldüğünde… Düzenin yarattığı geleceksizlik kıskacındaki gençliğin yöneldiği arayışların, bu kıskaçtaki gençliğin yeni nesil müziklerle, dizilerle, filmlerle, alt-kültür olarak örgütlenen kimliklerle şiddete, çeteciliğe yönlendirilmesi, ”hiç yere” birbirini boğazlaması düşünüldüğünde… En temelde yoksulluğunun koşullarının ittiği uyuşturucu şebekelerinin içinde, kavgalarında dökülen kanlar  düşünüldüğünde… Sadece trafiklerde işlenen cinayetler düşünüldüğünde… Tüm bunlarla birlikte ve daha nice örnek düşünüldüğünde her anlamıyla akıl dışı bir düzende halkın ”yaşamaya” çalıştığı görülmekte…

AKP böylesi bir kanlı tarihin üzerinden kendi iktidarını bugün de sürdürmenin yollarını arıyor. Bugün bir ”devlet partisi” haline gelmiş olan AKP’nin kurduğu rejim kandan beslenerek iktidarını güçlendiriyor. Diğer yanıyla diğer örnekler düşünüldüğünde bu düzen katliam, cinayet, ölüm üretmek zorundadır. Bu sebeple ki düzeni değiştirme hedefi taşımayan her siyasi proje ise bu toplumun ilerici damarlarını umutsuzluğa sürüklemektedir. Mesela bu tabloya baktığında, ”Hesap sorma” mottosu elbette her namuslu insanın ilk refleksi ve temel mantığıdır. Böyle de olmalıdır. Bu kavga en önemli yanıyla bir hesap sormadır. Bu hesap sorma, hesaplaşma olgusu aynı zamanda ”AKP sonrası” için de siyasi bir başlıktır. Tüm bu kanlı suç tarihinin hesabının sorulup sorulmayacağı ”helalleşme” adıyla gündeme gelmiş ve tartışmalar düzen siyaseti kulvarında devam etmektedir. AKP’den tüm bu ”suç dosyası”nın hesabını sormak isteyen halkın enerjisini AKP’nin açtığı yoldan yürüyenlerin ”helalleşme” arayışlarına teslim etmemek bu ülkenin ilerici birikimi için bugün en önemli görevlerden birisidir.

Hesap sormak her anlamıyla gerekli bir ruh halidir. Bir davaya sahip çıkmak demektir.  Bu anlamıyla mücadelenin bütününde ilerici toplumsal kesimlere bir kişilik kazandırır. Fakat, Sol- sosyalist siyasetin örgütsüzleştirilmesi, ilkesizleştirilmesi, bireyselleştirilmesi, aktivizme veya tersinden teorisizme sıkışıtırılması, tepkiselleştirilmesi, hafızasızlaştırılması, belli başlı figürlerin performans sanatçılığına dönüştürülmesi gibi olgularla düşünüldüğünde tablo başkalaşıyor. Tüm bunlarla birlikte ”hesap sorma” mottosu önemli olmakla birlikte ”temel motivasyon” haline dönüşmesi bir hayal kırıklığı ve peşinden umutsuzluğu getirmektedir.

Tüm bunlar için hesap sormanın ”hemen şimdi” sloganı gibi bir demokratizmin ilerisinde, eski, unutulmuş bir tabirle -her ne kadar kaba da dursa- ”dava adamı” olmak yani dava insanı olmakla gerçek olabileceğini söylemek gerekir. Tersinin doğurduğu ise bir yenilgi psikolojisidir.

Tüm bu tabloya baktığımızda karamsarlık değil, mücadele görmenin yolu, yeni bir düzen düşüncesine bağlanmakla ve mevcut düzenle göreli kopuşu sağlayabilmekten geçiyor. Bu mücadele gücümüzü ise en başta tarihten alıyoruz. Çünkü, ”Bu kan denizinin ufkundan kızıl bir güneş”in doğmasının ancak böyle mümkün olduğu biliyoruz.