Çizgi Metin'in ardından: Atılan hiçbir şut emekçilerin kalesine girmeyecek
Bu memleketin de, tribünlerin de, spor emekçisinin de kurtuluşunun tek yolunun işçilerin örgütlü mücadelesinden ve adlı adınca sosyalizmden geçtiğini biliyordu.
Metin Kurt’un, sahadaki ismi ile Çizgi Metin’in ardından bir şeyler yazmaya çalışmak her zaman zor oldu. Metin Kurt, 9 sene önce bugün aramızdan ayrılmasıyla hele ki Türkiye’de sporun içler acısı hali düşünüldüğünde hem bıraktığı boşluğun hem de onun mücadelesini daha ileriye taşımak konusundaki sorumluluğun farkındayız. Çünkü Metin Kurt bu çürümüş düzenin en aykırı figürlerinden bir tanesi idi. Yeşil sahalarda emekten, eşitlikten yana tavrını koyan nice değerli isim olmakla beraber, Metin Kurt örgütlü kimliği hayatındaki en önemli değer olarak yaşamının birinci sırasına koymasıyla herkesten bir adım daha öndeydi. Tüm tanımların, kimliklerin ötesinde o komünist Metin’di ve hep böyle anılmak isterdi. Attığı gollerden çok, öncülük ettiği grevlerden bahsetmesi de işte bu yüzdendi.
İçine aldığı her şeyi bir çırpıda öğüten, futbolcuların birer köle gibi alınıp satıldığı, tribünlerin gerici ideolojiler ile kuşatıldığı özünde bu sömürü düzeninin öz be öz çocuğu olan piyasalaşmış futbola karşı bayrak açan Metin Kurt’un aynı zamanda spora getirdiği teorik bakış açısını da atlamamak gerek. Metin Kurt tüm saydıklarımıza ek olarak aynı zamanda bir okuldu nice genç sporsever için.
“Günümüzde spor, bir oyun değil. Sporcular da oyuncu değiller. Spora damgasını vuran burjuva rekabet ideolojisi onu metalaştırmış; sporcuları da spor işçisi konumuna sokmuştur. Mahallede oynadığımız futbolla, kurumsallaşmış organizasyona girdiğimizde yaptığımız iş aynı şey değil. İlk çözülmesi gereken, futbolu profesyonel-amatör ayrımına tabi tutmanın yanlışlığına bir son vermek. Sporcunun amatörü ve profesyoneli olabilir. Ancak spor, bütün düzenin bir yansımasıdır ve egemen güçlerin iktidar araçlarından biridir” derken aslında özünde bu çürümüş düzenin de tarifini yapıyordu Kurt, tarifini yaptığı şeyi yıkmak için de örgütlü kimliği değer yargılarının en üzerine yerleştiriyordu. Metin Kurt, nasihat ettiği her şeyi önce kendi hayatında somutluyordu. Tekel Direnişi, 1 Mayıslar, sendikası, Sportmence, yaptığı grevler ve daha niceleri. Aslında insanlara gösterdiği en iyi örnek onun kendi yaşantısıydı.
Bu memleketin de, tribünlerin de, spor emekçisinin de kurtuluşunun tek yolunun işçilerin örgütlü mücadelesinden ve adlı adınca sosyalizmden geçtiğini biliyordu.
Tıpkı bir takım oyunu olan futbolda olduğu gibi, iyi ortanın gol getirdiğini de elbette…
Son nefesine kadar da bunun için çalıştı.
Metin Kurt, 24 Ağustos 2012’de geçirdiği operasyonun komplikasyonlarına bağlı olarak kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
Rahat uyu Metin Kurt; atılan hiçbir şut emekçilerin kalesine girmeyecek.