Dünya Döner de Devran Dönmez mi: Türkiye’nin son 10 yılına küçük bir hatırlatma
"Yani kısacası, eğer yaşadıklarımızdan topyekûn sonuçlar çıkarabilirsek, o zaman gerçek bir değişimden bahsetmiş oluruz. Yani bu kitap Türkiye’nin son 10 yılına küçük bir hatırlatma ihtiyacından doğdu."
Röportaj: Ezgi Yeşilbaş- Rengin Alptekin
İz Medya Genel Yayın Yönetmeni Ümit Kartal’ın “Dünya Döner de Devran Dönmez mi?” isimli ikinci kitabı okurlarıyla buluştu. Kitap, Türkiye’nin son 10 yılına dair ülkede yaşananları, işçi mücadelelerini ve özellikle Ankara Gar katliamını içeren yazılardan oluşan bir derleme. Gazete Manifesto olarak Ümit Kartal’la yeni çıkan kitabı hakkında konuştuk.
“Dünya Döner de Devran Dönmez mi” isimli ikinci kitabınızı yayınladınız. Kitabınızın çıkış hikayesinden ve kitabınızın içeriğinden biraz bahseder misiniz?
Günlük gazetemizi hazırlarken, gazetedeki arkadaşlarla güncel, politik meseleler hakkında sık sık tartışmalar yürütüyoruz. Bazen bu tartışmalar eğitim çalışması haline geliyor. Dönem dönem eski yazılarım gündem oldu bu toplantılarda. Arkadaşlarım bu yazıların kaybolup gitmemesi gerektiğini tavsiye etti. Çünkü çoğunluğu yakın geçmişte bizim kuşağın nasıl ağır şeyler yaşadığı ile ilgili yazılardı. Gazetedeki arkadaşlar da bu yazıların derlenip, toparlanıp bir araya getirilmesinin bu dönemde bir boşluk doldurabileceğini ileri sürdüler. Böylece kitabı hazırlanmış olduk.
Kitap, son 10 yılda Türkiye’deki politik siyasi gelişmelerle ilgili yazıların dışında İzmir’e ama daha çok da işçilerin emekçilerin yaşadığı sendikal mücadeleye dair derlemelerden oluşuyor.
Ankara Gar Katliamı, Suruç Katliamı, 7 Haziran ve 1 Kasım tarihleri arasında yaşanan ağır olaylara bir genç olarak ben de tanıklık ettim. Bu ağır olaylarda ben bire bir tanıdığım yakın arkadaşlarımı kaybettim. Bunu içimizden atabilmemiz mümkün değil. O dönemde yaşanan olayların kitapta yer alması benim için de bir iyileşme çabası olarak da düşünülebilir. Yine diğer taraftan seçimler yaklaşıyor. Bu dönemde yaşadığımız çokça şey, bir süreci devamı niteliğinde. Nasıl süreçlerden geçerek buraya geldik, neler yaşadık, nasıl değiştireceğiz, yerine ne koyacağız. Bunu ancak hatırlayabilirsek gerçek anlamda bir değişimden söz edebiliriz. “Bu daha başlangıç mücadeleye devam” sloganını miras bırakan Gezi direnişi dönemini de unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Gezi ile başlayan bir değişim, dönüşüm özlemi ve hareketliliği 20 yıldır ülkeyi yöneten siyasi yönetimin kimyasını bozan onları zayıflatmaya başlayan bir milat aslında.
Yani kısacası, eğer yaşadıklarımızdan topyekûn sonuçlar çıkarabilirsek, o zaman gerçek bir değişimden bahsetmiş oluruz. Yani bu kitap Türkiye’nin son 10 yılına küçük bir hatırlatma ihtiyacından doğdu. Kitabın editörlüğünü gazetemiz Yazı İşleri Müdürü Yağız Barut yaptı. Aylarca, yüzlerce yazı içerisinden anlamlı bir seçki çıkarmak için emek harcadı. Emeği, katkısı çok önemli… Bu nedenle, önsözünü de sevgili Yağız Barut’un yazmasını istedim. Genç bir gazeteci olarak, bu karanlık dönemleri yaşayan ancak daha aydınlık günler için de kendi bulunduğu alandan mücadele eden bir yurttaş olarak Yağız Barut ve gazetemizin genç kadrolarının gelişimini çok önemsiyorum. Vesile ile yine tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür etmek isterim.
Kitabınızın ismi aslında bir şeylerin değişeceğine dair bir umudu barındırıyor. Kitaptaki yazıların birçoğunun sonucunu umuda bağlıyorsunuz. Sizi umuda bağlayan şey nedir? Bu duyguyu hissetmenize sebep olan şeyler nelerdir?
İlk gençlik yıllarımdan itibaren sosyalist mücadeleye inanan, dünyaya da bu gözle bakan bir insandım. Bu mücadelenin içerisinde yetiştim. Şu anda bir siyasi partiye üye olmamak ile birlikte kendimi politik olarak da gezi direnişçisi olarak tarif edebilirim.
Dünyaya mücadele ruhu ile bakanların umutsuz ve karamsar olması mümkün değil.
Kitapta katliamlar, yoksulluk ve iş cinayetleri gibi ağır konular yer alıyor. Fakat buna rağmen her yazının sonunda okuyucuyu umuda bağlamaya çalıştık. Umudu kaldırırsak eğer bu karanlık tablo içerisinde elimizde hiçbir şey kalmamış oluyor.
Şimdi içinden geçtiğimiz dönemde gençler, çok yaygın olarak yurt dışına gitmek istiyorlar. Örneğin kitapta “Başka çaremiz yok buradayız kardeşim” diye bir yazı var ve bu yazının bu konu ile çok denk düştüğünü düşünüyorum.
Önümüzdeki seçimi kazanmanın ardından insanlara eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi gibi değerleri üzerinden Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeni bir mücadele hattı açmamız gerekiyor. Bunu yapmaktan başka bir çaremiz yok zaten. Ülkenin genç aydın kesiminin yurt dışına gitmesi de kötü senaryo, bu fetret devrinin uzaması da çok kötü bir senaryo. Tüm bu tablo içerisinde tutunabileceğimiz tek şey var umut o da olmazsa zaten önümüz felaket.
Kitapta geçmiş seçimlere dair yazılar var. Önümüzde de bir seçim süreci var. Siz bir gazeteci olarak seçimlerle ilgili neler düşünüyorsunuz?
Gezi direnişinde iktidarın tüm kutuplaştırma ve ayrıştırmalarına rağmen Türk, Kürt, Alevi, Sünni, sağcı, solcu, inançlı, inançsız, muhafazakâr çevreler somut özlemlerle yan yana geldi. Ülkeyi yönetenlerin en çok korktuğu şeylerden biri budur. Eğer farklı inançlardan insanlar bir arada olma geleneklerini sürdürürlerse bu seçimden bir zafer çıkar. Sadece bir seçim sonucuna yansıyacak şekilde, iki adaydan bir tanesinin daha fazla oy alması ile çıkan bir zafer düşünülmemeli. Şöyle düşünülmeli; toplumun farklı kesimlerinin, cumhuriyetin ilk yüzyılındaki acılarla yüzleşmesi, farklı kesimlerdeki insanların incindiği yerlerden buluşması, birleşmesi, bundan önce bizi böldükleri yerlerden bir daha bölmemelerine yönelik kucaklaşması. Eğer böyle bir süreç yaşayabilirsek sadece seçim kazanmış olmayız, cumhuriyetin ikinci yüzyılını, gençlerin umudunu, kadınların sokağa çıkarken ki korkusunun karşısında özgürlüğü, toplumun ilerici değerlerini kazanmış oluruz. Seçimlere bu gözle bakıyorum. Eğer geziden, referandumdan, adalet yürüyüşünden, son yerel seçimlere kadar, farklılıkları bir kenara bırakarak omuz omuza durabildiğimiz birlikteliğin benzeri hatta daha niteliklisi sağlanabilirse, kazanmamızın önünde hiçbir engel yok. Bu ceberut iktidar kaybedecek.
Kitapta basın özgürlüğü ile ilgili yazmış olduğunuz yazılar da mevcut. Şimdi AKP ve MHP önerisiyle Basın Kanunu’nda değişiklik teklifi TBMM’ye sunuldu. Bu yeni düzenleme ile Türkiye basınında ne gibi değişikler olacak ve basın özgürlüğünü nasıl etkileyecek?
Bu siyasi iktidar şimdiye kadar bir kere bile basını özgürleştirebilecek herhangi bir şey yapmadı. Hatta aksine basını çok daha fazla baskı altına almaya çalıştı. Kendi yandaş kuruluşlarını yaratarak toplumu ayrıştırıp, kutuplaştırmaya çalıştılar. Biz siyasi iktidardan basını özgürleştirebilecek, rahatlatabilecek, güçlendirebilecek bir şey beklemiyorduk. Şimdiye kadar basını kontrol etmek ve baskılamak için ne yaptılarsa yine aynısını yapacaklar. Gelinen noktada da şöyle bir tablo çıkmış oldu. Çok geniş çevreler gazetelere, televizyonlara güvenmiyor, ilgilenmiyor, itibarlı görmüyor. Bu siyasi iktidarın mesleğimize çok büyük bir zararı var. Bu yasaya dair de söylenebilecek tek bir şey var: Bundan önce ne yaptılarsa bundan sonra da onu yapmaya gayret ediyorlar. Diğer taraftan bizler de olabildiğince çeşitli alternatifler yaratmaya gayret ediyoruz. Çokça alternatif, bağımsız yayın kuruluşu var. Gazete Manifesto, İz Gazete bunlara örnek…
Kitabınızda “İz Gazete kimdir” diye bir yazınız var. Burada da kısaca İz Gazete’den bahseder misiniz?
Biz İz Gazete olarak asla kendimize tarafsızız demedik. Tarafsızlığın kocaman bir yalan olduğunu düşünüyoruz ve tarafsız yayıncılık yapabilmenin mümkün olduğunu düşünmüyoruz. Sınıfların olduğu, adaletsizliğin olduğu bir dünyada ben tarafsızım diyebilmek mümkün değil. Hele ki politik bir etken olan gazetecilik içerisinde bunu söyleyebilmek mümkün değil. Taraflı bir yerel gazeteyiz. Eşitlikten, özgürlükten, demokrasiden, barıştan, kardeşlikten tarafız. Bu değerlere sahip çıkan siyasi partilerden, sendikalardan, örgütlerden, derneklerden, kooperatiflerden tarafız. Gazetemizde yirmiden fazla arkadaşımız çalışıyor. Türkiye Gazeteciler Sendikası burada örgütlü. Türkiye’de toplu iş sözleşmesi imzalayan iki yerel gazeteden biri İz Gazete. İnandığımız değerleri aynı zamanda burada yaşatmaya çalışıyoruz. Sendikalılığa, örgütlülüğe, mücadeleye inanıyorsak buna uygun davranmamız gerektiğini düşünüyoruz. O yüzden bir model haline geliyor İz Gazete. Regl izni, 8 Mart, 1 Mayıs izinleri var. Olabildiğince neye inanıyorsak buna uygun davranmaya gayret ediyoruz. Dijitalleşen dünyada geleneksel olanla dijital olanı ortaklaştırabileceğimiz bir yol arayışındayız. Eline gazete alıp yazıyor, yazıyor diye bağıran gencin coşkusunu hissetmek istiyoruz. Abonelik sistemimiz var sabahları motor kurye abonelerimize gazeteyi ulaştırıyor. Diğer taraftan da dijital olanı çok önemsiyoruz. Sosyal medyayı, interneti etkin bir şekilde kullanma çabası içerisindeyiz. Dijitalle gelenekseli birleştirme çabası içerisindeyiz. Bir formülümüz yok ama nereye ulaşmak istediğimizi biliyoruz. Eşitlikten, özgürlükten, haktan yana bir yayıncılık çizgisi içerisinde dijitalle gelenekseli birleştirip özgür bir ses yaratmak istediğimizi biliyoruz. Nereye varacağımızı da hep birlikte göreceğiz.