Geçen hafta, 23 Ocak Pazar günü, henüz İstanbul’da kar tüm yoğunluğu ile başlamamışken, emekçi dostlarla buluşmak üzere Kemal Parlak, Zafer Aydın ve fevkalade karlı havaya rağmen aracımızı güvenle süren kaptanımızla yola çıktık. Silivri civarına kadar devam eden kar yoğunluğu, Silivri sonrasında tedricen yavaşladı ve Lüleburgaz’a doğru tamamen bitti, sanki bizim emekçilerle buluşmamıza yol açar gibi!
Lüleburgaz’da emekçi dostların gösterdikleri inanılmaz dostluk ve muhabbet havanın soğukluğuna rağmen içimiz ısıtmaya fazlasıyla yetti. Rahmetli Profesör Türkan Saylan hocamızın adına düzenlenmiş güzel bir salonda yüz kadar emekçi dostla muhabbete başladık. Açış konuşmasında Kemal Parlak çok güzel bir genel çerçeve çizdi ve ilk sözü bana verdi. Ben de, Zafer Hoca’nın konuşmasının sizlere yansıtılmasını kendisine bırakarak, bu yazıda kendi konuşmamı, konuşmamın genel çerçevesini ve üzerinde durmaya çalıştığım fikirsel yapıyı anlatarak yansıtmaya gayret edeceğim.
Yol boyu oluşturduğum düşüncem doğrultusunda ve açış konuşmasını yapan Kemal Parlak’ın da çerçevesini bozmamak için, konuşmamın ana fikrini örgütlenmenin arkasında siyasi görüş ve amacın olması gerektiği mantığına dayandırdım. Bu açılımda dayandığım görüş şu oldu: emekçilerle hemen her konuşma eninde sonunda gelip örgütlenme fikrine dayandırılıyordu. Bence bu fikir kesinlikle doğru olmakla beraber, aynı zamanda da çok temel bir dayaktan yoksun bırakıldığında fazla bir amaca hizmet edemez duruma geliyor. Bunun da ötesinde, temel felsefesi olmayan ve salt örgütlü olmak için kurulan örgütlülük emekçiye yarardan çok maliyet yıktığı gibi, patrona da çok önemli bir manevra alanı sağlayabiliyor. Nitekim hem ülkemizde, hem de ileri olduğunu düşündüğümüz ve geçmişte fevkalade güçlü sol felsefeleri olan sendikaların günümüzde zayıfladıklarına, hatta birer karton yapı gibi yıkıldıklarına tanık olmaktayız. Bu görüşten hareketle, konuşmamı örgüt ve örgütlenme üzerinde kurma yerine, siyasallaşma görüşünde yoğunlaştırmaya çalıştım. Örgütlenmeye kesinlikle karşı çıkmadan, onunla birlikte, hatta ondan da öte emekçilerin siyasallaşma ve sınıf bilincine yönelmeleri gerektiği fikrini işlemeye çalıştım. Takdir edilir ki, 20 dakikalık bir konuşmada tüm amaçlanan görüşler açıklamaz ve konu derinliğine tartışılamaz. Nitekim ben de muradımı tam olarak ifade etmiş olamadığımı düşünüyorum. O nedenle, bu tür toplantıların, potpuri şeklinde her konunun konuşulduğu bir tür karmaşa şeklinde değil de, tek konunun etraflıca anlatılabildiği ve sonradan da yine etraflıca sorularla zenginleştirilebildiği şeklinde tertiplenmesi çok daha anlaşılır ve yararlı olur, diye düşünüyorum. Neyse, bunlar benim konum değil, ben izninizle, kendi konumu kısaca sizlerle paylaşayım.
Hemen şunu belirteyim ki, emekçinin siyasallaşması önerisi kesinlikle örgütlenmenin alternatifi ya da karşıtı olmayıp, tam tersi, örgütlülüğün temelinde siyasi felsefenin oluşturulması ve işlenmesi mantığına dayandırılmaktadır. Bu konuda yasal ve fiili müdahaleler tabiatıyla dikkate alınmalıdır, ancak siyasallaşma son raddeye kadar bir tür örtülü hedef olarak hıfz edilip, nihai hedefin saptanmasında ve örgütlerin tahkimi için destek olarak kullanılmasında hizmete sokulmalıdır. Dikkat edilecek ikinci mesele ise, insanların farklı siyasal eğilim ve örgütlere bağlı olmaları durumunda tek örgüt ya da görüş çatısı altında toplanmalarının güçlüğü, belki de ilk aşamalarda olanaksızlığıdır. Ne var ki, bizatihi siyasallaşma, burjuva demokrasisinin bariz aldatmacası olan emekçilerin farklı siyasal yapılara sempati besleyebilmeleri savının panzehridir. Şöyle ki, sömürü ve ekonomik sistem ilişkisi anlaşıldığı durumda, farklı yapı ve düşüncedeki emekçilerin aynı hedefe kilitlenmesi zaman alabilir, fakat son kertede hedefe ulaşılabilir. Tabii ki, bu pek uzun ve meşakkatli bir yoldur, fakat burjuva sendikacılığı gibi emekçileri aldatıcı, sahte süreç değildir.
Diğer taraftan, güçlü ekonomi alt-yapısı ve idraki olmadan emekçilere satılabilecek salt örgütlenme, yani sendikalaşma öğüdü emekçilere değil, sermayeye hizmet ediyor olabilir. Bu konuda gerek Batı ekonomilerinde, gerek Türkiye’de sanayileşmenin ortaya çıkması ve büyümesi ile emekçi örgütlerinin filizlenmesinin rastlantısal olmadığı, oluşan örgütlerin sistemin hâkimiyetinde, emekçinin arkadan ve toplu olarak denetlenebilmesine hizmet eden bir yapılanma olabileceği tarihsel örnekleriyle varittir. Önce fiyatları yükseltip ardından “ucuzluk” kampanyası yapmanın hokkabazlığına benzer şekilde, ücret artırımının olası koşullarında emekçileri sendikal mücadeleye sürükleyerek, “mücadele güçleri ile alınan haklar” görüntüsü yaratarak olabildiğince olumlu (fakat sömürünün kaldırılmadığı) toplu sözleşmeler imzalamanın da nasıl zafer olarak algılandığı bilinen gerçeklerdir. Ama ne hikmetse, hep emekçiler geri kalmakta, sermaye ise doymak bilmez birikimini aksamadan sürdürebilmektedir.
Siyasal bilinç emekçileri farklı görüş ve inançta da olsalar sermayeye karşı yürütmeleri gereken kolektif mücadelede bir araya getirirken iki olumlu sonuca imza atılır. Birincisi, sermaye ve siyaset yükselen emekçi sol bilincinden çekinir ve emekçi aleyhine sermaye-devlet ittifakı zayıflar. İkincisi, siyasi arenada ve parlamentoda sol partiler giderek güç kazanır ve emekçi haklarının sermaye lehine törpülenmesi tedricen azalır. Emekçilerin böylece güç kazanması sadece iç siyasette değil, emperyalist cephede de hissedilir ve emekçi üzerindeki baskı zayıflatılabilir.
Burada bu kadarla yetinmek durumundayım, zira daha şimdiden toplantıda söylediklerimi biraz aşmış olmakla, yazının başında toplantıda konuştuklarımı anlatacağım şeklindeki sözümden uzaklaşmış oldum. Bu fazlalık burada gerekiyordu. Toplantıda en son söylediğim bir konuyu da buraya ekleyerek bugünü kapatalım. Kapitalizm bin bir yüzüyle her kurumu kendisine benzetir; çünkü bir sistem olarak kapitalizm, “efradını cami, ağyarını mâni bir bütünsel yapıdır”. Bu haliyle sendika, her ne kadar iyi niyetle kurulmuş olursa oldun, güçlü ekonomi düşünce temelinden yoksun olduğu durumda sermayenin örtülü hakimiyetine girebilir. Nitekim örgütlerdeki yönetim zafiyeti, olumsuz demokrasi anlayışı, taban ile tavan yöneticiler arasında iletişim eksikliği ve çok önemli olarak varsıllık farklılıkları, sendika başkanlarının yönetime gelme sürecindeki demokrasi zafiyeti vs. dikkat dilmesi gereken konulardır. Ama tüm bu konularda asıl dikkat edilmesi gereken mesele şudur ki: sendika zafiyeti ya da yanlış yönetimi veya geçmiş dönem sendikacılığı olarak algılanan ve adlandırılan çoğu görünür ve görünmez çarpıklıklar hiç de rastlantısal olmayıp, sermayenin hâkimiyetinin sendika örgütlenmelerine girmiş olan örtülü örgütsel çarpıtma ve yönetim aygıtlarıdır. Tüm bu ve benzeri süreçlerin doğru algılanabilmesi için güçlü bir ekonomi mantığı ve süzgeci gereklidir. Bu nedenle, emekçi sohbetlerinin yararlı ve yapıcı olması, ilk anlarda oldukça sancılı olsa da ekonomi ve sistem üzerine inşa edilmesi, örgütlülüğün de bu bağlamda ele alınması gerekir. Açıktır ki, bu tür yaklaşım, emekçilere “tek yol örgütlülüktür” sloganından hem anlatımı, hem de algılanması açılarından çok daha zordur ve sancılıdır.
Ne edelim ki, gerçek dost acı söyler!
Bu haber en son değiştirildi 1 Şubat 2022 17:33 17:33
Hamas yöneticilerinden Sami Ebu Zuhri yaptığı açıklamada en önemli önceliklerinin İsral saldırılarının durdurulması olduğunu ifade…
Erzincan'ın İliç ilçesindeki altın madeni sahasında 13 Şubat'ta meydana gelen heyelanda 9 işçinin hayatını kaybettiği…
İçişleri Bakanlığı’nca kayyum atanan Tunceli Belediyesi Eş Başkanı Birsen Orhan, savcılık sorgusunun ardından tutuklama talebiyle…
Narin Güran cinayetinde amca Salim Güran ve baba Arif Güran'ın araçlarının içinde bulunduğu 5 araç…
Şahin, " Bilinmelidir ki RTÜK sansür kurumu değildir. Anayasamız net bir hükümle sansürü yasaklar" ifadelerini…
Dokuzuncu olağan kongresini gerçekleştiren Saadet Partisi'nde genel başkanlık için Kayseri milletvekili Mahmut Arıkan ile İstanbul…