İkinci yüzyıl: Krizden çıkış
Ana muhalefet partisi CHP’nin yayınladığı İkinci Yüzyıl Programı da salt ekonomi alanında kalmayıp, sosyal alanda da gezinmektedir. Ancak hemen vurgulamam gerekir ki, ekonominin üretim alt-yapısını dikkate alınmadan geliştirilmiş öneriler afaki kalmaktadır.
İçinden çıkamadığımız derin kriz gölgesinde halkımız için yaşamsal bir genel seçime doğru giderken iktidar ve muhalefet kozlarını farklı alanlarda paylaşma stratejisi izleyeceğe benziyor. İktidar cephesi muhalefet cephesini çökertmeye, muhalefet cephesi ise yeni projeler geliştirici atılımlar yapmaya yönelmektedir. Her iki cephenin de yürüyüş stratejisi doğru gözüküyor; zira yirmi yıldır iktidarda bulunmuş olan iktidar cephesi yaptıklarıyla, iktidara aday olan muhalefet cephesi ise yapacaklarının vadiyle sahnede olmak durumundadır. Bu durumda, iki tarafın stratejisi de makul gözüküyor; bir taraf yaptıklarıyla sınav verecek, diğer taraf ise vadettiklerinin inandırıcılığı ile sınav verecek. Bu yazıda yapmak istediğim tarafları kantara koyarak ağırlıkları ile tartmak olacaktır. İlerlemeden şu konuya açıklık getirmek gerekir ki, iktidarın yirmi yıllık icraatının özeti kapsamlı bir toplumsal proje olacak iken, muhalefetin özeti iktisat ağırlıklı olacaktır.
Önce iktidar cephesinden başlarsam, sosyo-ekonomik oksimoron bir manzara ile karşı karşıya kaldığımı görüyorum. Vitrine koyulan ürünlerin albenisi pek fena görülmeyebilir, fakat halkın refah düzeyi giderek ikili bir yapıya savrulurken, büyük bölümü açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm konuma itilmiş vaziyette. İktidar cephesinin ekonomisi, tüm geçmiş dönemlerin maruz kaldığı sömürülerden farklı bir sömürü sistemiyle karşı karşıya geldi; neoliberalizmin yönetişim sömürü modeli! Olaya 2000 IMF-Derviş modeli ile başlayalım. Hatırlanacağı üzere, modelin ana taşıyıcı üç kolonu vardı: Merkez Bankası’nın para kurulu konumuna geçirilerek bütçe açığı finansmanı dışında tutulması, KİT’lerin özelleştirilip, devletin küçültülerek sosyal politikalardan uzaklaştırılması ve ekonominin denetimsiz dış dünyaya açılarak serbestleştirilmesi. 1999 yılına derin krizle gelmiş bir ekonominin ekonomik alt-yapısı oluşturulmadan serbestleştirilmesinin tek anlamı, yaşanan küresel krizi aşmaya çalışan batı sermayesine küresel piyasaların genişletilmesidir. Nasıl ki, Türkiye’de her kriz ertesinde shoppingfest reklamları yapılırsa, aynı şekilde küresel krizde de küresel piyasaların genişletilmesi amaçlanır. İşte 2000 IMF programı böyle bir amaçla Türkiye’ye dayatılırken, başlangıçta IMF destek fonları ile finanse edilip sömürülmeye hazır konuma getirilmiştir. Arkadaki IMF desteği ile uluslararası piyasaya giren Türkiye, yüksek faiz ve güvenli piyasa arayıcılarının merkezi haline geldi. Defalarca anlatılmış uzun hikâyeyi kısa kesme adına, AKP’nin ilk dönemlerinin olumlu algılanmasının sebebi AKP’nin politik başarısı olmayıp, IMF destekli fonların Türkiye’yi kaynağa boğmasıdır. Aslında gerek IMF fonları gerek dış tasarruf ekonomi için önemli bir olanak idi. Devlet mantığından uzak AKP ideolojisi bu fonları betona gömerek, inşaat alanında kısa sürede yaratılabilecek yandaş sermaye tabanının oluşturulması ve yaygın işsizliğe kısmî çare üretilmesi amaçlarında kullandı. Ne var ki, söz konusu yatırımlar sadece yatırımın yapıldığı esnada istihdam sağlar ulusal gelire katkı yapar. Bu tür yatırımlar, ticarete konu üretim olmadığı için, yatırım süresince ulusal gelire ve istihdama katkı yapar, yatırımın hitamında gelir artışı durur.
AKP’nin parlak addedilen birinci dönemi aslında sorunları gelecek dönemlere atan balon görüntülü vitrin düzenleme dönemidir. AKP’nin ekonomiyi emperyalizme ve iç sömürüye hızla koştuğu dönem, kriz olarak algılanan ikinci dönemidir. Bu dönem yönetişim kuralının uygulandığı ve halkımıza hizmet olarak yutturulan yap-işlet-devret ve kamu-özel işbirliği yöntemleriyle girişilen alt-yapı yatırımları dönemidir. Yönetişim kuralında sermaye ve kamu otoritesi özel hukuk kuralları ile yatırım yapabilir ve işletme sahibi olabilir. Maalesef, bugün içine düştüğümüz bu çukur, siyasilerin yırtınarak söylediği, “bütçeden bir kuruş dahi çıkmadı” mantığı ile girişilmiş alt-yapı soygununun sonucudur. Şöyle bir düşünelim, köprü geçişleri (geçilen ve geçilmeyen!) acaba neden dolar üzerinden fiyatlandırılıyor? Mesele şu ki, yerli ve yabancı atıl sermaye devletin aklına girip, onu yanına alarak alt-yapıları yaptı ve garantili ödeme taahhüdü ile sonucu garantiye aldı. Peki, bu tür yatırımlar yararlı değil midir? Tabii ki, değerlidir. Ancak, iktisat alanında her yatırım kendisini itfa edecek (maliyetini ödeyecek) süre koşulunda yapılmalıdır. Örneğin, bir yatırımcı borç alarak, faiz yükünü aşan getiri sağlayacak yatırıma yönelmez. Bundan dolayı yerli ve yabancı sermaye devleti yanına alarak, piyasa koşullarında sağlanamayacak gelirleri devlet baskısı ile elde etmek! Başka bir açıdan bakarsak, devlet gölgesinde halkı soymak! Doğrusu, halkın meseleyi böyle mi yorumlayacağı, yoksa yapılanları olumlu hizmet olarak mı göreceği konusu bence meçhuldür.
Ana muhalefet partisi CHP’nin yayınladığı İkinci Yüzyıl Programı da salt ekonomi alanında kalmayıp, sosyal alanda da gezinmektedir. Ancak hemen vurgulamam gerekir ki, ekonominin üretim alt-yapısını dikkate alınmadan geliştirilmiş öneriler afaki kalmaktadır. Hal böyle olunca, bütçe denkliği de sağlanamaz, makro denge de gerçekleştirilemez, çünkü sonuçlar bazı temel yapılanmaların organik neticesidir. Örneğin, vergi adaleti ve gelir dağılımı konuları da istendiği şekilde değil, organik süreç içinde oluşur. Kapitalist sistemin mantığı ve yaşam koşulu sömürüdür. Batı ekonomileri bugünkü düzeylerine sömürü ile gelmiş olup, bugünkü refah düzeyini sürdürebilmek için de çevresel ekonomileri, AKP’nin tabi olduğu politikalarda olduğu üzere, küreselleşme ve finansallaşma yöntemleriyle sömürmektedir. Projede ileri sürülen ülkeyi orta gelir tuzağından kurtarma da önemli bir hedeftir, ancak bu hedefe ulaşmak için, her dönem katlanarak yükselen miktarda maddi ve beşeri sermaye yatırıma ihtiyaç vardır. Yapay zekâ gibi teknolojik yenilikler de olumludur, ne var ki, konunun mülkiyet ilişkisi bağlamında ele alınıp tartışılması gerekirken, projede bu konuda hiçbir fikir beyan edilmemiştir.
Projede belirtilen sosyal alanda da aile destekleri sigortası adı altında her eve ekonomik güvence, fırsat eşitliği gibi güçlü sosyal devlet görüşleri tabiatıyla olumlu niyetlerdir, ancak buna da yüksek miktarda fon gerekir. Oysa toplumunun refah düzeyinin yükseltilmesi kısa sürede gerçekleştirilebilecek sonuç olmayıp, orta ya da uzun vadede ekonomik kalkınmanın sonucu olarak gerçekleşebilir. Kısacası, günümüzde görülen ve yaşanılan bazı yanlışlıklar büyük çapta geri ekonomik yapılanma ve yoksulluğun sonucudur. Bu durum ise, kapitalist sistemde ülkenin giderek ivme kazanan savrulma dinamiği sonucunda oluşmuştur.
Projenin önemli eksiği, muhtemelen politik endişelerle değinilmemiş olan İmam Hatip meselesidir. Oysa beşeri sermaye üretiminde gençlerimizin skolastik eğitimden eleştirel düşünceyi geliştiren eğitime geçirilmesinin hedeflenmesi önemli bir amaç olmalıdır.
Bazı noktalara vurgu yaparak kısaca özetlemeye çalıştığım, yerli ve ünlü yabancı uzmanlara hazırlatılmış ana muhalefet partisinin program niteliğindeki proje parlak gibi gözükmekle beraber, içsel tutarlılıktan yoksun, eklektik görüntüdedir. Projenin çok daha bütünsellik ve kapsayıcılık bağlamında ele alınması gerekirdi. Bu konuda da halkımızın ne düşüneceği bence meçhuldür.
Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik durum salt bir kriz olmayıp, neoliberal küresel ortamda aşırı savrulmasının yarattığı çöküştür. Cumhuriyet’in kuruluşunda Osmanlı’dan devralınan mirası andırırcasına, Türkiye’nin İkinci Yüzyılına ayak basarken birinci yüzyıldan devraldığı miras da fazla olumlu gözükmemektedir. Böylesi olumsuz görüntüde olarak ülkenin geleceğini küresel kapitalizm havuzu içinde düşünmek ve planlamak olanaksızdır. Bu nedenle, gelişmekte olan çevresel konumlu ekonomilerin kendilerini bu cehennemde koruyabilmeleri ancak sistem değişikliği ile olanaklıdır. Kısa dönemli önlem olarak, bu cehennemden korunmanın önemli bir yolu, sermaye gücüne karşı başat bir ulusal siyasi sistem, yani devlet sistemi oluşturmaktır. Hiçbir koşulda sermayenin genel etki ve kararlara müdahale gücü devlet gücünün üzerinde olmamalıdır.
Halkımızın değerlemesinin son hamlelerle şekilleneceği açıktır. Herhangi bir fiziksel ya da kimyasal oluşumun dinamiği nasıl genel halk tarafından kolaylıkla anlaşılamıyorsa, aynı şekilde siyasal süreçlerin de perde arka sahneleri anlaşılamaz. Halkın anlayacağı alanlar, fiyat hareketleri, kur konusu, işsizlik vb gibi genel halkın günlük yaşamını etkileyenlerdir. Buna karşın, hukuk sistemi, medyanın vaziyeti, hatta eğitimin çürümüşlüğü çoğu zaman halkın gözünden kaçar. Hatta eğitimde olduğu gibi, halkı uyutacak imam hatip projesi genel halkın onayını dahi alabilir. Bu konularda halkın itibar edeceği aydın ya da öndeki kişiler önem kazanır. Ülkemiz bu alanda iki önemli tümör taşımaktadır. Birincisi, feodal ağalarla tarikat ve cemaatlerin toplumsal rolü, ikincisi ise “yetmez, ama evet” aymazları gibi sorumsuz sahte aydınların toplum üzerindeki etkisi.
Umalım, kapitalizmin çirkin yüzü hem ekonomi hem de sosyal alanda artık yeteri kadar görülmüş olarak halk tercihi siyasete yansır.