İnsan deneyleri
Tüm bu insan deneylerine genel olarak bakıldığında, toplumun savunmasız kesimleri üzerinde uygulandığı görülür: gelir düzeyi düşük olanlar, yetiştirme yurtlarında kalanlar, mahkumlar, Afrika kökenliler, esirler…
Bilimsel araştırmaların, daha doğrusu tıbbi araştırmaların, karanlık yüzüdür insan deneyleri. Hiç kimse doğrudan savunmaz ama zaman zaman açığa çıkması ve kınanması, ve bu sürecin hep tekrar etmesi, insanın aklına ‘acaba haberimizin olmadığı daha ne deneyler yapılıyor’ sorusunu getirir. İşin kötü yanı, haklı bir kaygıdır bu.
Aslına bakarsanız dünyanın ilk deneyi kabul edilen ve MÖ 664-610 yılları arasında hüküm süren Mısır Firavunu Psammetikos’un ismiyle anılan deney (1) bir insan deneyidir. Herodot’un aktardığına göre, doğumlarından sonra tüm insanlardan yalıtılan ve sadece kendilerine yiyecek getiren dilsiz kişiyi tanıyan iki bebeğin, ilk söyleyecekleri sözcük araştırılmıştır bu deneyde. Deney iki yıl sürmüştür. Heredot, çocukların sonraki yaşamları hakkında bilgi vermiyor ama ortada ciddi bir suç olduğu kesin.
İnsan deneyleri denince akla öncelikle Nazi Almanya’sındaki uygulamalar gelir. ‘Ölüm Meleği’ lakaplı Josef Mengele’nin ikizler üzerinde yaptığı deneylerde sakat kalan çocukları ve yapay döllenme deneylerinde ölen genç kadınları bilmeyen yoktur. Ayrıca donma deneyleri de çok bilinir. Donma deneylerinde esirler üç saat boyunca buzlu tanklar içerisinde tutulup, sonra farklı yöntemlerle ısıtılıyordu. Benzer biçimde zehirli gaz, yüksek basınç, bulaşıcı hastalık, yanık, organ nakli, açlık, sadece deniz suyu içirme, acıya dayanıklılık vs. gibi deneyler yapılıyordu. Deneyler yöntem olarak birbirinin aynıydı. İnsanlar etkene maruz bırakılıp, örneğin yanık oluşturulup, bir grup üzerinde tedavisiz bırakılırsa ne olacağına bakılırken, diğer grupta farklı tedavi seçenekleri deneniyordu.
Nazi deneylerinin ayrıntılarına kadar bilinmesinin nedeni, deneyleri yapan doktorların Nürnberg’de yargılanmasıydı. Dava süresince her şey ortaya dökülmüş ve yedi idam, yedi ömür boyu hapis cezası çıkmış ama bunlardan daha önemlisi, mahkeme sonunda insanlar üzerinde yapılacak tıbbi deneylerde uygulanacak kurallar belirlenmişti. (2)
Bu konuda hep Naziler akla gelse de insan deneylerini daha geniş bir zaman dilimi içerisinde sistematik bir biçimde yapan ülke ABD’dir. 1845-1849 yılları arasında Marion Sims’in anestezi uygulamaksızın köle kadınlar üzerinde cerrahi deneyler yaptığı bilinmektedir. Yine aynı yıllarda 4-36 aylık çocuklar üzerindeki omurilik deneyleri, 1900’lü yılların başında çocuklara frengi bulaştırarak yapılan deneyler, yetimhanedeki çocuklar üzerinde tüberküloz deneyleri, 1920’lerde mahkumlar üzerinde testis nakli deneyleri, 1940’larda mahkumlara sığır kanı enjekte edilmesi, 1960’larda yine mahkumlar üzerinde sıtma ve hepatit bulaştırarak yapılan çalışmalar, çok sayıda ilacın denendiği çalışmalar, kanser yapıcı madde enjeksiyonları sayılabilir. Tüm bunların tesadüfi olmadığı 1932’de başlayıp, kırk yıl süren Tuskegee çalışmasından anlaşılır. Afrika kökenli insanlara frengi bulaştırılıp, hastalığın doğal seyrinin izlendiği bu çalışmada, frengi hastalığının tedavisi bilinmesine karşın, hastalar tedavisiz bırakılmıştı. 1972 yılında konu basına sızınca ister istemez deneye son vermek zorunda kalmışlardı. Eğer bir deney kırk yıl sürüyorsa bundan devletin haberi olmaması beklenemez. Zaten sonradan ABD Başkanı Clinton da özür dilemişti.
Önemli bir örnek de Japonya’da yaşanmıştı. 1937 yılında çalışmaya başlayan ‘Unit 731’ adlı birimde kimyasal ve biyolojik silah geliştirmek ve bazı hastalıkları iyileştirmek için esirler üzerinde pek çok deney gerçekleştiriliyordu. Ancak 10 Ağustos 1945’de SSCB ordusunun girmesiyle deneyler durdurulabildi. Yöneticilerinin bir kısmı SSCB’de yargılanıp cezalandırılırken, bir kısmı bilgilerini paylaşmaları karşılığında ABD vatandaşlığına kabul edilip, yargılanmadılar.
Şimdi bütün bu olanlar ortadayken, günümüzde ‘insanlar üzerinde deney yapılmıyor, artık bitti’ denilebilir mi? Bence çok zor.
Tüm bu insan deneylerine genel olarak bakıldığında, toplumun savunmasız kesimleri üzerinde uygulandığı görülür: gelir düzeyi düşük olanlar, yetiştirme yurtlarında kalanlar, mahkumlar, Afrika kökenliler, esirler…
Üzerinde deney yapılanların önemli kısmı devletin özel olarak koruması altında olması gereken kişilerdir. Bu durumda deneylerin devlet desteği olmadan yapılması olanaksız olduğuna göre, bu tür uygulamaların sistemin bir sorunu, daha doğrusu suçu olduğunu kabul etmek gerek.
O zaman insan deneyleri ancak toplumda ‘ikinci sınıf’ insan kalmadığı zaman bütünüyle önlenebilir diyebiliriz. Yani iş yine geldi, sınıfsız topluma kaldı…
(1)https://gazetemanifesto.com/2019/psammetikos-deneyi-323869/
(2)https://gazetemanifesto.com/2019/nurnberg-kodlari-292660/
Not: Anımsarsanız geçen yazımda TTB Başkanı, Adli Tıp uzmanı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın kendisine gösterilen görüntüler üzerine “kimyasal silah kullanılmış olabilir, incelenmesi gerekir” dediği için tutuklandığını yazmıştım. Bugünkü yazıyı hazırladıktan sonra, savcının mütalaası doğrultusunda tahliye edilmediğini öğrendim. Bu arada Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar “İncelemeler yapıldı, kimyasal olmadığı raporu şu anda elimizde” demişti. Şimdi Akar, Fincancı’nın dediklerini yerine getirdiği için suça katılmış olmuyor mu? Ayrıca, eğer kimyasal silah diye bir kavram varsa dünyanın bir yerinde birilerinin bunları kullanmıyor olması olası mı? Bugünkü yazımda da kimsenin başlangıçta insan deneyi yaptığını kabul etmediğini söylemeliyim.