İran’da mollalar rejimi, Türkiye’de tarikatlar rejimi
Toplumsal çürüme ve gericilik el ele gidiyor. Mafyalaşma, çeteleşme, uyuşturucu sorunu gibi başlıklarda görülen artış ile gericiliğin büyümesi paralel. Bu sosyolojik olgunun değerlendirilmesi gerekiyor. Özünde çürüme din kılıfıyla kapatılmaya çalışılırken, gericilik bu çürümenin payandası oluyor. Ancak
Türkiye, bir kez daha tarikat ve cemaat gerçeği ile yüzleşiyor. 6 yaşındaki bir kız çocuğunun bizzat ailesinin onayı ve izniyle 29 yaşında bir tarikat müridi ile evlendirildiği gerçek karşısında Türkiye ayağa kalkmış durumda.
Mesele münferit bir vaka mıdır? Tarikat ve cemaatlerin, karanlığın ve gericiliğin odakları olarak kadına, evliliğe ve ahlaka nasıl baktıkları biliniyor. Geçmiş dönemde bizzat tarikatlar/cemaatler içinde ve özellikle onların bünyesinde bulunan dernek/vakıf/yurt gibi yerlerde bir dizi cinsel istismar vakası ortaya çıkmış, cinsel istismar suçuyla onlarca gerici yargılanarak mahkûm edilmiştir. Ensar, Süleymancılar, Uşaki, Gülen gibi onlarca tarikata ait yurt ve yatılı Kuran kurslarında karşımıza çıkan çürüme vakaları, tarikat ve cemaatlerin, sadece küçük yaşta çocukların evliliğinde sorun görmemesiyle değil aynı zamanda doğrudan cinsel istismarla da anılacak yapılar olduğunu gözler önüne seriyor.
Toplumsal çürüme ve gericilik el ele gidiyor. Mafyalaşma, çeteleşme, uyuşturucu sorunu gibi başlıklarda görülen artış ile gericiliğin büyümesi paralel. Bu sosyolojik olgunun değerlendirilmesi gerekiyor. Özünde çürüme din kılıfıyla kapatılmaya çalışılırken, gericilik bu çürümenin payandası oluyor. Ancak bundan daha ötesinde şu söylenmelidir: Bugün gericilik aynı zamanda toplumsal ve ahlaki çürümenin de kaynağı haline gelmiş bulunuyor. Artık mızrak çuvala sığmıyor; bugüne kadar üstünü örttükleri onca olaydan sonra bugünkü gerçek karşısında AKP ve yandaşlar bile başını kuma gömemiyorlar. Yaşanan ahlaksızlık karşısında AKP bile tarikatları savunamıyor.
Ancak olayı hafifletmek için AKP Bakanı “insani durum” diyebiliyor, Millet İttifakı’nın bileşeni Karamollaoğlu “tarikatları kapatın demek olmaz” diye kalkan olmaya kalkıyor, şeriatçı Hüda-Par ise “çocuk olduğuna kim karar verecek” demekte sorun görmeyecek kadar durumu meşru görüyor.
Tarikat ve cemaatler sadece bir “ahlak” ya da çürüme sorunu olarak ele alınabilir mi? Bunun yanıtını da son 20 yıllık zaman diliminde, yani AKP’nin karşı-devrim sürecinde ortaya çıkan somut olgular veriyor: Tarikat ve cemaatlerin Türkiye’nin kanserli dokuları olduğu gerçeği karşımızda duruyor.
Gülen Hareketi’nin 15 Temmuz darbe girişimi sırasında 251 kişiyi öldürebilmesi, bir halk düşmanlığı değil midir? İnsanların üzerine savaş uçağı ile bomba atacak bir halk düşmanlığı İslamcı tarikatlara nasip olmuştur. Benzer şey IŞİD ya da cihatçı terör örgütleri için de aynen geçerli değil mi?
Ya da İsmailağa cemaati içindeki hala sırrı çözülememiş cinayetler. Ya da Menzil tarikatı içinde yaşanan cinayet! Tarikat ve cemaatler aynı zamanda kendi içinde doğrudan cinayet işleyen şebekeler olarak mafyayı aratmayacak bir nitelik arzediyorlar!
Ya Adnan Hocacılara ne demeli? İslamcılığın, dinciliğin yan yana geldiği bir harem zihniyeti!
Türkiye’de tarikat ve cemaat fotoğrafı budur: İsmailağacılar, Adnan Hocacılar, Gülenciler, Uşşakiciler, Süleymancılar, İlim Yaymacılar… Liste uzayıp duruyor, hangisini elinize alsanız elinizde kalıyor.
Bunlara bir de “marketçileri” eklemek gerekir. Üç harfli marketler şeklinde kodlanan market zincirlerin kurucu ya da ortaklarının doğrudan tarikatlara dayanması, ülkemizde sermayenin aynı zamanda doğrudan tarikatlar tarafından temsil edildiğini açık olarak göstermiyor mu?
Tarikat ve cemaatlerin dini örgütlenme oldukları kesin. Bu dini yapıların, Cumhuriyet öncesi kurumlar olduğu da. Bu açıdan feodal dönemin kurumları olarak bugün varlıklarını sürdürüyor olmaları, onların tarihsel gerici yanına doğrudan denk düşüyor. Bugün vakıf, dernek ya da Kuran Kursu adıyla yasal kılıflara sahip olsalar da medreselere ve dergahlara dayanan örgütlenme biçimlerini gizli olarak uygulamaktadırlar.
Bununla birlikte, tarikat ve cemaatlerin savunduğu ve hayata geçirdiği görüş, düşünce, zihniyet ya da ideoloji ne derseniz deyin, insanlığın gelişim çizgisinin gerisinde kalan dünya görüşüne denk düşüyor. 6 yaşında kız çocukla evlenilmesinde sakınca görülmemesi, özünde kadınların erkeğin kölesi anlayışının tezahüründen başkası değildir.
Bu anlamıyla gericiliğin, karanlığın, yobazlığın bizzat kaynağı olarak tarikat ve cemaatleri görmek gerekir. Bugün ülkemizin gelişmesi isteniyorsa, kadın-erkek eşitliği isteniyorsa, yurttaşlık ve hukuk kuralları geçerli olunmalı deniyorsa, tarikat ve cemaatler karşıya alınmak durumundadır. Geçmişte özgürlükçü laiklik tanımı yaparak tarikatları sivil toplum kuruluşu olarak görenlerin bugün yüzleri kızarıyor mu? Bunu da ayrıca sormak gerek.
Ya da anayasa mahkemesi başkanının, türban gündeminde laikliğin yasaklayıcı değil inanç özgürlüğüne saygılı yorumunu yapmak gerekir görüşünün özünde gericiliği beslediği görülmüyor mu? Laikliğin özgürlükçü yorumu aslında yobazlığın önünü açmak dışında bir anlama ampirik olarak gelmedi, gelmeyecek.
Ancak bütün bunlarla birlikte tarikatlar ve cemaatler dini kurum olmalarının çok ama çok ötesinde birer siyasi örgütlenmelerdir. Amaçları bellidir; din devleti, şeriat rejimi kurmaktır. Tarikat ve cemaatler, toplumsal çürümenin, ahlak dışılığın ve bilimsel düşünce karşıtlığının odağında olmaları gibi en önemli niteliği politik bir hareket olmasıdır. Çünkü kurulu sömürü düzeni aynı zamanda tarikat ve cemaatlerin de yaşam alanıdır.
Bugün burjuva sınıfının tarikat ve cemaatlerle sorunu yok. Burjuvazi gerici sınıflarla uzlaşmıştır. Tarikat ve cemaatler de kapitalizmle uyumludurlar. Hepsi bugün birer sermaye grubudur. Marketler, İslami holdingler bunlara verilecek en güzel yanıt olarak karşımızda.
Dinci gericilikle mücadele aynı zamanda sermayeye ve sömürüye karşı mücadeledir. Bugün tarikat ve cemaatler, Türkiye’de şeriat devletini hedefleyen siyasi yapılar olarak büyük bir tehdit haline gelmiştir. AKP’nin karşı devrimiyle birlikte tarikat ve cemaatler doğrudan devleti ele geçirmiş durumdadırlar. AKP tarafından devletin bütün olanakları tarikat ve cemaatlerin ayaklarına serilmişken aynı zamanda devlet bürokrasisi tarikat ve cemaatlere göre bölüştürülerek dinci gericilik için istihdam ve makama dönüştürülmüş durumdadır. Devlet bizzat tarikat ve cemaatler tarafından, dün FETÖ de olduğu gibi, ele geçirilmiş durumdadır.
Gericiliğin panzehiri ise laikliktir!
6 yaşında bir kız çocuğunun 29 yaşında bir erkek müridle evlendirilmesinde sakınca görmeyen bir zihniyet, Türkiye’nin utancı ve karanlığıdır.
Laik Türkiye bugün kadın ve çocuklarının eşitlik ve özgürlüğü için gericilikten koruyan şemsiyedir! Bugün AKP tarafından gündeme getirilen anayasa değişikliği, yaşanan bütün bu gerçekler karşısında halkla alay etmek anlamına gelmektedir. Dini esaslara göre düzenlemeyi, başörtüsüne özgürlük adıyla Meclis’e taşıyan AKP ve MHP, anayasal suç işlemektedirler. Anayasanın değişmez hükmü olan laiklik karşıtı verilen bu değişikliğe toptan hayır denmelidir!
İran’da büyük toplumsal tepki var. Kadınlar başörtüsü dayatmasına ve zulmüne karşı ayakta. İran’da mollalar rejiminin bir benzeri bugün Türkiye’de tarikat şeyhleriyle kurulmak isteniyor. İran’da molla rejimi, Türkiye’de tarikat rejimi!
Siyasal İslamcılığın rol modeli İran örneğinin 40 yıllık pratiği bugün İran halkı tarafından kabul edilmiyor. İran’da örtünme dayatması, baskı ve zulmüne karşı halk ayaktayken Türkiye’de ise türban anayasaya sokulmak isteniyor.
AKP tarikatların ve cemaatlerin koalisyon partisi olarak bugün anayasayı şeriat rejimine dönüştürmeye çalışıyor.
Ülkemizin karşı karşıya bulunduğu durum budur.