İşgücünün cılız çığlığı

Kapitalizmin krizleri, nitelikli işgücüne hiç de farklı ve ayrıcalıklı olmadığını acımasızca anımsatıyor.

Nişantaşı Üniversitesi’nde haklarını arayan araştırma görevlilerinin ardından onlara destek veren öğretim elemanlarının da işten çıkarıldığını geçen hafta medyadan öğrendik. Patron üniversitelerinde kraldan çok kralcı olan akademik unvanlı yöneticilerin hukuksuz uygulamaları ve had bilmez pervasızlıkları tek adam rejiminin ruhuna yakışıyor… Ne var ki görünene odaklanmak yerine sorunun nedenlerini irdelemek gerek. Öncelikle vakıf adı altında meşrulaşan patron üniversitelerinin Türkiye’deki neoliberal uygulamaların en kötü miraslarından biri olduğu saptanmalıdır. Öğrenciyi müşteri gibi algılayan anlayışın önemli örneklerinden biri de Nişantaşı Üniversitesi’dir.  Bir zamanların popüler televizyon dizisi Avrupa Yakası’yla yeniden gündeme gelen Nişantaşı, bilindiği gibi aristokrat ailelerin yaşadığı İstanbul’un kadim semtlerinden biridir. Üniversitenin kurumsal kimliği belirlenirken bu ismin seçilmesinde muhtemelen semtin ‘sosyetik’ diye ünlenmesinin de payı olmuştur. Öğrenci adaylarına ve onların ailelerine marka ismiyle göz kırpan üniversitenin mevcut yerleşkesi ise Nişantaşı’na hayli uzak bir yerde bulunuyor! Dersliklerin kapısına erken kayıt avantajlarını gösteren ilanları asacak kadar ticarileşmiş bir patron üniversitesinden akademik personelin özlük haklarına karşı duyarlı olması beklenemez. Çalışanlara dönük nobran tutumun yaygınlaşmasında sermaye dostu tek adam rejiminin etkisi büyüktür. Bu tutumun dayanağı ise küresel düzlemde emeğin önemini ve kazanımlarını hızla gerileten neoliberal dönemin uygulamalarıdır.

Tekno-kapitalizm

1980’li yıllarda bilgi teknolojilerinin gelişimiyle ortaya çıkan yeni üretim biçimleri, işgücünün de niteliğini değiştirdi. Sanayi toplumunda başat üretim faaliyeti beden gücüne dayanıyordu. Bilgi toplumu ise zihinsel faaliyeti temel alıyor. Diğer bir deyişle mavi yakalı işçiler sanayi toplumunu, beyaz yakalılar da bilgi toplumunu simgeliyor. Üretim faaliyetlerini fabrikanın yanı sıra plazalara taşıyan post-fordizm, hizmet olgusunu da bir çok iş alanının bileşeni haline getirdi. Bu dönemde yeni teknolojilere uyum sağlayabilecek nitelikli işgücüne gereksinim olduğu için  uzmanlaşmaya dönük beklentiler de arttı. Dolayısıyla tekno-kapitalizmin biçimlendirdiği bilgi toplumu daha özerk davranabilen mesleki yetkinliğe sahip yeni bir işçi profili yarattı[1].

Beyaz yakalı, konforlu ofisler, teknolojik oyuncaklar ve görece yüksek ücretler sayesinde kazandığı özgüvenle sınıfsal gerçeğine yabancılaştı; tüketici olarak farklı ürün, hizmet ve yaşam biçimi talep etmeye başlayınca işçi tanımı da muğlaklaştı. Post-fordist dönemin karmaşık işgücü profili, dünyada sendikal hareketin işlerliğini de olumsuz etkiledi. Gerçekte kapitalizmin krizleri, nitelikli işgücüne hiç de farklı ve ayrıcalıklı olmadığını acımasızca anımsatıyor. Örneğin 2008 yılında ABD finans sektöründe başlayıp daha sonra küresel ölçekte yayılan ekonomik krizde, plazalarda çalışan çok sayıda nitelikli çalışan işinden olmuştu. İşini kaybedenler arasında üst düzey yöneticiler bile vardı. Türkiye açısından da benzer bir durum yaşanmış, çok sayıda mavi yakalının yanı sıra beyaz yakalı da işten çıkarılmıştı. Aynı süreçte  beyaz yakalıları emek cephesine katarak hak istemi ve savunusu konusunda bilinçlendirmek ve örgütlü dayanışmayı büyütmek için Plaza Eylem Platformu kurulmuştu [2].

 

 

Sefalet çanları

 

Krizleri işçi çıkarmak için fırsat  bilen  sermaye sınıfı, dijitalleşmeyi de aynı amaca yönelik kullanıyor. 1980 yılında dünyada bilgi teknolojisine yaklaşık 67 milyar dolar yatırım yapılmışken bu sayı, 1990’da 176 milyar dolara, 2021 yılı sonunda  ise 973 milyar dolara erişmiş [3].

Küresel ölçekte yapılan böylesi devasa yatırımlar, emek maliyetini düşürmek için dijitalleşmenin bilinçli bir tercih olarak kullanıldığını gösteriyor. Milyonlarca insanın esnek çalışma modeline ve giderek işsizliğe mahkum edilmesi de ancak böyle açıklanabilir. Prekarya olarak adlandırılan yarı zamanlı, güvencesiz ve geçici işlerle yaşamını sürdürmek zorunda kalan nüfus yeni bir toplumsal sınıf oluşturuyor.

Esnek iş koşullarının çalışanlar üzerindeki psikososyal etkilerini araştıran Richard Sennett esnekliğin anlamını, ‘iş güvencesinden yoksun olmak, sürekli iş değişikliği nedeniyle aidiyet ve istikrar duygusunu yitirmek, rekabetin körüklediği güvensiz ve kayıtsız bir ruh durumunda yaşamak’ diye açıklıyor [4].

Belirsizliklerin ve bilinmezliklerin beslediği kaotik bir dünyada tutunma çabası, insanda ciddi kaygılar yaratır. Böyle giderse yakın bir gelecekte merkez ülkelerde kümelenmiş sınırlı sayıda yüksek nitelikli işçinin ve tüketicinin refah içinde yaşadığı geride kalan milyonlarca insanın ise tümden sefalete sürüklendiği bir dünya gerçeğiyle yüzleşebiliriz [5].

Ülkemizde tek adam rejimi, küresel kapitalizmin mevcut krizini daha da derinleştiriyor. Eurostat’ın 2020 yılı verilerine göre Avrupa’da nüfusa göre üniversite öğrenci sayısı açısından Türkiye ilk sırada yer alıyor. Fakat işsiz üniversite mezunu oranının ilkokul mezunlarından daha yüksek olduğu bizden başka ülke yok. Yani Avrupa coğrafyasındaki diğer ülkelerde eğitim düzeyi arttıkça işsizlik oranı düşüyor. Bizde ise işsizlik oranı, eğitim düzeyi arttıkça yükseliyor![6] Yüksek öğretimin, ülkenin öncelik ve gereksinimlerine göre düzenlenmiş programlar ekseninde örgütlenmesi gerekiyor. İstihdam hedefiyle bir planlama yapılmadığı için Türkiye’de diplomalı işsizlerin sayısı her yıl katlanarak büyüyor. Siyasi ya da ticari rant hesabıyla açılan üniversitelerin zaten evrensel ölçekte bilimsel üretim ve eğitim yapma iddiası yok.

Özgür bilim anlayışına savaş açan siyasal iktidarın öğretim elemanlarının özlük haklarının iyileştirilmesi gibi bir konuyu sahiplenme olasılığı bulunmuyor. Dolayısıyla patron üniversiteleri de nitelikli işgücü olarak bilinen akademik personeline karşı keyfi ve hoyratça davranmaktan çekinmiyor. Nişantaşı Üniversitesi’nde yaşananlar Boğaziçi’nden ya da diğerlerinden farklı değil. YÖK’ün üniversiteleri, genellikle tek adama özenen adamcıklar ya da kadıncıklar tarafından yönetiliyor…

[1] https://www.j-humansciences.com/ojs/index.php/IJHS/article/view/378

 

[2] https://plazaeylem.org/pep-hakkinda/

 

[3] https://fred.stlouisfed.org/series/A679RC1Q027SBEA

 

[4] R. Sennet (2002) Karakter Aşınması, Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik  Üzerindeki Etkileri, Çev. Barış Yıldırım, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

 

[5] G.Savul (2019) Eski Tartışma Yeni Söylem: Sanayi 4.0 Bağlamında Teknolojik Gelişim ve Kapitalizm, Praksis, 50(2), 149-178.

 

[6] https://t24.com.tr/haber/turkiye-de-universite-mezunlarinda-issizlik-ilkogretimden-daha-yuksek,1019418

 

Yazarın Diğer Yazıları
Ronald-Donald döngüsü 14 Kasım 2024
Neofaşist küreselleşme 20 Eylül 2024
Kirli mahremiyet 25 Temmuz 2024