Kapanış bilançosu
Emperyalist seçim stratejisini kendi açısından belirlerken kapanış bilançosunu da çok önemli bir kalem olarak ele alacaktır.
Bilindiği gibi, bilançolar, bir işletmenin belirli bir zaman boyunca giriştiği faaliyetlerinin nihai durumunu kâr ya da zarar olarak gösterildiği tablolardır. Güzel de, böyle bir tablonun bu yazıda nasıl yeri olabilir? Böyle bir yazı iki sebepten dolayı tam da günümüz koşullarına uyar. Birincisi, neoliberal politikaların başat olduğundan beri ulus devlet formları şirket devlet formlarına dönüşmüş görüntüdedir. Hukuk Kuralı (Rule of Law) olarak bilinen neoliberal kamu yönetim sistemine göre, devletler klasik görevleri törpülenmiş olarak toplumlar üzerinde hiçbir yönlendirme işlevine sahip olmayıp, sadece rekabetçi piyasa kurallarının uygulanmasında gözlemci ve yöneticilik görevi ile yükümlüdür. Toplumun hedefsiz sürüklenişi piyasa kuralına göre şekillenir ve devlet sadece piyasa kuralının uygulanmasında hakem ve yönlendirici role sahip olur. Nomoklasi olarak anılan bu kurala göre, toplumların nüfus planlaması yapması veya enflasyon veya kalkınma ya da gelişme gibi bir hedef saptayıp ona göre kamusal politikalar uygulaması söz konusu değildir. Piyasa kuralı ile çalışan işletmelerde kısa dönem planları yapılıyor olduğundan, nomokrasi sisteminde devletin bunun üzerinde genel planlama görevi yoktur. Piyasayı maliye ya da para politikalarıyla veya planlama gibi kamusal araçlarla denetleme ya da bazı aksaklıkları giderme yetki ve yetisine de sahip olmayan bir devletin kapanış bilançosunun fazla bir değeri olmayabilir. Ancak, böyle bir sistemde devletin başat olduğu ekonominin ulaştığı sonuçlar sistemin etkinliği açısından bilgi verici olabilir. Ondan dolayı da kapanış bilançosu kamu kesimine ait olmayıp, tüm ekonominin performansını yansıtacak şekilde olması düşünülmektedir. Nomokrasiye rağmen, ekonominin ulaştığı sonuçlarda siyasetin de önemli rolü vardır. O nedenle, kapanış bilançosu nomokrasi koşullarında yönetilen bir toplumun sonucunun aynasıdır. Günümüz Türkiye’sinin ekonomik ve sosyal sorunlarına bu gözle bakılması gerekir.
Neoliberal politikalarla devletin de piyasa kuralı içine alındığı koşulda devlet artık tarafsız değil, bir şirket gibi taraflı olarak neoliberalizmin ana aracı yönetişim kuralına uyar. Bu durum, devleti ulus içi piyasa koşulundan uluslararası piyasa koşuluna taşır. Böylece genişletilmiş piyasa koşulunda devletin şekillenmesi ve uluslararası piyasa koşuluna göre kamu hizmetlerimi yürütmesinin sonuçları da ancak bilanço sistemi ile anlaşılabilir. Çünkü neoliberal sistemde devlet yapılanması ve işlevleri klasik ulus devlet yapılanması ve işlevinden çok farklıdır. AKP yönetimi yirminci yılında, Cumhuriyetin de birinci yüzyılını devirdiği yılda ekonomi ve demokrasi açılarından yaşamsal bir seçime gidiliyor. Gerek yirmi yıllık AKP yönetimi, gerek Cumhuriyet’in birinci yüzyıl kapanışının sonuçlarını almak da yine bir kapanış bilançosunu gerektiriyor. Emperyalizm uluslararası ekonomi kuralı olarak çalışmakta, ulus devletleri dahi emri ve denetimi altına almaktadır.
Cumhuriyet yönetimi birinci yüzüncü yılını devirirken seçim yapılıyor olması bir demokrasi göstergesi olarak kabul edilebilir mi? Bir bakıma, bu durum Cumhuriyet’in sağlam temeller üzerine kurulmuş olmasının delili sayılmaz mı? İşte mesele de burada düğümlenmektedir. Evet, bir seçim yapılacak gibi gözüküyor, ama seçime giden yolar ekonomi ve iç ve dış politikalar açılarından çok çetrefil gözüktüğünden, salt seçime bağlanan demokrasinin niteliği bulanıklaşıyor. Çoğu diktatörlükle yönetilen ülkelerde de seçimler yapılmaktadır. O nedenle, burjuva demokrasisinde dahi demokrasi olgusunu salt bir sandık demokrasisine bağlamak yanlıştır. Seçim ve demokrasi konularını başka bir yazıya bırakarak, burada yönetişim ortamında geçmiş son yirmi yılın ulaştığı sonuç bağlamında, emperyalizmin seçimlerimizle ilgili ne tür hayırlı(!) düşünceleri, ilgileri, hatta olası müdahaleleri olabilir konusunu kısaca irdelemek istiyorum.
Türkiye birinci yüzyılında, kısa bir dönem hariç, hemen her dönemde emperyalizmin etkisi altında potansiyel gelişme temposunun altında kalkınmasını sürdürmüştür. Soğuk savaş dönemi ekonomiyi rehavete sokmuş, yeşil kuşak politikaları ise gericiliği kalıcı hale getirerek önce sol akımları geriletmiş, şimdilerde de tüm ekonomiyi ahtapot gibi sararak ülkeyi ortaçağ karanlığına çekmeye yeltenmektedir. Bir cenin olarak yuvasından koparılan AKP projesi emperyalizme uyum sağlarken, uzun hikâyeye girmeden, gelinen sonuca bakarak söyleyebiliriz ki, ekonomiyi tam anlamı ile emperyalizmin emrine vermiştir. Bu konu üzerinde, kuşkusuz, çokça tartışılabilir. Bu tartışmanın çeşitli boyutlarını başka bir yazıya bırakarak, bugün kapanış bilançosunu noktalayıp, seçim üzerinde emperyalistlerin olabilecek projelerini kısaca ele almak istiyorum.
Eğer seçim bağlamında kapanış bilançosu tartışılmayacaksa, niçin bu konuya girdiğim sorgulanabilir. Hemen söyleyeyim ki, emperyalist seçim stratejisini kendi açısından belirlerken kapanış bilançosunu da çok önemli bir kalem olarak ele alacaktır. Bu durumda, elimizde üç önemli kanal bulunmaktadır. Bunlar; birincisi, ekonominin kapanış bilançosu, buraya nasıl gelindi ve olası sonuçları; ikincisi, AKP’nin emperyalizme sadakati ve hizmetleri; üçüncüsü, politika havuzundaki alternatifler. Kabaca, AKP yönetiminde Türkiye’nin emperyalizme hizmeti, hem ekonomi hem de uluslararası politikada aracılık işlevi bağlamında, ülke açısından bir gedik hariç, oldukça olumludur. O gedik de, emperyalistin amacı doğrultusunda ülkenin sanayisizleştirilmesi ve uluslararası sermayeye ödenen yüksek faizler nedeniyle ekonominin sürüklendiği olumsuzluklardır. Üstelik işsizlik ve enflasyon olarak halkın siyasi kanaatini doğrudan etkileyen bu olumsuzlukların AKP’ye fatura edilmesi de emperyalistlerin üzerinde düşüneceği bir konudur. Diğer bir mesele ise, bugünkü dincilik ve milliyetçilik konularından birincisi emperyalizmin eseri ve beğenisi olduğu halde, ikincisinin reddedeceği bir konu olmasıdır. Bunların ayrıştırılması emperyalist açısından önemlidir. Fakat bu ayrıştırma emperyalistin aracı AKP’yi seçimde zora sokar. Diğer bir mesele de, oldukça değiş(tiril)miş olmakla beraber, eser miktarda da olsa Kemalist politikaların da kazınması gerekiyor.
Emperyalistin modeli şöyle olsa: Şimdiye dek hizmette kusur etmemiş parti iktidarda olsa; bu partiyi emperyalist politikalarından dolayı oldukça hırpalamış bir muhalif parti ise muhalefette değil, koalisyonda olsa; milliyetçiler, genetiği değiştirilmiş olsa da, iktidar çevresinden uzaklaştırılsa; her çevreyi ve toplumu iknaya yönelik olarak da ekonomiye bir miktar kaynak enjekte edilse, hem Orta-Doğu’da Rusya’nın dibinde, Çin’in Avrupa yolu üzerinde güçlü jandarma, hem de gelişime açık bir piyasa yapılandırılmış olmaz mı?
Sol politikaların önemi işte buralarda netleşiyor.