Komintern, TKP ve Kürt isyanları
Sosyalistler 1920-30lar TKP tarihine eleştirel bakarken bir yandan da Kürt, Ermeni, Rum vb milliyetçiliklerinin dar görüşlülüğünü ve Kemalizmin yarım yamalak reformculuğunu ve asimilasyonculuğunu iyi anlamaları ve anlatmaları gerekiyor.
Erden Akbulut ile Erol Ülker’in yayına hazırladığı Komintern, TKP ve Kürt İsyanları adlı kitap Yordam Kitap’tan çıktı. Kitap, Türkiye Komünist Partisinin 1920’ler ve 30’lardaki kongre ve konferanslarında alınan Kürt sorunu ile ilgili kararları, 1925 Şeyh Sait İsyanı, 1930 Ağrı İsyanı ve 1937-38 Dersim olayları hakkındaki TKP yetkililerinin değerlendirmelerini ve başka bazı belgeleri içeriyor. Kitap doğru olarak 1937 Dersim olaylarını isyan olarak nitelemiyor, çünkü Dersim’de 1937’de gerçekten de bir isyandan ziyade kapsamlı bir askeri operasyon ve ona karşı birkaç aşiretin ağalarının direnişi oldu.
Derleyicilerin sunuş yazısında belirttikleri gibi, tarihsel TKP’nin Kürt sorunundaki tavrı üzerine günümüzdeki Kürt siyasal hareketinin ve İslamcı-liberal Kürt çevrelerinin yaklaşımı TKP’yi o zamanki Kemalist rejimin bir uzantısı veya destekçisi olarak toptancı bir mantıkla mahkum etmekten ibarettir.(1) TKP, Komintern ve SSCB’yi Kemalizmle tam paralel gösteren başka bir tavır ise sosyalizm kılığına da girebilen Türk ulusalcılığının en azgın temsilcisi olan Perinçek çizgisidir. Bu çizgiden Mehmet Perinçek’in Rusya devlet arşivlerinden aldığı bazı belgeleri veya ansiklopedik Sovyet kaynaklarını kendi işine geldiği ölçüde seçerek ve cımbızlayarak yayımladığı bazı kitapları mevcuttur. Akbulut ve Ülker ise Perinçek’in kitabında özetleyerek aktardığı bir dizi belgenin tamamına ilk kez yer vererek güzel bir iş yapıyorlar. Yine derleyicilerin kibar bir dille ifade ettikleri üzere, ‘M. Perinçek’in kitabında verilen belgelerde, Kürt ulusal hareketlerinin gelişiminde Kemalist rejime yönelik “Türkleştirme, millî zulüm vb.” politika ve uygulama eleştirileri genel olarak dikkate alınmamıştır’. Perinçek’in aynı tavrını Ermeni sorununda da sergilediği ve Bolşevikleri İttihatçı ve Kemalistlerle aynı çizgide göstermeye gayret ettiği bilinmektedir. (2)Ancak belgeler ayrıntılı olarak okunduğu zaman Komintern ve TKP’nin Kemalizme hiç de açık çek vermediği ve Kürtlere, Ermenilere ve başka azınlıklara yönelik zulmü onaylamadığı görülecektir. Kuşkusuz Komintern ve onun bir parçası olan TKP’nin politikaları eleştiriden muaf değildir ve kuşkusuz bunlar birçok taktik hata yapmışlardır. Ancak dönemin güç dengelerini ve SSCB’nin emperyalist kapitalist dünyada ayakta kalma ve beklenen İkinci Dünya Savaşına hazırlanma mücadelesini gözetmeksizin yapılacak analizler eksik kalacaktır.
Kendi sorunlarını dünyanın merkezine koyan Kürt ve Ermeni milliyetçileri SSCB ve TKP’den de aynı tavrı beklemektedir. Ancak SSCB ve Komintern’in herhangi bir milliyetçiliği destekleyip öteki halkları karşısına alma lüksü yoktu. Ortadoğu gibi karışık bir coğrafyada Türk, Kürt, Ermeni, Fars ve Arap milliyetçilerinin ve Alevi, Ezidi ve Süryani gibi dinsel grupların hepsini birden mutlu etmek mümkün olmadığı gibi bunların kendi aralarındaki kavgaları ve emperyalist güçlerle olan girift ilişkilerini çözmek de kolay değildir. Örneğin Kürt milliyetçisinin Kuzey Kürdistan dediği yere Ermeni milliyetçisi Batı Ermenistan demektedir. Musul ve Kerkük’te Türk, Kürt ve Arap milliyetçilikleri çatışmaktadır. TKP ve Komintern’in 1925 Şeyh Sait isyanının arkasında İngiliz desteğini görmeleri o günkü konjonktürde mantık dışı değildi. Bugün biliyoruz ki İngiliz desteğine dair bir kanıt bulunamamıştır. Ancak TKP ve Komintern’in o zaman bunu bilmesi mümkün değildi. Musul meselesinden dolayı İngiltere’nin genç Türkiye cumhuriyetini zayıflatmak istemesi olağandı. Dolayısıyla TKP ve Komintern eleştirilirken o günkü konjonktür göz önünde tutulmalıdır.
Kitapta yer alan yazılar arasında Türkiye Komünist Partisi’nin yayın organı Orak-Çekiç gazetesinin 1 Şubat 1936 tarihli sayısında yayımlanan H. Boşa imzalı yazı çok öğreticidir, buraya bir kısmını alıyorum, tamamının kitaptan okunmasını öneriyorum:(3)
Kemalist burjuvasi, hükümetin idare sisteminde tazyık vidalarını habre sıkıştırıyor. Halk partisi hükümeti, Türkiyenin muayyen semtlerinde yeni yeni enspektörlük teşkilatları kuruyor. Bunlardan en zorbalısı 4’üncüsü oluyor. Astığı astık kestiği kestik fermanile kurulan bu teşkilâtın neler yapacağını eyice anlayabilmek için, 1’incinin neler yaptığına kısaca göz atalım. Şimdiye kadar kurulan 4 genel enspektörlükten 3’ü doğu vilayetlerinde ve bunlardan 2’si bilhassa kürdüstanın göbeğindedir. Neden? Kamutayda iç işleri bakanının verdiği izahata göre: Dersim, yeni adıyla Tunceli ve çevresinde halk hâlâ daha beylerin, şeyhlerin, aşiret reislerinin nüfuzları altında bulunuyormuş; vergi vermiyormuş, soygunculuk yapıyormuş… da onun için böyle dehşet salan bir aparat kurulmuş. Birinci Genel enspektörlük kurulurken de ayni şeyler söylendiydi. 7-8 yıldır doğu vilayetlerinde saltanat süren ve adına Kürdistan’da, “bayraksız daire” denilen bu teşkilat; emekçi halk yığınlarını beylerin, şeyhlerin, aşiret reislerinin zulmünden kurtardı mı? Bunu yapmadı amma, emekçi halk kitlelerinin ensesinde eyi boza pişirdi.
Kemalistlerin gevezeliklerine bakarsanız onlar, doğu vilayetlerinde koyu irticayla, emperyalizmin ajanlarıyla, sultanlığın desteği olan unsurlarla sapına kadar savaşıyorlar. Hakikat böyle mi? Halk partisi hükümeti, doğu ellerinde, hele Kürdüstanda kaytak derebeylik artıklarına, İngiliz ve Fransız emperyalizminin ajanlarına, kodaman ağalara ve beylere karşı kökten bir inkılapçı savaş yürütmüyor. Kemalist burjuvazi, derebeylere, büyük toprak sahiplerine, aşiret reislerine, koyu mürteci unsurlara karşı evvela bir çıkıştı: onların siyasal alandaki nüfuzlarını baltaladı, hükümet aparatındaki mevkilerini silkeledi. Fakat, onların topraklarına dokunmadı, hükümet aparatındaki bağlarını söküp atmadı, onların köylerine ilişmedi, köylüyü ve köylü[lüğü] onların istismar ve nüfuzlarından kurtarmadı. O bu sayılanları yapmaz. Çünkü o, büyük toprak mülkiyetiyle sıkı sıkıya bağlıdır. Büyük toprak sahipleriyle sarmaş dolaş olmuştur. Köylü inkılabına karşı durmuştur. O, eski derebeylik artığı istismar ve istihsal usullarını yok etmedi. Köylüyü ve köylülüğü insafsızca ezen; emekçi köylüleri toprak beylerine karşı kul köle bırakan yarıcılık, ortakçılık, kesimcilik usullarına dokunmadı. Tam tersine, bu katmerli, yoğunlaşmış derebeylik artığı istismar ve istihsal usullarını kapitalist istismar ve istihsal usullarıyla öriyor, onlari içiçe sokuyor. Doğu illerinde toprak münasebetlerinin ne yamanları vardır. Mesela bir beyin, kodaman bir ağanın onlarla köyleri var. Çoluk çocuğu ile beyin malı olan köyler var. Bu köylülerin beyle olan münasebetleri toprak-bentlik münasebetinin iri iri artıklarıdır.
Kemalistler Kürdüstanda büyük toprak sahiplerine, tefecilere, kodaman ağalara, Kemalist burjuvazile bağ tutan tüccarlara yaslandılar. Birinci genel enspektörlük kurulduktan sonra bu anlaşma daha sıkı fıkı oldu.
TKP yazarı devamında Ahmet ve Hatip beylerin, Cemilpaşazadelerin, Hozat, Hazro, Silvan beylerinin, ölünceye dek mebus kalan, 34 köyün tapusunu elinde tutan Odabaşı Mahmud’un, Diyarbakır’daki Pirinççizadelerin korunduğunu, Şeyh Sait’in Suriye’ye kaçmış olan kardeşlerinin de affedilerek geri getirildiğini, Halk Partisinin yürüttüğü Türkleştirme siyasetiyle halk kütlelerini irticanın kucağına ittiğini, Kürtçe ve Zazaca konuşmanın yasak edildiğini, emekçi Zaza yoksullarına hakaret edildiğini ifade ediyor.
Komintern’deki TKP temsilcisi İsmail Bilen, ‘Dersim İsyanı’ başlıklı raporunu Arap harfleriyle yazmıştır. Her şeyden önce Sovyet Azerbaycan ve Türkiye’deki alfabe reformundan neredeyse on yıl geçtiği halde hala yazısını Arap harfleriyle yazan Bilen’in bu gerici ve tutucu tavrını eleştirmek gereklidir. Raporun içeriği de kuşkusuz eleştirilebilir ancak toptancı bir mantıkla bakmamak koşuluyla. Bilen, Moskova’da edinebildiği bilgilerle ve o dönemde hükümet denetimindeki basının haberlerine dayanarak bir ‘isyan’dan söz etmektedir ki Kürt milliyetçileri de isyan demektedir. Ne var ki İstanbul’daki TKPlilerin de Moskova’daki Bilen’in de Dersim’e dair doğru bilgi alma olanakları kısıtlıydı. Dersim’de 1935’ten beri planlanmış bir operasyon söz konusuydu. Dersim feodalizmin en koyu olduğu bölge değildi, eşkıyalık da sadece Dersim’de değildi. Bilen sormuyor ama biz soralım: Kemalizmin derdi ağalığı tasfiye etmek idiyse başka bölgelerdeki ağalara neden dokunmuyordu? Aydınlı toprak ağası, çiftlik sahibi, gerici, Serbest Fırkanın Aydın il başkanı Adnan Menderes’i neden CHP saylavı yapmıştı?
Bilen, Komintern yayın organı Rundschau’nun 29 Temmuz 1937 tarihli 32. sayısında şöyle yazmıştır: ‘Dersim’in on binlerce nüfuslu halkıyla ilgilenmek ve bu halka sistemli bir şekilde yardım etmek gerekir. Bu halkı yerinden oynatmak ve ülke içinde dağıtmak yanlış olur. Kuşaklardır insanca yaşamanın ne olduğunu bilmeyen bu talihsiz insanlar, yeterli toprağa ve onu işlemek için araçlara sahip olmalıdır. Millî görenekleri ve dilleri çerçevesinde uygun bir yaşam kurmaları için onlara yardımcı olunmalıdır.’ Görüldüğü gibi Bilen de Dersimlilerin asimilasyon ve sürgüne maruz bırakılmasına karşı çıkmıştır. İsmail Bilen’in raporunun transkripsiyonu M. Perinçek’in kitabında birçok hata ve eksikle birlikte yer almıştır. Raporu Latin harflerine çeviren Perinçek’in Osmanlıca yardımcısı örneğin ‘tefecilerin’ sözcüğünü ‘taife-i celebinin’ diye okumuştur. (4)Ülker ve Akbulut’un kitabında ise rapor doğru ve tam olarak yer almaktadır.
Sosyalistler 1920-30lar TKP tarihine eleştirel bakarken bir yandan da Kürt, Ermeni, Rum vb milliyetçiliklerinin dar görüşlülüğünü ve Kemalizmin yarım yamalak reformculuğunu ve asimilasyonculuğunu iyi anlamaları ve anlatmaları gerekiyor. Kemalizmin reformculuğu çoğu zaman devrimci olmamıştır, çoğu zaman yarım yamalak adımlarla yürümüştür, gericilikle uzlaşmıştır. Bu uzlaşma 1938’den sonra İnönü elinde daha da artmış ve sonunda bugünkü teslimiyete ulaşmıştır.
[1]Bu konuda bazı Kürt liberallerinden şimdi bazı nüanslı sesler çıkmaya başlamıştır. Bunlardan Mesut Yeğen’in ‘daha adil bir okuma’ isteyen yazısı için bkz. https://www.agos.com.tr/tr/yazi/27272/tkp-ve-kurt-sorunu Bu kimlikçi liberal, yazısında ‘ortada TKP de komünistler de kalmadı’ demeye de cüret etmiş!
[2]Perinçek’in Büyük Sovyet Ansiklopedisinde yaptığı sansür için bkz. https://ilerihaber.org/index.php/icerik/candan-badem-yazdi-mehmet-perincek-buyuk-sovyet-ansiklopedisini-nasil-sansurledi-79099 Perinçek’in bu ansiklopedideki ‘Kürtler’ maddesini de sansürleyerek özetlediğini düşünüyorum, bunu başka bir yazıda ele alacağım.
[3]Erol Ülker, Erden Akbulut, Komintern, TKP ve Kürt İsyanları, Yordam Kitap, 2022, sf. 221-222.
[4]M. Perinçek, Sovyet Devlet Kaynaklarında Kürt İsyanları, Kaynak Yay., 2011, sf. 170. Karş. Komintern, TKP ve Kürt İsyanları, sf. 233-240. Ülker ve Erden’in Arap harfli metinlere ‘Eski Türkçe’ demeleri yanlıştır, çünkü Eski Türkçe dilbilimde Göktürk Türkçesine verilen addır. Bkz. https://tr.wikipedia.org/wiki/Eski_Türkçe