Çocukları dünyaya leylekler getirmiyor
Bu konuda dinin referans gösterilmesiyse, din tabu sayıldığı için tartışmayı engelliyor. Oysa böyle bir tartışma, inançlara saygıyı göz ardı etmeden ancak laik düzende yapılabilir. Dolayısıyla, din eğitiminin, bağımsız uzman pedagoglara danışarak onların önerdikleri yaşta başlaması gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Çocuk, insani ve toplumsal değerleri, içinde dinin de yer aldığı toplumsal yaşamda görerek, yaşayarak, deneyimleyerek öğrenmelidir.
Tülin Tankut
Gündem o kadar yoğun oluyor ki yurttaş olarak izlemekte zorlanıyoruz. Ancak bir konu var ki hiç gündemden düşeceğe benzemiyor, çünkü yaşamsal öneme sahip.
Milli Eğitim Bakanlığı 20. Milli Eğitim Şûrası’nda alınan , okul öncesinde din dersleri okutulması kararından söz ediyorum. Karar alınmadan önce uzman pedagoglarla da mutlaka görüşülmüş olması gerekir.
Ancak bilimsel kaynaklarda, soyut kavramları öğrenme yaşının 11-12 yaşından sonra geliştiği , çocuğun bu kavramları içselleştirip analiz ve sentez yapma becerisini kazanabilmesinin 12 yaşından sonra başladığı belirtiliyor. 4-6 yaş grubunda verilen dini eğitiminse , “öğrenme”yle değil, “ezber”le sonuçlandığına dikkat çekiliyor. Ezberin çocuk gelişimi ve eğitimi açısından bir yararı olmadığı gibi – “ezberci eğitim”e alıştırmak dışında (!) – üstüne üstlük çocukta baskı ve kaygı yaratabileceği vurgulanıyor. Demek ki çocuğun gelişim evrelerinin her biri, kendine özgü bir algı dünyası içeriyor.
Küçük yaşta çocuğu dini müeyyideleri kullanarak korkutmak tüm tek tanrılı dinlerin ortak özelliğidir. Oysa çocuğun örneğin, ölümü yetişkin gibi algılayabilmesi için 10 yaşından büyük olması gerekiyor. Dini kullanarak korkutmaktan en çok zarar gören de kadın cinsidir. Uzmanlar, kız çocuğuna yapılan baskıların , onun erkek çocuğunun gözünde değerinin düşmesine sebebiyet verebileceğine dikkat çekiyorlar. Yasak ve günah söylemi – “açık giyinirsen cehennemde yanarsın” türü tehditler – kız çocuğu üzerinde zayıflık, değersizlik v.b. olumsuz duygular yaratabiliyor. Toplumsal cinsiyet rollerinin pekiştirilmesine yarayan bu ve her türden “ideolojik şiddet”in, yetişkinlikte yol açabileceği sorunlarsa “kadın sorunu” adı altında toplanmaktadır. Kadının “yurttaş” kimliğini kazanması kadın hakları kazanımı açısından bir ileri aşama olsa da sorunların ortadan kalkmasına yetmemiştir. Durumun vahameti ortadadır: Son yıllarda namus kavramı, kadına yönelik şiddet dışında kullanılmaz olmuştur!
Uzman görüşü, din eğitiminin aile içinde, çocuğu korkutmadan verilmesinin daha yararlı olacağı yönündedir. Kuşkusuz çocuk yetiştirmede ebeveynin rolü çok büyüktür. Çocuğun “normal”in dışına çıkması ebeveynini korkutur, özellikle de günümüz koşullarında. Çözüm için geleneğin yapılandırdığı muhafazakâr ebeveynin ilk aklına gelense dindir. İyi insan olmayı kuşkusuz din de öğütler. Ama çocuğa dini ritüelleri yerine getirdiğinde iyi insan olacağı yönündeki telkinler işe yaramış mıdır, bu toplumbilimsel araştırmaların konusudur.
Ebeveynlerin akıllarındaki soru işaretlerini gidermek için alanında donanımlı, beyanları Anayasa’yla uyumlu, bağımsız din uzmanları dururken bu olanağı kullanmamaları, yanlış dini bilgilerle yanlış kararlar alınmasına yol açabiliyor. Sözgelimi çocuk yaşta evlilik , coğrafi koşullar, buluğ çağına erken girme v.b. bahanelerle , toplumda kök salmış , miyadını doldurmuş geleneklere sırtını dayamış dinci çevrelerce meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Hukuk sisteminin zafiyetinden, boşluklarından yararlanan bu çevrelerin dini hukuku kullanarak söz konusu ebeveynleri ikna etmesi de zor olmuyor. Oysa 18 yaşın altındaki gelin ya da damat adayı, evlilik kurumunun yükümlülüklerini yerine getiremez. (Erken evlilik genelde kız çocukları için geçerlidir.) Bu nedenle resmi hukukun evlilik için koyduğu yaş sınırlamasına uymayan ebeveynler suçlu sayılmaktadır. 18 yaşın altındaki evliliğe ebeveynin onay vermesi de kabul edilesi bir durum değildir.
Öte yandan kaçak Kur’an kursları, merdiven altı yurtlar gibi yasal olmayan dinci yapılanmaların denetlenememesi çeşitli iddiaların ortaya atılmasına yol açıyor. Sermaye gruplarının ve siyasetin desteğiyle palazlanan bu yapılanmaların, içinde bulundukları ilişki ağlarının devletin çeşitli kurum ve kuruluşlarına kadar sızdığı iddia ediliyor; ki bu iddiaların gerçek olabileceğine ikna olmamızı kanıtlayacak olaylara ve toplumdan yükselen itiraz seslerine tanık oluyoruz. Sorun şu ki, halkın demokrasiye , yasalara olan güveninin azalması insanları dine itiyor. Kamunun olanaklarını da kullanan tarikat ve cemaatlerin yurtlarına , çocuklarını okutmakta zorlanan alt- orta sınıftan ebeveynler baş vuruyor.
Bunlardan eğitim kurumlarını siyasal propaganda aracı olarak görenlerse en tehlikelileri; ama yetişmekte olan kuşağın dünyasında yer alamayacaklarını göremiyorlar. Vakıf gibi dini yapılanmaların, koşulların gereği Osmanlı döneminde karşılığı olabilirdi. Her şeyin şeffaflaştığı bu ileri teknoloji çağındaysa , İslam’ın Altın Çağı’nın yinelenmesinin, tarihi gerçeklere uymadığından mümkün görünmediği ortadadır. Kaldı ki, Kur’an- ı Kerim’in tefsiri ( Kur’an ayetlerinin açıklanması) kimsenin tekelinde değildir; çeşitli tefsir kitapları bulunmakta, örneğin bir ayetin farklı yorumları olabilmektedir.
Eğitim sisteminin, konjonktüre göre değiştirilmesiyse çağdaş toplumun bireylerinin ihtiyaçlarıyla uyuşmadığından kabul edilemez. Laiklik evrensel bir norm haline gelmiştir, her ne kadar neoliberalizmle sulandırılmaya çalışılsa da geriye dönüş söz konusu değildir.
İnternet kullanıcıya, her zamankinden daha fazla bilgi paylaşımı olanağı sağlıyor. Kullanıcı, dünya üzerinde kendi ilgisini çeken konular hakkında bilgi alabiliyor. Dijital dünyada bazı tabuların da tabu olmaktan çıktığını görüyoruz. Yetişme çağındaki kullanıcının, merak saikiyle, “yasaklanmış konuların” üstüne gitme eğilimi de bilinmeyen bir şey değil… ( Artık “çocukları dünyaya leylekler getirdi” sözüne inanan çocuk kalmadı. ) Küresel kapitalizmi, İslami değerlerin ağırlıkta olduğu geleneksel kültüre uyarlama çabalarının çocuklarımıza güvenli bir gelecek sağlamaktan uzak olduğunu gördük. Dünya hızla değişirken eğitim sisteminin de , bireylerin ve toplumların ihtiyaçlarını karşılamak üzere yenilenmesi zorunludur. Emperyalistlerin kucağında , Afganistan’da İslami devlet kurmaya çabalayan Taliban’ın durumu ibret vericidir. (1) Uzmanların, 3 yaş çocuğunun en önemli özelliğinin meraklı oluşu ve yaşamın ilk 6 yılında çocukların iyi yetişmesinin büyük önem taşıdığı konusunda uyarılarını hatırda tutmak gerekiyor. Hal böyleyken, dini referanslı terimleri kullanarak, çocuğun toplumsallaşmasını baskıyla şekillendirmeye kalkışanların, yetişmekte olan kuşağın geleceğiyle oynamasına izin verilebilir mi?
Bu konuda dinin referans gösterilmesiyse, din tabu sayıldığı için tartışmayı engelliyor. Oysa böyle bir tartışma, inançlara saygıyı göz ardı etmeden ancak laik düzende yapılabilir. Dolayısıyla, din eğitiminin, bağımsız uzman pedagoglara danışarak onların önerdikleri yaşta başlaması gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Çocuk, insani ve toplumsal değerleri, içinde dinin de yer aldığı toplumsal yaşamda görerek, yaşayarak, deneyimleyerek öğrenmelidir.
Ancak, unutulmamalıdır ki, toplumda eşitlik ilkeleri hayata geçirilmedikçe, dinin de varlığını baskı unsuru olarak sürdürecek zemini bulması kolaylaşacaktır. Toplumun her üyesine, her konuda eşit erişim olanakları sağlayacak bir sisteme ihtiyaç vardır. Serbest piyasa ekonomisi bunu sağlayamaz; ekonomik ve sosyal vaatlerinin hiç birini yerine getiremediği gibi, “dur” denilmeyeceği sürece insanlığı nerelere sürükleyeceği de belirsizdir.
Neyse ki sol, siyasal iktidar ve muhalefetin tersine; içi boşaltılmış, çarpıtılmış kavramları yeniden gerçek anlamlarına döndürebilme mücadelesi veriyor . Manipüle edilmiş sorun ve çözüm önerilerini ortaya dökerek sorumluluğunu yerine getiriyor. Sağlam adımlar attığını kanıtladıkça da emekçi halkın desteğini alıyor.
(1) : Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Afganistanda Talibanın kadınları kamusal yaşamdan “silme”ye çalıştığını beyan ediyor. (Günaydın!) Küresel medyada izlediğimiz kız çocuklarına ve kadınlara yönelik uygulamalar da iddiaları doğrular nitelikte. Ancak Taliban da artık gerçeklerden kaçamıyor. Son haberlere göre, kadınlara üniversitenin kapılarını açmak zorunda kalmış. Yakında ikili bir hukuk sistemine ( dini ve laik ) geçerse şaşmamalı.