Kürt siyaseti ve liberalizm: Bir ben var benden içeri

Kürt siyaseti ve liberalizm: Bir ben var benden içeri

01-09-2022 12:03

AKP iktidarına sonsuz desteği veren liberallerin, özellikle 2015 sonrasında soluğu Kürt hareketinin ve HDP’nin yanında almaları ise şaşırtıcı değildir. Bugün yaşananlar o açıdan çok da şaşırtıcı görülmemeli.

Fuat Beşiroğlu

Kürt siyasi hareketinin güncel pozisyonu ve yönelimleri Türkiye siyasetinde önemli bir yer tutuyor kuşkusuz. Örneğin bugün, Kürt siyasi hareketinin daha doğrusu özelde HDP’nin pozisyonu Millet İttifakı açısından kritik bir noktada durmaktadır. Ya da başka bir pencereden bakılırsa Kürt seçmenin önümüzdeki seçimlerde nasıl bir yönelim içerisine gireceği Cumhur İttifakı açısından da dikkate alınan bir başlıktır.

Bu anlamıyla belli bir oy potansiyeli olan HDP’nin önümüzdeki seçimler için kilit parti olarak lanse edilmesi, bununla birlikte HDP’nin kendisine ise böyle bir kilit parti vasfını biçmesi karşımıza çıkan başlıklar olmaktadır. Ancak şu soruyu sormadan edemeyiz: Ne ve kimin için kilit parti?

AKP iktidarının, Türkiye’de sermaye düzeninin yeni bir rejime geçişi için neredeyse bütün kilitleri açan bir görev üstlendiği herkesin malûmu olsa gerek. Bugün ülkemizde emperyalizme tam boy bağımlı, gerici ve sonuna kadar emek düşmanı bir rejim tesis edildiyse bunda sermaye sınıfının ihtiyaçları ve AKP iktidarının yönelimleri belirleyici olmuştur. Özelleştirmeler ile kamuya ait ne varsa talan edilerek yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş, NATO’culuk almış başını gitmiş, başta eğitim sistemi olmak üzere toplumsal yaşam dinselleştirilmiş, işçi sınıfının elindeki tüm haklar budanarak emekçiler piyasa faşizmi ile karşı karşıya bırakılmıştır. Son kriz süreci bu durumun en açık hali olarak karşımızdadır.

Başkanlık sistemi ile birlikte artık istibdat rejimi karakterini kazanan bu yeni rejim pek de uzak olmayan bir geçmişe kadar özellikle sermaye çevreleri ve liberaller tarafından kutsanıyor ve AKP iktidarının tüm adımlarına tam boy destek veriliyordu. Bu dönüşümün politik mücadeleler alanında 1923’te kurulan Cumhuriyet’in tasfiyesi ile sonuçlandığı ve yukarıda kabaca tarifini yapmaya çalıştığımız İkinci Cumhuriyet adı verilen düzlemin kurulduğu bilinmektedir. Türkiye’de sol ve sosyalist hareket cumhuriyeti numaralandırma sevdalısı değil bu biliniyor. Numaracı cumhuriyetçilerin kim oldukları ise açıktır. Özellikle 1990’lı yıllarda liberaller “İkinci Cumhuriyetçiler” olarak anılırdı. Bugün liberalizmin Türkiye’de siyasal alanı iğdiş etmesinin pratik sonuçlarına ulaşılmış gibidir. Sürecin tarifi ise İslâmcılar tarafından yapılmıştı: 1923’te açılan parantezi kapatmak…

Gelinen noktada yeni rejimin ve İkinci Cumhuriyet’in restorasyon ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyacın belli bir süredir sermaye iktidarı, egemen burjuva sınıfı ve emperyalizm açısından bir arayış olduğu ise bellidir. Dolayısıyla burjuva siyaseti de bu çerçevede yeniden yapılanmakta ve düzen muhalefeti de buna göre şekillenmektedir.
Kısaca tariff ettiğimiz bu süreç sonuç olarak Millet İttifakı’nı doğurmuştur. Bugün iktidardaki Cumhur İttifakı’na karşı çıkış yapan ve sağ bir koalisyon olan Millet İttifakı’nın yolu Türkiye’de sermaye düzeni düzleminde rejimin restorasyon yoludur. Yukarıdaki sorumuza dönersek, HDP’nin kilit parti pozisyonunun tam da düzenin ve sermaye iktidarının ihtiyaçları bağlamında ortaya konulduğunu anlamakta ve görmekteyiz. Bu durum düzen güçleri açısından böyle görülmektedir. Peki HDP ya da daha genel anlamda Kürt siyasi hareketi açısından bu durum nasıl görülmektedir?

HDP’DE CİSİMLEŞEN LİBERAL VE ULUSALCI SENTEZ

Burada ifade ettiğimiz kavramsallaştırmanın arka planını ve süreci Kürt siyasi hareketinin geçirdiği dönüşümü ortaya koyarak ifade etmek gerekir. 1990’lı yıllardan itibaren adım adım liberalizmin yörüngesine giren Kürt hareketi, demokrasi mücadelesi adına önce AB, Ortadoğu’da kazanılan statü ya da yerel özerkliğin devamı için ABD ile ilişki ve işbirliğine girmişti.

2000’li yılların başında hareketin lideri Abdullah Öcalan tarafından ortaya atılan Demokratik Cumhuriyet tezi, bu liberalleşmenin çatısını oluşturmuş bugün HDP’de cisimleşen sentezin temelleri de orada atılmıştır. Bugün HDP siyasetinin okumak istediğinizde karşınıza demokrasi ve barış kavramları bolca çıkmaktadır. Eğer ki tarihten ve siyasetten bağımsız bir algımız yoksa bunların içerisine oturduğu tarihsel çerçeveyi, siyasal ve toplumsal mücadeleleri de ele almak gerekmektedir.

Marksizmi terk ederek kapitalizmi eleştirmek isteyenlerin vardığı yer genel olarak sivil toplumculuk ve özelde ağırlıklı olarak kimlik siyaseti oluyor. Marksizmi ve “modernite”yi aştığını söyleyen Öcalan açısından da bu süreç benzeri şekilde işlemiştir. Kürt sorununun en büyük nedeni emperyalizm ve Türkiye’deki sermaye düzenidir. Marksizmden ve sınıflar mücadelesinden nasibi almış herkes için bu böyledir. Ancak post-marksizmden etkilenen ve bunu başat ideolojik doğru haline getiren Kürt siyaseti merkeze kimlik siyasetini ve statü talebini yerleştirmiştir. Bugün HDP’de cisimleşen temel olgunun bu olduğun, o açıdan da örneğin HDP’nin lideri olarak görülen Selahattin Demirtaş’ın da Öcalan çizgisini bu bağlamda sürdürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.

Yine benzeri şekilde Avrupalı post-marksistlerin radikal demokrasi tezi alınıp doğrudan kriz döneminde HDP’ye tatbik edilmiş, Kürt siyasetinin AKP ile yürüttüğü “çözüm süreci”nin hemen ardından HDP’ye Yunanistan’daki Syriza benzeri bir rol atfedilmiştir. Normal koşullar altında sosyalist ya da devrimci bir önderliğin böylesi bir kimliğin yanından bile geçmemesi beklenirken, Türkiye’de tersi olmuş HDP ya da Demirtaş bu gömleği giymekten imtina etmemiştir.

AKP iktidarına sonsuz desteği veren liberallerin, özellikle 2015 sonrasında soluğu Kürt hareketinin ve HDP’nin yanında almaları ise şaşırtıcı değildir. Bugün yaşananlar o açıdan çok da şaşırtıcı görülmemeli. HDP’nin 3 Temmuz 2022’deki kongresinde kurulan Danışma Kurulu’nda Türkiye’nin namlı liberallerinin yer alması ise malumun ilamı olarak değerlendirilmelidir. Hasan Cemal ve Ahmet Altan başta olmak üzere 2010 referandumunda “Yetmez ama Evet” diyerek AKP-FETÖ koalisyonuna destek veren liberallerin bugün HDP cenahına ve Millet İttifakı’nın yanına yöresine yerleşmeleri tam da yukarıda bahsettiğimiz düzenin restorasyon arayışı ile birlikte ele alınmalıdır.
Çünkü yakın geçmişte de, AKP iktidarına dmeokratlık atfeden liberaller Kürt siyasi hareketi ile hep alışverişte olmuşlardı. Örneğin 2007 seçimlerinde “Bin Umut Adayları” olarak karşımıza çıkan süreç, sermaye düzeninde Kürt sorunu üzerinden demokratlık yapmak isteyenler açısından bir mecra olmuş, liberaller o dönemde de bunun içerisinde yer almışlardı. Devamı ise bilinmekte, 2007 sonrasında burjuva demokratik devrimin tamamlandığını söyleyen aynı liberal odaklar, bu sefer bir kere daha AKP iktidarını “daha demokrat” olmaya çağıracaklardı.
Şimdi bugün aynısı geçerlidir denilebilir. Liberal odaklara kapılarını sonuna kadar açan HDP üzerinden bugün bir kere daha “daha fazla demokrasi ve demokrasi için öncelikle Kürt sorununun çözümü” çağrısı yapılacaktır. Bunun Cumhur İttifakı tarafından nasıl değerlendirileceği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, iktidar değişikliği olsun ya da olmasın sermaye devletinin “açılım”, Kürt siyasi hareketinin “çözüm süreci” ihtiyacı devam etmektedir. Liberallerin kendini var ettiği zemin buraya yerleşmiştir. Bu pozisyona Öcalan’ın teorik ve ideolojik, Demirtaş’ın ise pratik bir itirazı olmadığı bilinmektedir.

KÜRT SİYASİ HAREKETİ NEREYE GİDİYOR?

Siyasette sınıflar mücadelesi, devletin sınıfsal karakteri, emperyalizm olgusu ve içinde bulunulan üretim tarzı önemli olgular. Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Kürt siyasi hareketinde gelinen nokta ve liberalizmle sentezlenme, tüm bu olguların önemsizleşmesi ve hatta geçersiz sayılması gibi bir kapıya açılmıştır.

Bunun pratik sonucu siyasal alanda İkinci Cumhuriyet rejimi ile kurulan ilişkiler ve eklemlenme ile açığa çıkmıştır. Kürt emekçilerinin ve yoksullarının sınıfsal taleplerinin geriye itildiği, ulusal demokratik hak mücadelesinin kimlik siyasetine ve milliyetçiliğe indirgendiği, ulusal kurtuluş mücadelesinin anti-emperyalist bir çizgiden emperyalizmin çizdiği çerçevede statü arayışına dönüştüğü bir süreçten ve tercihler bütününden bahsetmekteyiz. Bu anlamıyla Türkiye’deki Kürt dinamiğinin düzen ve sermaye karşıtı özü budanmış durumdadır. Dolayısıyla Kürt siyasetinin ekseni de sistem eleştirisinden çok başka bir yönde, rejimin restorasyonuna endeksi bir hale gelmiştir. İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme dediğimiz olay budur.

Tersinden bakılırsa, 2015 yılında AKP iktidarı ile Kürt siyaseti arasında yapılan ve sonrasında kadük kalan Dolmabahçe mutabakatına yer alan kimlik, Anayasal statü, genel af, PKK’nin silah bırakması, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın kabulü gibi başlıklar bugün Kürt sorununda İkinci Cumhuriyet’in ajandasında varlığını koruyan başlıklar olarak yer almaktadır. AKP iktidarının bunlara dair nasıl bir adım atacağı belirsiz olmakla birlikte, olası yeni bir “açılım süreci”nin özünü bunlar oluşturacaktır. Öylesi bir durumda, başta Öcalan olmak üzere HDP cenahında alınacak pozisyon kimseyi şaşırtmamalıdır. Kürt siyasi hareketinin kazandığı liberal karakter ve İkinci Cumhuriyet’e eklemlenme dediğimiz olayın bir diğer yüzü ise budur.