(A)sosyal medyanın eleştirisi ve toplumsal mücadeleler
Sosyal medya, toplumsal alanlarda çıkan grev, eylem, direniş, boykot gibi konuları hızlıca kitlelere yayarken aynı zamanda bu mücadele başlıklarının içini boşaltan, tepkileri sosyal medyaya sıkıştıran, yurttaş olmanın sorumluluğunu ve yaşamın kendisine sahip çıkması gereken bireyi ve toplumu gerçek hayatın kendisinde tepkisiz, ‘örgütsüz’ kılmaktadır.
Suat Erdem
Sosyal medya çağımızın önemli bir parçası. Ağırlıklı olarak gençliğin kullanmakta olduğu sosyal medya, toplumun büyük bir bölümüne yayıldı ve yayılmaya devam ediyor.
Bu yazıda bugün yaşadığımız toplumsal sistemde sosyal medya toplumsal mücadeleler, bireyin yaşamı ve toplum ekseninde bir eleştirel yaklaşıma tabi tutulacaktır.
İnsanlığın gelişmesi ve ilerlemesinin bir verisi olarak birçok alanda olduğu gibi iletişim teknolojilerinde de matbaa, telgraf, radyo, televizyon, telefon gibi birçok iletişim aracı gelişmiştir. Bu gelişmelerin kendisi salt olağanüstü kişiliklerin tek başına kendi özverileriyle ya da teknolojinin belirleyiciliğiyle değil dönemin ekonomik, siyasi, kültürel, toplumsal ilişkileriyle anlamlıdır. Tarih boyunca icatlar, ihtiyaçlardan doğmuştur. “Teknolojik determinizm türlerinin ortak özelliği teknolojiyi, gelişimini, uygulamasını ve etkilerini parçası oldukları toplumsal ilişkilerden çıkarması ve dolayısıyla a) toplumsal ilişkileri marjinalleştirmesi veya analiz dışı bırakması, ve b) teknolojiye nesnelerin doğasından kaynaklanan özellikler yerine insanlar arası toplumsal ilişkilerden kaynaklanan güç ve nitelikler atfetmesidir.”¹ Sosyal medya, üzerine çok yazılıp çizilen bir alan olmakla beraber geçmiş bir takım kalıp yargılar üzerinden ele alınmaya devam ediliyor. Sosyal medya yahut diğer teknolojik gelişmelerin kendisine salt, teknolojik belirleyicilikle değil toplumsal ilişkiler bütününde yaklaşılmalıdır.
Sosyal medya, web1, web2 ve web3 teknolojilerinin geliştirilmesiyle oluştu. “Web1 teknolojisi, sadece kişilerin ya da firmaların varlığında bulunan sitelerin varlığını olanaklı kılmaktaydı. Örneğin bir internet sitesini ziyaret ettiğinde sitede sana sunulan içerik neyse onunla yetinirdin. Bu haliyle web sayfasında durağan haldeki bilgiye ulaşabilirdin, dolayısıyla içerikler dışında başka herhangi bir bilgi edinemediğin gibi, sitenin içeriğine de katkı sunamazdın. Web2 teknolojisinin ortaya çıkmasında bu sınırlılık etkili oldu. 2004’ten itibaren yaygın kullanılan web2’yse kullanıcının kısmen dahil olduğu, internet sitesinde yorum yapabildiği, içerikleri beğendiğini belirtebildiği ya da bizzat kullanıcının içerik üretebildiği bir teknik gelişimdir diyebiliriz.”² Web teknolojilerinin gelişimiyle oluşan etkileşim ve çoklu ortam yaratılan uygulamaların tümü “sosyal medya” kavramıyla açıklanıyor. Yalnızca bu biçimde bir tanımlamanın pek doğru olduğu söylenemez; teknik olarak sosyal olmayan bir medyanın varlığından bahsedemeyiz. Yazıda kopukluk olmaması adına farklı bir kavram yerine ‘sosyal medya’ kavramı kullanılmaya devam edilecek.
Bugün internet ve sosyal medya ile eskisine oranla bilgiye ulaşmanın daha kolay olduğu bir gerçek. Kişisel bilgilerden gizli istihbarat belgelerine birçok veriye ulaşmak mümkün fakat bir başka gerçek de internet ve onun özelinde sosyal medyanın ciddi bir bilgi kirliliği kaynağı olduğudur. Etik anlayışların ortadan kalktığı ve bilginin doğruluğunun denetlenemediği sosyal medya, topluma yanlış bilgi akışından bir takım manipülatif söylemlere kadar pek çok olumsuz örnek sunabilir.
Ne oldu da sosyal medya kendini bu kadar kabul ettirip, hayatımızda bu kadar önemli bir yer işgal edebildi? Bunu cevaplamak için sosyal medyanın hayatımızda hangi noktaları ‘yapılandırdığını’ belirtmek gerekecektir. Sosyal medya öncelikle insanlara kendilerinin ‘birey(!)’ olduğunu hissettirerek başlıyor. Sonra bu sanallık(gerçek-dışılık) içerisinde kendilerine bir hayat yaratmaları için ‘fırsat’ sunuyor. Sosyal medya yarattığı bu gerçek dışı fırsat ile ‘biz’ fikrini geri plana atarak ‘ben’ fikrini öne çıkarıyor.
Birey ve toplumun sosyal medya ile ilişkisini anlamak için kapitalist sistemin bireyin ve toplumun kendisini nasıl ortaya koymasını istediğine bakmamız gerekir. Sistemin sosyal medya aracılığıyla insanda ben ile bireyi değil bencilliği ortaya çıkartmaya çalıştığı apaçık. Bencil, paylaşımcı olmayan; dayanışmaya, eşitliğe karşı bir insan yaratma çabası burjuvazinin amacıdır. Dolayısıyla sosyal medyada kendini var etmeye çalışan birey için kendini beğendirmek çok önemli fakat burada bir çelişki var ki kapitalizmin bencil insanının kendini tatmin duygusunu yerine getiren toplumun ta kendisi. İnsan toplumsal bir canlıdır fakat insanların bazı duygularının bir muhatabı olmuyor ya da kendisine beklediği bu ilgi hızlıca karşılık bulamıyor. Sosyal medya ise reel hayattan daha çok daha hızlı buna yanıt verebiliyor. “Sosyal medya bu işleyişi normal hayat akışında olduğundan çok daha hızlı yapıyor. Tüm duygular hedefine son sürat varırken çoğalarak bir sağanağa dönüşüyor. Dolayısıyla tepkinin, övgünün, sevginin, endişenin, korkunun, nefretin boyutu çoğunlukla olduğundan daha büyük bir alanı kapsayarak devasalaşıyor. İnsan ruhsallığını tahrip edecek ölçüde büyüyen tepkinin…”
Toplum ve birey birbirinden ayrıştırılarak ele alınamaz. Bir topluma baktığınızdaki o toplumdaki bireyi, bir bireye baktığınızda o toplumu anlayabilirsiniz. “İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” der Karl Marx. Bugün yaşadığımız sistem olan kapitalist sistemde de insanların varlığını belirleyen, kapitalizmden ve onu besleyen önceki binlerce yıllık sınıflı toplumlardan bağımsız ele alınamaz. Bir toplumsal sistemde altyapı yani üretim tarzı(üretim güçleri ve üretim ilişkileri), toplumun üstyapısını(siyaset, din, spor, kültür, medya, hukuk ve diğer tüm insan ilişkileri) şekillendirmektedir. Toplumsal sistemlerde üretim güçleri ve üretim ilişkileri arasındaki uyumsuzluk yeni bir toplumsal sistemin doğmasının önünü açmıştır. Kapitalist toplumun temel çelişkisi mülkiyetin bireysel, üretimin toplumsal olmasıdır. Kapitalist toplumda burjuvazinin ve işçi sınıfının arasındaki uzlaşmaz, üstünden gelinmez toplumsal çelişkiler belirleyicidir. Egemen bir sınıf olarak burjuvazi kendi egemenliğini devam ettirmek ve pekiştirmek için daima kendi sınıfsal perspektifiyle iktisadi, ideolojik ve politik olarak kendisini olumlar. Marx Alman İdeolojisi kitabında bu olumlamayı şu şekilde açıklar: “Egemen sınıfın düşünceleri bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir, egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan maddi, egemen ilişkileridir, şu halde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin ifadesidirler; başka bir deyişle, bu düşünceler, onun egemenliğinin fikirleridirler. Egemen sınıfı meydana getiren bireyler, başka şeyler yanında, bir bilince de sahiptirler ve sonuç olarak düşünürler; bu bireyler, bir sınıf olarak egemen oldukça ve tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe, elbette ki, bu bireyler sınıflarının bütün egemendirler ve öteki şeyler bakımından olduğu kadar, düşünürler, fikir üreticileri olarak da egemendirler ve kendi çağlarının düşüncelerinin üretimi ve dağıtımını düzenlerler; o halde onların düşünceleri çağlarının egemen düşünceleridir.”
Burjuvazi basın-yayını, radyoyu, televizyonu ve medyanın her alanı gibi sosyal medyayı da kendi düzenini muhafaza etme anlayışıyla kavrar. Sosyal medyada, burjuvazi için kendi perspektifini ve kendisine zararsız perspektifleri yayma da bulunmaz bir nimettir. Burjuvazi, emekçi sınıfların kendisine karşı isyanını sadece zor ve baskı aygıtlarıyla bastırmaz aynı zamanda ideolojik olarak kitleleri sömürüldüğü düzene ikna etmek amacını güder.
Bugün toplumu oluşturan bireylerin sosyal medya kullanımını incelediğimiz zaman kapitalist düzenin, egemen sınıf burjuvazinin çıkarlarına uygun bir sosyal medya kullanımı olduğunu fark ederiz. Sosyal medyanın sadece ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’ ile sunulması bir yanılsamadır. İnsanlar kendisini daha çok beğendirme, daha çok takip ettirme arzusuna kapılıyor. Böylece sosyal medya ‘kendisi olmayan bireyler’ yaratmaktadır. Örneğin sürekli alkollü fotoğraflar paylaşan birinin “Ben hep içerim, hayatım böyle, ben özgürüm!” ya da “Bakın ben ne kadar kederli birisiyim, beni beğenin ve bana mutluluk verin!” paylaşımlarının böyle bir alt metni olduğunu okumak gerekiyor. Bir başka örnek olarak fotoğraflardaki efekt kullanımından bahsedebiliriz. Özellikle kadınların, kapitalizmin sunduğu güzellik algısı kalıplarına sığmak için efektleri kullandığını ve sosyal medyadaki gerçek halini yansıtmayan insanlara benzemeye çalışırken aslında benliklerinden ne kadar vazgeçmek zorunda bırakıldıklarını dolayısıyla kapitalizmin insanı birey olma doğrultusunda desteklediğini değil aksine birey olmanın niteliklerini silikleştirdiği ortadadır.
Düzen bu ve bunun gibi birçok örnekle sosyal medya üzerinden sahte kişilikler yaratarak kişisel bir tatmine izin vermekte ve o mecrada oldukça daha çok onaylanacağımız algısını yaratmaktadır.
Takipçisi artan birey, her konunun uzmanı gibi davranmaya başlar. Her zaman daha fazla ilgi için daha sivri bir dil kullanır. Böylelikle kendini ‘kanaat önderi’ gibi görmeye başlar. Burada önemli olan bir noktada sayıdır: beğeni sayınız, takipçi sayınız…
Kendi fikirlerimiz, düşüncelerimiz öyle güçsüzleşiyor ki,başka birinin takip etmesine bağımlı kılınıyoruz. Eğer fikirlerinizin kitlesel karşılığı yoksa yani görüşünüz yeteri kadar like, retweet almadıysa ‘yanlışlanmış’ olma algısı üzerinize yapışıyor. Bu anlamıyla elit kesimlerin, emperyalist merkezlerin, büyük şirketlerin istediği yönde şekillenmelisiniz.
Sosyal medyada gerçek hayatta olduğunuzdan daha politik olmak istiyor ve hayata biraz da olsa soldan yana mı bakıyorsunuz? Size düzene zararı olmayan bir siyasi yönelim sunuluyor. Emek, laiklik, bağımsızlık, eşitlik, özgürlük mücadelesini sulandıran liberal sol sizin için bulunmaz fırsat!
Sosyal medya aslında bireyi değil bireyciliği ön plana çıkartıyor. Bunun üzerinden topluma ‘bencillik’ aşısı vuruluyor. Bununla da kalmıyor, hayatta başarısız olduğunu düşünenlere sorunlarının, dertlerinin çözümü yerine sanal bir ‘avuntu’ dünyası sunuluyor. Bilinçlere yönelik bir saldırı olarak insanlar zenginliğe ve tüketime de özendiriliyor. Bilinçler belirleniyor…
Bu anlamıyla medyadaki ötekileştirme pratiklerinin bir alanı da sosyal medya. Büyük şirketlerin, egemen kesimlerin sosyal medyayı yönlendirdiği bir gerçek. Sistem kendisine göre ideal bir insan tipi yaratıyor. “Eğer bu insan tipinden olamazsan ötekisin. Yaşamanın bir gereği yok.” Medyadaki bu ötekileştirme pratiği bu anlamıyla yanlış kutuplaşmalara yol açıcı bir niteliğe de sahiptir.
Medya ile bir anda geniş kitlelere ulaşılabiliyor. Bu geniş kitlelerin bazen anti-kapitalist olmayan haklı, güzel amaçlara da hizmet edebildiğini kabul etmeliyiz. Örneğin, son dönemde SMA hastası küçücük bebeklerin sesinin aileleri tarafından duyurulması gibi. İnsanın en temel ve parasız karşılanması gereken sağlık hakkını bile parayla satan bu düzenin küçücük bebeklere bile acımasızlığı sonucunda çocukların ve ailelerinin sosyal medya üzerinden seslerini duyurmaya çalıştığını görüyoruz. Tedavilerinin ücretsiz karşılanması gerektiğini bunun en temel insanca yaşam haklarından birisi olduğunu unutmamalıyız.
Kapitalist sistemin medya ile provokasyon ve algı yönetimi misyonu başrolde. Yukarıda bahsettiğimiz gibi belli konularda ‘kamuoyu’ oluştursa ve bazı olayların duyulmasını kolaylaştırsa da bu niteliği de göz ardı edilemez. Bunun örneklerini özellikle Arap Baharı sürecinde gördük. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra dünyadaki kapitalist-emperyalist sisteme tam entegre olmayan Arap ülkelerinde bire bin katılarak lanse edilen olayları görmek gerekir. Bu yazıda bunu çok açmayacağız ama kapitalist-emperyalist sisteme uyumlu neo- liberal, piyasacı, gerici politikalarını hayata geçirmek için emperyalizmin siyasal İslamcıları, İhvancıları iktidarlara getirmesi bir örnektir. Mısır, Libya, Suriye ülkelerinde aynı algı yönetimi hayata geçirilmiştir. Göçler, yıkımlar ve savaşlar bu coğrafyadan eksik olmamıştır.
Sosyal medya, toplumsal alanlarda çıkan grev, eylem, direniş, boykot gibi konuları hızlıca kitlelere yayarken aynı zamanda bu mücadele başlıklarının içini boşaltan, tepkileri sosyal medyaya sıkıştıran, yurttaş olmanın sorumluluğunu ve yaşamın kendisine sahip çıkması gereken bireyi ve toplumu gerçek hayatın kendisinde tepkisiz, ‘örgütsüz’ kılmaktadır. Ülkemizde Haziran direnişi sürecinde ortaya çıkan tablo da buna örnektir. Sosyal medya aracılığıyla direniş büyük bir hızla kitlelere yayılmıştı. Fakat AKP’nin yaşam tarzına müdahalesine karşı halkın ‘hükümet istifa’ talebinin yükseldiği halk hareketi sadece dönemin mizahıyla anlamlandırılmış, kitleler apolitikleştirilmeye çalışılmış, liberallerin ‘flamasız gezi’ diyerek emekçi kesimlerin üretimden gelen gücünü sermaye sınıfının partisi AKP’ye ve patronlara karşı kullanılmasının önünün kesilmesinde sosyal medya bir işlev görmüştür.
Sona doğru gelirken tüm bunların ışığında söyleyebileceğimiz, sosyal medyanın dikkatli kullanılması ve ondan belirlenmemenin ‘gerçekten toplum ve birey olabilmek’ için gerekli olduğudur.
Her şeye rağmen bir nesnelliğin ürünü artık sosyal medya. Twitter, karakter sayısını 140’tan 280 karaktere kadar yükseltti. Peki bireyin ve toplumun gerçekliği yani bizlerin hayattaki gerçekliği 280 karaktere sığar mı? Sığmaz. Dijital elbette artık terkedilemez ama toplumun ve bireyin de dijitale sıkışması kabul edilemez. Dolayısıyla toplumsal mücadelelerde kazanımlar sosyal medyadan algı yaratmaya çalışarak ya da algılara hapsolarak elde edilmeyecektir. Lenin’den alıntılayarak: “İnsan bilinci nesnel dünyayı yalnızca yansıtmaz, aynı zamanda onu yaratır da.” O halde sanala sığmayan ve gerçek hayatta karşılık bulan eşit, özgür ve mutlu olduğu bir toplum için kolları sıvamanın zamanı!
NOTLAR
1) Mike Wayne, Marksizm Ve Medya Araştırmaları, çev., Barış Cezar (İstanbul: Yordam Kitap, 2015), 59.
2) Vahdet Mesut Ayan, Habercilik ve Medya (İstanbul: Yordam Kitap, 2021), 84.
3) Büşra Küçük, ‘’Narsistik bir bakım: Sosyal medyanın görme biçimleri,’’ 5 Eylül 2021 tarihinde erişildi.
https://www.birgun.net/haber/narsisistik-bir-bakim-sosyal-medyanin-gorme-bicimleri-357610
4) Karl Marx ve Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, çev., Sevim Belli (İstanbul: Sol Yayınları, 2015), 72.