Sürdürülebilirlik adı altında geleceksizlik
Ekonomik, ekolojik, ideolojik ve diğer birçok noktada sürdürülebilirlik sağlama istekleri ne çevresel kaygı ne de toplumun içerisinde bulunduğu kötü ekonomik koşulların kaygısı. Piyasa dünyasında işlerin sekteye uğramaması için alınmaya çalışılan önlemlerden daha fazlası değil. Kullanılan kelimeler ise içini boşalttıkları üniversitelerle eğitimden yoksun bıraktıkları toplumun “bilinçsizliği ve bilgisizliğinden” yararlanarak sadece birer göz boyama aracı.
Tek işlevi ‘piyasaya hizmet edilebilmesi için geleceğe “CEO” yetiştirmek’ olarak görülmeye başlayan üniversitelerimizin piyasacı anlayışla nasıl entegre edildiğini daha iyi görebilmemizi sağlayacak örneklerden biri ile karşılaşıyoruz. İş insanı, girişimci, CEO yetiştirmek gibi bir misyon biçilmiş olan Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde yer alan “Yaşamboyu Eğitim Merkezi (BÜYEM)” bu alanlara daha rahat hizmet edebilmek adına bugün yeni bir eğitim programı başlatıyor hem de Türkiye sermayesinde söz sahibi olan Zorlu Holding iş birliği ile.
Zorlu Holding’in kurucu ortağı imece’nin açık inovasyon laboratuvarı imeceLAB’in yürütücülüğünde, “Sürdürülebilir Bir Gelecek Eğitimi” başlığı ile yapılacak olan program 5 Şubat 2022 tarihinde başladı. Zorlu Holding Kurumsal İletişim ve Sürdürülebilirlik Genel Müdür Yardımcısı Şahika Özcan Ortaç’ın, “Kurucu ortağı olduğumuz sosyal inovasyon platformu imece’nin açık inovasyon laboratuvarı imeceLAB ile toplumsal, kültürel, ekonomik ve çevresel sorunlara gençlerle birlikte yenilikçi çözümler üretmeye ve gençlerin daha iyi bir gelecek kurgusuna nasıl zemin açıp destek verebileceğimize de odaklanıyoruz.” ifadelerinin arkasında görmemiz gereken önemli bir nokta ise bugün sermayenin dahi gelecek kavramı üzerinden gençlikle ilişkilenmeye çalışıyor olduğudur. Gelecek kaygısının gençlik için göz ardı edilebilir bir noktada olmaması düzeni de buraya karşı harekete geçme noktasında mecbur bırakmıştır. Fakat “gelecek” kavramı üzerinden oynuyor olmaları gençlik için bir çözüm üretebildikleri anlamına gelmiyor. Tam tersine gençliği düzen içerisine hapsederek, ancak ve ancak sosyalist bir düzenle ortadan kalkabilecek bu sorun, kalıcı kılınıyor. Planlı bir şekilde üniversitelerde forumlar, paneller, söyleşiler, kariyer günleri ile alttan alta üniversiteli gençliğe “Nasıl daha iyi sömürebilirsiniz?” fikriyatı taşınmaya çalışılıyor ve gençliğin maruz kaldığı geleceksizliğin sürdürülebilirliği sağlanıyor.
BÜYEM’in kendi internet sitesinde, programın içeriğine dair bilgilendirme kısmında “Türkiye, Paris anlaşmasına taraf olarak iklim değişikliğiyle mücadele ederken sürdürülebilirlik kriterlerinin finansal piyasalara çok daha hakim olacağı yeni bir döneme girmiş oldu (oluyor). Bu bağlamda ortaya çıkan fırsatlar ve risklerin neler olduğunun tanımlanması, anlaşılması ve pozisyon alınması başta finans sektörü olmak üzere özel sektörü dolayısıyla tüm ülkeyi çok yakından ilgilendiriyor. Kurs, uluslararası finans mekanizmalarından yeşil tahvillere kadar Türkiye’nin yararlanmaya başladığı ya da başlayacağı birçok finansal kaynak ve mekanizmaların neler olduğunu, temellerini örnek uygulamalarla ortaya koyuyor ve Türk özel sektör profesyonellerinin konu hakkında aktif rol almalarını ve iş ortaklarını ya da müşterilerini yönlendirmelerini hedefliyor.” şeklinde bir açıklama yer alıyor. Açıklamada geçen ‘yeşil tahvil’, ‘sürdürülebilirlik’ gibi kelimeler, hedeflenen “eğitim” in nasıl bir altyapıya sahip olacağını ve üniversitelerin sermaye düzenine hizmet edebilmesi için nasıl birer araç olarak kullanıldığını apaçık ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanının rektör atamaları sonrası ses çıkarmaktansa koltuğu seçen Boğaziçi üniversitesi rektör yardımcılarından Gürkan Kamburoğlu, Bimeks direnişi ile adını sık duyduğumuz Vedat Akgiray gibi isimlerin de bu program içerisinde eğitimci olarak yer alıyor olmaları tesadüf ve şaşırtıcı değil.
Üniversitelerimizin gerçek anlamını ve niteliğini kaybetmesinde büyük “emeği geçen” ve halen akademi içerisinde yer almaya devam eden bu isimler üniversitelere verdikleri zararlarla yalnızca bilimsel ve toplumsal olarak verilmesi gereken eğitimi yok etmiyorlar aynı zamanda “piyasa” dünyasının talepleri üzerine genç nesillerden başlayarak bir toplumun bilincinin şekillenmesinde büyük rol oynuyorlar.
Sermaye düzeninin “sürdürülebilirlik” kelimesini “daha iyi bir yaşam” vaat edermişçesine bu kadar sık kullanması, aslında “sürdürmek” istedikleri sistemin arka planını kelime oyunlarıyla da örtmek için gösterdikleri çabanın bir yansıması. Hatta bugün siyasi olarak anlatmak istediğimiz bir noktaya da dem vuruyorlar. Düzenin muhalif partilerinin aslında düzene değil yalnızca var olan iktidara karşı gösterdikleri karşı duruş toplumun çıkarına olamayacağı gibi yine sermayeye hizmet etmekte ve düzenin “sürdürülebilirliğini” sağlayabilecek noktada olduklarını gösteriyor.
Ekonomik, ekolojik, ideolojik ve diğer birçok noktada sürdürülebilirlik sağlama istekleri ne çevresel kaygı ne de toplumun içerisinde bulunduğu kötü ekonomik koşulların kaygısı. Piyasa dünyasında işlerin sekteye uğramaması için alınmaya çalışılan önlemlerden daha fazlası değil. Kullanılan kelimeler ise içini boşalttıkları üniversitelerle eğitimden yoksun bıraktıkları toplumun “bilinçsizliği ve bilgisizliğinden” yararlanarak sadece birer göz boyama aracı.
Üniversitelerimizin toplumun gelişimi için sahip oldukları önemin bilinciyle üniversitelerin işlevini yitirmesi için bu kurumlara çeşitli yollarla müdahale ediliyor. İdeolojik dönüşümün yanında toplumsal ilerlemenin önünü kesmek, fikirleri pazarlayarak buradan da bir kâr elde etmek, dışa bağımlılığı arttırmak gibi küresel çapta düzene hizmet eden bir anlayışla üniversitelerimiz yok edilmekte. Hem düzenin iktidarının kendi ideolojisini hayata geçirebilmesi hem de kapitalist dünyanın kendi insanını yaratması ve düzenini koruması için bu kurumların farklı bir noktaya hizmet etmesi gerekiyor. Düzenin insanını yaratabilmek için genç nüfusa işlenmeye çalışılan siyasetsizlik, ideoloji karşıtlığı da bilinçli bir şekilde eğitim içerikleri ve eğitimciler aracılığı ile sağlanıyor. Özellikle toplumsallıktan uzak tutularak bireycilik ön plana çıkarılıyor. Ekonomik ilişkilerin ya da üretim ilişkilerinin toplumun yapısını nasıl etkilediğine dair tek kelime edilmeden, gerçeklikten uzak eğitimler veriliyor. Ve “sürdürülebilirlik” diyerek uzun vadede kendilerince “başarı” hedeflerken bu başarı toplumsal bir yok oluştan başka bir şey olmayacaktır.
Son raddede ise okuyarak, tartışarak, siyasi düşüncenin öneminin farkında olarak tüm bu düzenbazlığın kökünü kurutabilmek için biz gençlere büyük bir sorumluluk düşüyor. Eğitimin piyasalaştırılmasına, üniversitelerin sermaye düzeninin pazar alanı olmasına karşı çıkmalı ve üniversitelerimizi sahiplenmeliyiz. Düzen içi örgütlülüğün karşında durabilmek için siyasetimizle, bilincimizle, ideolojimizle örgütlenmeli ve bu düzeni kabul etmeyeceğimizin sesini yükseltmeli, insanlık için zorunluluk olan sosyalist bir düzenin mücadelesini vermeliyiz.