NATO üyesi Türkiye, Şanghay'a üye olabilir mi?
Abdülhamit’in denge siyaseti, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bugün de Erdoğan tarafından gün deme getirilen ABD’ye ve AB’ye karşı koz olarak kullanılan ŞİÖ kartı, AKP’nin başarısız bir dış politika denemesinden başka bir şey değildir.
Başını Çin’in çektiği ve Rusya gibi güçlü devletlerin de içinde bulunduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), ekonomik bir uluslararası örgüt olmasıyla birlikte aynı zamanda bugünkü dünya konjonktüründe politik bir odağı da temsil etmektedir. Gerek ekonomik gerekse politik olarak ŞİÖ’nün emperyalist dünya ülkelerinin karşısında bir başka kutbu temsil ettiği açık olsa gerek.
Rusya’ya karşı Ukrayna gündemi üzerinden yürütülen düşmanlık politikası belli. ABD ve İngiltere’nin başını çektiği ve neredeyse bütün Avrupa Birliği ülkelerinin de birlikte davrandığı Rusya’ya karşı düşmanlık siyaseti, uluslararası alanda başat bir gündem. Aynı zamanda Çin’e yönelik ABD emperyalizminin kuşatma siyaseti ve Tayvan üzerinden yeni bir kışkırtma siyasetinin bizzat ABD tarafından ısıtılması, emperyalist-kapitalist sistemdeki güç odaklarını gösteriyor. ABD, kurduğu tek kutuplu dünyanın statükosunu korumaya çalışırken, Çin ve Rusya’yı kuşatma, sıkıştırma ve karşıya alma hamlelerini sürdürüyor.
Sosyalist blokun çözülüşünün üzerinden 30 yıl geride kaldı. 30 yıldır emperyalizm her alanda kendini daha fazla dayattı, hegemonyasını artırdı ve nüfuz alanını genişletti. Doğu Avrupa ülkeleri tek tek NATO saflarına ve Avrupa Birliği üyeliğine geçti. Yugoslavya paramparça edildi. Irak’ın işgali ve Suriye’yi çökertme planlarını Libya’nın bölünmesi ve yıkılması izledi. Turuncu devrimlerle bir dizi ülkede gerçekleştirilen emperyalist karşı-devrimlerle ABD emperyalizminin genişleme siyaseti son 30 yıla damgasını vurdu. Yaşadığımız çağ, emperyalizminin genişleme ve karşı-devrim süreçlerine tekabül etmektedir.
Ülkemizde 20 yıllık AKP iktidarını da bundan muaf tutamayız. AKP’nin “iktidar edilişi” bizzat Türkiye sermaye sınıfının işbirlikçiliğinden ve emperyaliz minin tercihleriyle ilgiliydi. Bu açıdan dünya emperyalist-kapitalist sistemin çıkarları ile AKP’nin 20 yıllık karşı-devrim süreci birbirinden kopartılamayacak bir ilişki ve dolayım barındırmaktadır.
Bu süreçte Çin kapitalizminin gelişimi ve uluslararası kapitalizmle entegrasyonu Çin’i yükselen bir güç haline getirirken ülkenin başında bulunan komünist partisi bir başka özgün durum yaratıyor. Keza kapitalist Rusya’nın ya da Putin yönetiminin, emperyalizmle uyumda kendisine yer edinme çabasının havada kaldığı ortaya çıkarken, Rusya’nın kuşatılması, sıkıştırılması ve düşman haline getirilmesi bizzat ABD’nin stratejik siyaseti olarak ortaya çıktı. Bir başka ekonomik ve politik bir büyük güç olarak Hindistan da mutlaka bu tabloya eklenmelidir. ABD emperyalizmi, sosyalist sistemin çözülüşü ardından kendi dünya egemenliğini genişletirken, ortaya çıkan tabloda dikensiz gül bahçesi istemekte, tek kutuplu bir ABD egemenliğinden taviz vermeyeceğini ortaya koymaktadır.
Bu açıdan emperyalist-kapitalist sistemin yapısal ve doğal evrim süreci bir kez daha işliyor. Tıpkı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda görüleceği üzere dünya yeni bir kutuplaşmaya doğru giderken, savaşlar eksik olmuyor, daha büyük bölgesel savaşların ise tohumları atılıyor.
Böylesi bir tabloda Erdoğan’ın son yapılan ŞİÖ zirvesine katılması ve sonrasında üye olmak isteriz şeklindeki açıklamasının üzerinde durulmalıdır. Ağızdan çıkan söz, uluslararası dengeler ve Türkiye açısından ciddiye alınması gerekirken, sözün Erdoğan’dan çıkması böylesi ciddi bir konunun üzerine büyük gölge düşürmektedir. Hem politik ve ekonomik yapısal nedenlerle Türkiye’nin AKP eliyle bir eksen değiştirmesinin hiç de kolay olmayacağı nedenlerden birisidir. İkincisi Erdoğan’ın geçmişteki sözlerinin hepsinin boş bir hamasetten ve demagojiden ibaret olmasıyla ilgilidir. Üçüncüsü ise Erdoğan’ın, Abdülhamit’in dış siyasetine benzer bir denge siyasetinin karikatürünü ortaya koyması nedeniyle.
Ukrayna’nın NATO üyeliği, Rusya için kırmızı çizgiydi. NATO sınırlarının Rusya sınırlarına da yanması ve NATO’nun uzun menzilli füzelerinin Rusya sınırına konuşlandırılması girişimi gibi NATO’nun saldırgan tutumuna karşı Rusya’nın verdiği tepki Ukrayna’ya yönelik askeri operasyon olmuştu. Bugün bir başka NATO üyesi Türkiye’nin benzer bir biçimde ŞİÖ’ye üye olarak katılmasının bu açıdan politik zorluğu ortada. Türkiye, NATO’dan kopar ve bu yönde bir adım atarsa bu başka bir politik gerçekliktir ve geçmiş yıllarda tartışılan “eksen kayması”nın da somut adımı olarak değerlendirilmelidir. Ancak Türkiye’nin bugünkü iktidarların NATO’dan kopacak ne gücü ne de politik iradesi bulunmaktadır. Gerek askeri anlamda gerekse ekonomik anlamda emperyalizme bağımlı kapitalist Türkiye’nin böylesi bir eksen değişikliğinin objektif şartları bulunmamaktadır.
Belirleyici olan kapitalizmin ve bu anlamıyla sermaye sınıfının çıkarlarıdır. Görece özerk bir konumda bulunan sermaye devletinin, güvenlik kaygılarıyla gündeme getirdiği siyasetin, Türkiye kapitalizminin çıkarlarıyla uyumsuz bir adım atılmasına imkan vermesi çok olanaklı değildir. Türkiye kapitalizminin tarihindeki bütün siyasal yönelimler, her zaman emperyalist yönelimlerle uyumlu olmuş, bunun ötesinde AKP ise emperyalizmle işbirliği noktasında bütün burjuva partileri geride bırakan bir pratiğin dolayımsız örneği olmuştur.
Meselenin bir başka boyutu ise Erdoğan’ın ciddiyetinin olmamasıdır. Erdoğan’ın, özellikle dış politika söz konusu olduğunda, dile getirdiği sözlerin istikrarsızlığı sayfalara sığar. Vidanın yalama olması gibi, Erdoğan tarafından ortaya konan dış siyaset söylemleri de yalama olmuş, bir söylediği bir söylediğini tutmayan onlarca örnekle doludur.
Dün, İsrail’e karşı Erdoğan “one minute” demişti ancak bugün İsrail ile yeniden bir dizi alanda işbirlikleri kuruluyor, ilişkiler geliştiriliyor. Dün söylediği ile bugün söyledikleri yüz seksen derece farklılık arz ediyor. İşin arka tarafı açıktı: Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçmesi için uydurulan ılımlı İslam siyasetinin bir parçası olarak İsrail’e kafa tutan Erdoğan kimliği üretilmeye çalışılmıştı. Erdoğan’dan başta Ortadoğu ülkeleri düşünülerek Müslümanlar için “lider” kimliği tesis edilecekti. Olmadı, BOP başarısız oldu, Erdoğan ise ülkeyi sığınmacı sorunuyla baş başa bırakarak bir kez daha tutarsız bir pratik sergileyecekti.
Mavi Marmara örneğini ve Erdoğan’ın söylemlerini hatırlatıp geçiyoruz. Benzer bir biçimde, “darbeci Sisi” söylemi de yine Erdoğan’ın ciddiyetsizliğine bir başka örnektir. Müslüman Kardeşler lideri Mursi’nin Mısır’da Sisi darbesiyle devrilmesi ve idam cezasına çarptırılması sonrası Erdoğan mangalda kül bırakmamıştı. Ama Erdoğan bugün yine Mısır’ın darbeci Sisi hükümetiyle görüşmelere başlamış bulunuyor.
Kendi vatandaşı kendi konsolosluğunda canice öldüren bir ülkeye karşı “katil Suudi Arabistan” tezi üzerinden konum alan ve büyük sözler sarf eden Erdoğan, bu emri verenlerle masaya oturmaktan ve hatta Kaşıkçı davasının Türkiye’de görülmesi ne son vererek dosyayı Suudi Arabistan’a teslim etmekten çekinmemiştir. Erdoğan, mangalda kül bırakmayan büyük sözlere ama sonrasında büyük u dönüşlere imza atan tipik bir burjuva politikacısı olarak ciddiyetten uzak bir kimlik ifade etmektedir.
Aynı şekilde 15 Temmuz FETÖ darbesinin arkasında Birleşik Arap Emirlikleri’nin olduğunu söyleyip bugün BAE ile masaya oturan yine aynı AKP idi. Bugün de Erdoğan’ın ŞİÖ’ye üye olunabilir minvalli açıklamalarının yarın ŞİÖ’ye düşmanlığa dönüşmemesinin hiçbir garantisi yoktur.
Abdülhamit’in Denge Siyaseti Osmanlı’nın çöküşüydü! ŞİÖ konusunda AKP bir denge siyaseti mi yürütüyor? Özellikle ABD emperyalizmiyle ilişkiler konusunda “bakın ŞİÖ’ye üye olurum ha” diyerek bir dış politika mı üretiliyor? Eğer böyleyse bunun hem çok ucuz bir dış politika taktiği hem de yine aynı şekilde tutarsız bir söylem olarak ciddiyetten uzak olduğunu belirtmek gerek.
Erdoğan’ın Abdülhamit hayranlığı biliniyor. Yanlış bir tarih bilgisi üzerine bina edilen Abdülhamit hayranlığı, İslamcı ideolojik genleriyle ilgili. Necip Fazıl tarafından üretilen ve tarihi gerçeklerin ters yüz edilerek oluşturulan ulu hakan motifi, Erdoğan’ın tarih bilgisinin de kıt ve fazlasıyla ideolojik olduğunu gösteriyor. Ancak 30 yıl iktidarda kalan Osmanlı padişahına bir başarı atfı doğrudan Erdoğan’ın sözlerinde geçiyor. Aslında ortada bir başarı bulunmuyor. Sadece kendi saltanatını ve tahtını korumak için batılı güçlerle “denge siyasetini” Erdoğan başarı sanıyor. Ancak bu siyasetin büyük bir başarısızlık olduğu, Osmanlı’nın adım adım parçalandığı ve paylaşıldığı, ülkenin emperyaliz me borçlanarak bağımlı kılındığı ve Osmanlı’nın yarı-sömürge bir ülke haline gelmesiyle sonuçlandığı açık bir gerçek olarak ortada. Abdülhamit, parayı çok seven bir padişah olarak kişisel mülk edinme konusunda Osmanlı padişahlarından da farklı bir profil idi. Aynı Abdülhamit’in kendi tahtını korumak için Osmanlı topraklarını nasıl emperyalistlere peşkeş çektiği tarihin karanlık raflarında duran kitaplarda yazıyor. Kıbrıs’ın İngiltere’ye verilmesi de tahtı için verilmiş bir rüşvet idi.
Abdülhamit’in denge siyaseti, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bugün de Erdoğan tarafından gün deme getirilen ABD’ye ve AB’ye karşı koz olarak kullanılan ŞİÖ kartı, AKP’nin başarısız bir dış politika denemesinden başka bir şey değildir.
Kapitalizm ve onun sınıf diktatörlüğü olan sermaye sınıfının iktidarı ortadan kalkmadan, Türkiye’nin emperyalizmden kopuşu mümkün değil.