Olabilir mi?
Yeniden uyanış ve ayağa kalkış toplumsal heyecanı gerektirir. O heyecan ise ne geçmişi şimdiye çekme ezik psikolojisi ile, ne de yapmacık dik duruş görünüşü altında emperyalizme ülkeyi teslim edilişle yaratılabilir. Zira, siyasi parti yandaşları bugün yaratılan yapay duygu ile köprülerin altından geçirilenleri net olarak algılayamayabilir, fakat gerek zaman içinde oluşan yeni süreç içinde sürüklenişleri, gerek bizzat kendi idrak yetenekleri ile bir zaman sonra durumu anlarlar ya da anlayacaklardır.
Geçen yazıyı şu son paragrafla bağlamıştım: “Burjuva demokrasi anlayışı yerine ekonomik demokrasi kurulmadan; tek adam ya da yukarıdan halkı güdücü sahte cumhuriyet yerine, cumhuru bölmeyip tüm halkları kucaklayıcı gerçek cumhuriyet kurulmadan kurtuluş ve kuruluş aşamasına geçilemez. Yeni süreç bir ‘reset’ süreci olmalıdır.” Bugünkü yazıyı yazarken henüz çoklu ittifak ana mutabakat metnini ilan etmemiş olmakla beraber, ilk toplantıları sonrasında yaptıkları kısa açıklama bugüne de ışık tutacak nitelikte olduğuna göre, tahmini de olsa burada fikirlerimi siz değerli okuyucularla paylaşmada bir beis görmemekteyim.
Gelişmelere baktığımızda ilk ağızda söylenebilecek fazla bir şey olduğunu düşünemiyorum. Yeni ittifakın çabasını olumlu ve samimi bulmakla beraber, ekibin düşünce yumağı çapının yetersiz ve “zaman aşımı ”na uğramış olduğunu düşünüyorum. AKP’nin ülke kurumları, hatta halkımız üzerindeki tahribatı öylesine temel ve dokusal nitelikte gerçekleştirilmiştir ki, salt karşıt ittifakın bunu yenmesi ya da yenilemesi olanaksız olmasa bile, çok zordur. Geçen yazıda toplumun “reset” edilmesi gerekir ifadesi ile kastettiğim, toplumun yeni bir bileşim halinde bir araya getirilmesi ve böylece toparlanmasıdır. Geçen gün yapılmış olan Necmeddin Erbakan anma toplantısında verilen mesajlardan çok, toplantıya katılmama nezaketsizliği gösteren grubun niteliğinin ve amacının inceleme odağına alınması gerektiği kanaatindeyim. O toplantı bileşenleri bir araya gelenleri ve ayrılanları pek açık ortaya koymuştur.
Ciddi olarak bölünmüş bir toplumun tümüyle bir araya getirilmesi, ancak ciddi olarak tahrip edilmiş kurumların yeniden kurulması, yeni fikir, siyaset yöntemi ve bunların uygulayıcısı olacak yeni kadrolarla olası olabilir. Öyle gözüküyor ki, toplumsal uzlaşma olarak bilinen yeni anayasa –konstitüsyon- ancak böyle bir farklı zemin, sistem ve felsefede yaratılabilir. Bir bakıma hafızanın silinmesi ya da, daha doğru ifadeyle, yenilenmesi süreci ancak yeniden ayağa kalkış, yeniden uyanış şeklinde olabilir ve olmalıdır.
Yeniden uyanış ve ayağa kalkış toplumsal heyecanı gerektirir. O heyecan ise ne geçmişi şimdiye çekme ezik psikolojisi ile, ne de yapmacık dik duruş görünüşü altında emperyalizme ülkeyi teslim edilişle yaratılabilir. Zira, siyasi parti yandaşları bugün yaratılan yapay duygu ile köprülerin altından geçirilenleri net olarak algılayamayabilir, fakat gerek zaman içinde oluşan yeni süreç içinde sürüklenişleri, gerek bizzat kendi idrak yetenekleri ile bir zaman sonra durumu anlarlar ya da anlayacaklardır. Mesele, halkımızın bu anlayış ya da idrak sürecinde kendilerine, aynı menüyü değil, farklı menü sunmaktır. Zira, toplumsal ve kurumsal derin tahribatı durdurmak ve belirli zaman boyutunda geri çevirebilmek ancak farklı menü ile olası gözükmektedir.
Farklı menü, temel siyasi değişimine gidilmeden, salt kurumlarda önerilen değişikliklerle olası değildir. Söz konusu siyasi felsefe değişimi ise, devlet yapılanmasında olduğu kadar, farklı yapılanma altında uygulanacak politikaları da kapsar. Günümüzde AKP’nin yaptığı, ters yönden, tam da budur; devlet yapısı değiştirilmiş ve ona bağlı olarak politikalar da değiştirilmiştir. İşin acı yanı şudur ki, bu süreçte bir yandan halk iradî olarak bölünerek, diğer yandan da kurumlar kasıtlı olarak yanlı şekilde dönüştürülüp etkisizleştirilerek emperyalizmin ülkedeki operasyonları kolaylaştırılmıştır. Amaç bu mu idi? Bilemem, ama bu sonucun emperyalizme yaradığı net olarak ortadadır.
Ülke resetlenirken hem içte ciddi dönüşüm, adeta bir tür başkalaşma işlemi gerekmekte, hem de dışa karşı koruyucu ve bugünkünden daha güçlü algılayıcı kalkan oluşturulması elzemdir. Böylesi bir temel doku değişimi ya da inşası ancak halk gücü ile olanaklıdır. Düğüm noktası halk gücü olduğunda, bu ne kılık-kıyafettir, ne de halkın yaygın inanç sistemidir. Bu konulara siyasi erkin girmesi ve karışması-yönlendirmesi bir laiklik meselesi olmanın çok ötesinde bir siyasi ahlak ve edep meselesidir. Siyaset ne halkın neyi nasıl giyeceği konusu ile, ne de neye inanıp, neden uzak duracağı ile ilgili olabilir. Siyaset, ancak bu tür kişisel olgu ya da davranış biçimlerinde halkın kendi istediği şekilde davranmasında özgürlüğü sağlamak durumundadır. Siyaset sosyoloji ile değil, politika ile ilgilidir. Edepli bir politikacı da sosyolojiyi siyasi amaca araç edemez! Böylece siyaset ne ile uğraşır sorusuna geldiğimizde, konumuz netleşir. Siyaset halkın davranış ve inanç özgürlüğü içinde sağlığının korunması ve ekonomisinin geliştirilmesi ile ilgilidir. Halkın giyimine, hatta inancına örtülü olarak müdahale etmiş olan AKP bölünmüş halk manzarası, çökertilmiş hukuk sistemi, yandaşlaştırılmış medya sistemi ve ağır borçlu bir ekonomi sapağına gelmişse, baştan yanlış yola girmiş demektir. Erbakan’ı anma toplantısına saygı olarak dahi AKP ve MHP siyasilerinin katılmaması, sadece bugünkü uzlaşmazlığı değil, baştan AKP’nin girmiş olduğu yolun kimin belirlediğinin de göstergesidir.
Bugün girilecek yol, şöyle düşünüyorum ki, ne ‘tez anti-tez’ mantığı ile geçmişle hesaplaşarak, ne de salt üst-yapı kurumlarını değiştirerek belirlenebilir. Birincisi, bugün karşı çıktığımız toplumsal bölünmeyi derinleştirir; ikincisi ise, üst-yapı alt-yapıyı güçlü olarak etkileyemeyeceğinden reset olayı gerçekleşemez. Alt-yapı değişimi böyle bir kısa yazıyı aşan konudur. Ancak, şu kadarını söylemek gerekir ki, gerek iç, gerek dış siyaset açılarından küresel yapılanmanın ülkelere dayattığı tüccar devlet ya da şirket devlet mantığına karşı çıkılmalıdır. Örneğin, İkinci Paylaşım Savaşı ertesinden 1980’lere dek hemen hemen her ülkede KİT’ler varken, neden 35-40 yıla yakın süre içinde hiçbir iktisatçı durumdan şikâyet etmedi de, 80’ler sonrasında ne oldu da KİT’ler kötü oldu? Kamusal devlet mantığından şirket devlet mantığına sürüklenişin bir sermaye operasyonu olduğu anlaşılmalıdır. Zira, bir zamanlar kendisini iç ve dış tehlike ve rekabete karşı koruma amacıyla kurmuş olduğu devlet yapısının, büyüdükten sonra içine girerek tüm yerküreyi ve insanları da yemeye başlaması sermaye dinamiğinin organik sonucu olduğunu görmeliyiz. Bu gidişle, ilk aşamada sermaye adına ekonomik sınırlar kalkmışsa, gelecek dönemde de yine sermaye adına siyasi sınırlar da kalkacak, muhtemelen tüm yerküre halkları feodal yapılanma biçiminde birkaç büyük ekonomi merkezi tarafından iliklerine kadar sömürülecektir. Bu gidişle, bugün, kendi ülkemizde, kendi emekçimiz ve ciğerlerine kadar sömürülen halk kaynakları ile yapılmış binalara halkımız olağan geliri ile sahip olamıyor, ancak dışarıdan gıpta edercesine bakıyorsa, yarın tüm ülke, en değerli yerleriyle farklı sermaye sahiplerinin, sömürücülerin eline geçmiş olacaktır.
Ülkenin reset edilmesi, ekonominin halka çok iyi anlatılması, bizzat halkın kendi emeğine, yani ekonomiye sahip çıkmasının sağlanması ile gerçekleştirilebilecektir. Bugün ekonomik yapının kırılganlığı karşısında sosyal alanın da parçalanması, sorunların netleşmesine ve halkların durumu algılamasına fevkalade uygun ortam oluşturmuş bulunmaktadır. Ülke sanayisizleştirilmiş, üretim ithalata bağlanmış, dış finansal kaynak olmadan ekonomide nefes almanın zorlaştığı bir ortamda hem var olan felsefenin yıkılması, hem de halkın bu bilinçte birleştirilmesi güçlenmiştir. Bütün mesele bu malzeme ile daha güçlü bir yapılanmanın temelinin atılmasıdır. O temele ilk harcı koyacak olanlar da sağ değil, sol politikacılar olacaktır. Yolumuz açık olsun!