Öz savunma
Siyasal iktidar, 84 milyonluk dev bir ülkede damarına bastığı kitlelerin olası tepkilerini küçümseme hatasına düşmemelidir.
Eski dilde nefsi müdafaa olarak adlandırılan öz savunma, bireyin ya da grubun haksız bir saldırı karşısında kendini koruması olarak tanımlanıyor¹. Çağdaş hukuk sistemleri, saldırıya maruz kalan insanın gösterdiği orantılı savunma refleksini meşru kabul ediyor. Öz savunma kavramı, salt bireyler arası ilişkileri değil devletle birey arasındaki ilişkileri de ilgilendiriyor. Örneğin 20 yıllık iktidar sürecinde AKP’nin, insanların gerek zihinsel, gerekse bedensel sağlığına karşı bir çok haksız saldırıda bulunduğu ileri sürülebilir. Özellikle emniyet, adliye ve medya marifetiyle yürütülen siyasi davalarla toplum sürekli terörize edildi. İç barışı dinamitleyen ayrıştırıcı dil yüzünden farklı düşünüp eyleyen herkes darbeci ya da terörist diye yaftalandı. Cumhuriyetin değerleriyle birlikte kurumları da intikam alırcasına yağmalandı. Sansasyonel operasyon haberleri, gözaltı ve tutuklama kararları asla gündemden düşmedi. 2002 yılından itibaren zihin sağlığımızı tehdit eden akla hayale sığmayan büyük skandallara tanıklık ettik. Ergenekon, Balyoz kumpasları, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturması, danışıklı terör eylemleri, mühürsüz oy pusulaları, 15 Temmuz darbe girişimi, olağanüstü hal uygulamaları, milletvekillerine yönelik fezlekeler, tutuklanan siyasiler, atanan kayyumlar, şehitler, iptal edilen seçimler, dövizde köpük alma operasyonları gibi sıra dışı bir çok olayla kamuoyu şoka uğratıldı. Yıllardan beri şokların arkasına gizlenip gemisini yürüten AKP iktidarı, halkın zihnini zehirleyerek ülkede huzur bırakmadı; bugün de aynı tavrını sürdürmekte ısrar ediyor.
Şimdilerde halkın beden sağlığı da iktidarın ekonomik saldırılarının ciddi hedefi haline geldi. Sonu gelmeyen fahiş zamlar nedeniyle milyonlarca insan temel gereksinimlerini bile karşılayamıyor. Ülke, yoksulluğu iliklerine kadar hissediyor.
Öfke davet beklemiyor
Geçtiğimiz hafta halkı sokağa dökeceği savıyla muhalefete sopa gösteren Erdoğan, yurttaşların anayasada yer alan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını hiçe saydığı için çokça eleştirildi. Muhalefet partilerinin yapacağı meşru miting ve basın açıklamalarını 15 Temmuz darbe girişimiyle özdeş tutması, pervasız ve tehlikeli bir tavır olarak değerlendirildi. İç savaş kışkırtıcılığı olarak algılanan bu sekter tavır, şahsının seçim yenilgisinden korktuğunu gösteriyor. Ülkedeki toplumsal krize duyarsız kalıp muhalif partilere sokağa çıkmasınlar diye gözdağı vermek tam bir aymazlık örneği. Reis, halkın kronik öfkesini ya fark etmiyor ya da umursamıyor. Tek derdi ise Bay Kemal… Oysa ülkenin bugünkü iklimi, insanları sokağa çağırdığı 15 Temmuz gecesinden çok Haziran 2013 öncesini andırıyor. Dayatmacı tavırlarıyla toplumu germekten haz alan Erdoğan, o günlerde Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılacak diye halkla inatlaşınca birbirinden habersiz milyonlar sokağa dökülmüştü. Türkiye geneline yayılan protesto eylemlerinin ‘dış güçler’ tarafından organize edildiğine inanmayı yeğleyen Erdoğan, şahsına asla toz kondurmadı. Oysa halk, kimseden işaret almadan salt öz savunma için sokaklara çıkmıştı. Her türlü karalamaya rağmen Gezi Direnişi, bireysel özgürlüklere, yaşam tarzlarına ve anayasanın değiştirilemez maddelerine sahip çıkan meşru bir halk hareketi olarak tarihteki yerini aldı.
Tehlikeli gidişat
Siyasal iktidarın halka yönelik ekonomik saldırıları, bugün de öz savunma refleksiyle milyonların sokağa dökülmesine neden olabilir. Açlık, yoksulluk ve işsizlik gibi yaşamsal sorunlara mahkum edilen milyonların zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığı için risk büyüktür. Yaşadığı sefalet yüzünden halk korkutma ve tehditlerle değil can havliyle hareket etme evresine girmiştir. Muhalif partilerin meydanlarda yapacağı mitingleri ya da sokaktaki basın açıklamalarını kriminalize etmek yerine Erdoğan asıl bu riski ciddiye almalıdır. Ülkemiz, özdenetim becerisiyle örnek oluşturan Gezi Direnişi’ni mumla aratacak devasa asayiş sorunlarıyla karşı karşıya kalabilir. Anayasal protesto hakkını kullanması için halkı mitinglere davet eden meşru siyasi partileri ya da demokratik kitle örgütlerini engellemek sokağı daha da kışkırtır. Özellikle 84 milyonluk dev bir ülkede Cumhur İttifakı, damarına bastığı kitlelerin olası tepkilerini küçümseme hatasına düşmemelidir. Sağduyu sahibi her siyasetçi son günlerde Kazakistan’da yaşananları dikkatle izlemelidir. Cumhurbaşkanı Tokayev’in iktidarı uğruna emperyal bir güç olan Rusya’dan askeri destek isteyecek kadar halkına yabancılaşması ibretlik bir olaydır. Rus ordusu sayesinde kontrolü sağladıktan sonra kendini aklamak için halkın isyanını ‘darbe’ diye itibarsızlaştırması da bir başka garabettir.
Otoriter rejimlerde siyasi ve ekonomik baskılardan, yolsuzluklardan bunalmış kesimler, temel insan haklarına ve insani yaşam koşullarına kavuşacakları daha demokratik ve adil bir ülke istemiyle sokaklara, meydanlara dökülüyorlar. Şiddet dışı bu tür masum eylemler, bir çok ülkede mevcut iktidarın ya da emperyal odakların kışkırtmasıyla terörize edilip amacından saptırılıyor. Arap Baharı sürecinde Ortadoğu coğrafyasında yaşananlardan sonra kaosa sürüklenen ülkelerin paramparça olduğunu, şiddet sarmalından bir türlü kurtulamadığını görüyoruz.
Ne yazık ki tek adam rejiminin gidişatı benzer koşulların ülkemiz açısından da olgunlaşmaya başladığını hissettiriyor insana… Cin bir kez şişeden çıkarsa Türkiye’yi parçalamak isteyen emperyal güçlerin ekmeğine yağ sürülmüş olur. Toplumda hemen her kesim gelecekten kaygı duyuyor. Bu yüzden halkın bekleme odasındaki tutsaklığına son verip derhal erken seçim tarihini açıklamak gerekiyor. Böylesi bir iklimde iktidarı uzatmak için kurgulanacak her yeni şok, toplumsal gerilimi daha da artırır. Ülke bir büyük felaketin eşiğine sürüklenir. Felaketten önceki son çıkış yolu ise her şeye rağmen TBMM’de aranmalıdır. Saray’ın kendi sonuna ülkeyi ortak etmesini önleyebilmek için muhalefet partileri, yeterli sayıda AKP ve MHP milletvekilini mutlaka ikna etmelidir. Meclis, ya cesurca inisiyatif alıp erken seçimin yolunu açacak ya da büyük çöküşün altında kalacaktır. Uyarmak bizden…İktidarın hâl ve gidişi 2023’e bırakılamayacak kadar vahim görünüyor.
NOTLAR