PUSULA| Düzenin Truva atı: Kemal Derviş politikaları

PUSULA| Düzenin Truva atı: Kemal Derviş politikaları

29-01-2022 01:35

Kemal Derviş’in politikaları gördüğümüz üzere merkez sermayenin ihtiyaç duyduğu nesnelliğin yaratılması şeklinde gerçekleşmişti. Çok kutuplu dünya ile birlikte şekillenen süreçte merkez sermayenin ihtiyaç duyduğu nesnellik farklılaşmaktadır. İşte soru burada şekilleniyor, Kemal Derviş versiyon 2 mi geliyor?

Seyhun Sarıtaş

Savaş başlıyor…

Merkez sermayenin kendi sınırlarındaki sömürünün doruklara ulaşmasıyla birlikte yaşadığı buhran, onu kendi sınırlarının dışarısına, çevre ülkelere doğru yönlendireli çok olmuştu. Türkiye gibi çevre ekonomilerinin sermaye ile tanışması 1980 öncesine dayanıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki dinamikler her ne kadar farklı olsa da tercih sermayeden yana yapılmıştı. Çok partili dönemle birlikte terkedilmeye başlanan kamucu politikalar kendini hissettirmeye başlamış ve yabancı sermayenin ülkemize girişine dair hukuki yapı oluşturulmuştu.

1954 yılında çıkarılan Yabancı Sermaye Yasası’nın kabul edilmesiyle birlikte ülkemize sermaye girişlerinin önü açıldı. Yasanın kabulünden sonraki dönemlerde, yabancı sermaye girişleri bugün ya da 2001 krizi ile birlikte IMF ile yapılan anlaşmalardan farklı olarak dönemin konjonktürü ve iktisat çevreleri tarafından hâkim görülen Keynesyen ekonomi politikalarına paralel şekilde ilerledi. Hayek’in savunduğu devletin piyasaya müdahalesinin ortadan kaldırıldığı politikalar geri plana atılmış, Keynes’in devlet müdahalesinin piyasada talebi arttıracağına yönelik görüşlerin hâkim olduğu bir dönemdi. Bu sebeple kamunun etkisi bu dönem de diğer dönemlere görece küçültülmemişti.

1973 dönemi yaşanan petrol şoku ile birlikte Keynesyen politikaların uzun vadede enflasyon ve işsizliği arttırıcı etkisinin tespiti sermaye çevreleri tarafından yapıldı. Bu dönemde Hayek’in temellerini attığı devlet müdahalesinin tamamen kaldırılması görüşünün pratik uygulayıcısı olarak Chicago okulundan Milton Friedman ortaya çıktı.

Akhalar savaştan çekiliyor mu?

Bu durumun önemli olmasının sebebi 2001 krizinde ülke ekonomisinin tamamen IMF’ye yani ABD finans-kapitaline teslime edilişini anlamamız açısından önemlidir.

1980 ile Türkiye’de başlayan özelleştirmelerin, uluslararası ticari faaliyetlerin, emeğe yönelik saldırıların arttığı süreç sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde farklı şekillerde yansımalarını buluyordu. Emperyalizm darbeler, işgaller ve örtülü saldırılarıyla kendi ihtiyaç duyduğu nesnelliği çevre ülkelere dayatıyordu. Kendi ihtiyaç duyduğu nesnelliği çevre ülkelerde gerçekleştirecek iktidarlarla iş birliği yapılıyordu.

1989 Bretton Woods anlaşması ile birlikte ekonomik ve sosyolojik olarak küreselleşmenin rayları döşeniyor, toplumsal direncin kırılması hedefleniyor ve ideolojilerin sonu, tarihin sonu, bireyselciliğin ön plana çıkarılması, alt kimliklerin ortaya çıkarılması gibi tezlerle sınıf bilincinin geriletilmesi hedefleniyordu. (Önder, 2016)

1980 ve sonrasında yabancı sermaye girişlerinin artması, Cumhuriyet döneminde kurulan fabrikaların satılmaya başlanması, köprü hisse senetlerinin ortaya çıkması gibi ultra özelleştirme hamleleri Türkiye’de yabancı sermayeye bağımlılığın önünü açtı.

1989’da serbestleşen sermaye hareketleri ise Türkiye ekonomisi üzerinde 16 yıl gibi bir sürede 4 finansal krizi tetikledi. (1994,1999,2001,2009) (Boratav, 2018)

Truva atı Troya’ya armağan ediliyor

1998-2001 yıllarında Dünya ekonomisi Doğu Asya’dan başlayan ve Doğu Avrupa ve Latin Amerika ekonomileri gibi bağımlı ve kırılgan ekonomileri etkileyen bir dizi finansal kriz içerisinden geçti. Bu durum serbestleşen sermaye hareketleri vesilesiyle Türkiye Ekonomisini de etkiledi. 1998 yılında faiz gelirlerinin milli gelirdeki payı %28’in üzerinde seyrederken devlet borç senetlerinin reel faiz oranları yüzde 39’a ulaşmıştı. Bu yılda enflasyon yukarıdaki tablodan da anlaşılacağı üzere çok yüksek oranlara ulaşmış ve tasarrufları korumak amacıyla enflasyona endekslenen mevduat faizleri, kredi kullanan sermaye gruplarını çok zor duruma düşürmüştü. Haziran 1998 sonunda Mesut Yılmaz hükümeti İMF ile 18 aylık gözetim anlaşmasını imzaladı. İMF ile yapılan anlaşmalar sonraki 1999 ve 2002’de Ecevit hükümetiyle devam etti. (Boratav, 2018)

2000-2001 krizinde İMF ile yapılan anlaşmalar Ecevit hükümetinde gerçekleşti. İMF kredilerinin açılması için 15 günde 15 yasa denilerek, babası Siemens’in ortaklarından olan, Dünya Bankası Başkan Yardımcısı görevini üstlenen Kemal Derviş bir program ile Türkiye ekonomisinin başına bir kurtarıcı olarak getirildi.

Türkiye ekonomisi Finans kapitalin, merkez sermayenin tam boy kontrolüne Kemal Derviş aracılığıyla teslim edildi. Duvarlarında, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.” yazan mecliste alınan kararlar, Türkiye’yi İMF’nin yani ABD baskın sermayeye teslimiyetine karar verdi.

Troya yanıyor…

Kemal Derviş’in uyguladığı politika ise sermayenin lehine Türkiye’yi daha bağımlı, finansal krizlerden ve sermaye hareketlerinden daha fazla etkilenen, ulusal artı değerin uluslararası sermayeye aktarılmasının önünü açan bir politikaydı.

Maliye politikasında faiz dışı fazla verilmesi hedefleniyor, bu fazla ise kamu bütçelerinden (eğitim, sağlık) GSMH oranla kısılması gibi piyasacı bir anlayışla ilerliyordu.

Tablodan anlaşılacağı üzere bu dönemde vergilerin yapısı değişiyordu. Servet vergilerinin gelirleri azaltılarak, tüm halkın ödediği vergiler arttırılıyordu.

Para politikasında 1999 yılında ortaya konan “enflasyonla mücadele programı” çerçevesinde şekillenen döviz kuru çapa olarak kullanılıp, faiz serbest bırakılmıştı. Bu program 2001 yılında terkedilerek, kur serbest bırakılıyor ve faiz kontrol altına alınıyordu.

1999 yılında uygulanan politika İMF için deneysel olarak bir karakter taşıyordu. Uluslararası sermaye hareketlerinin arttığı bir dönemde bu politika talep kısıtlayıcı olmaktaydı, Arjantin’de daha katı bir biçimi denenmişti. 2001 krizine doğrudan katkısı bulunmuştu ve bu dönemde İMF’nin baş ekonomisti Stanley Fischer bu modelin riskli olduğu vurgulayan bir makale yayınlamıştı. (Boratav, 2018)

Faiz giderlerinin bu politika ile birlikte 1999-2003 sonunda tam 3 kat artmıştı. Merkez bankası kamu kredilerini kısıtlayıp, özel kredileri büyük oranda arttırmıştı.

Krizler, “sermayenin emekten revanş aldığı” dönemeçlerdir. (Boratav, 2018)

Bölüşüm ilişkileri bu dönemde emek aleyhine ilerliyordu, reel ücretler düşüyor, işsizlik artıyordu.

2000 yılının sonunda İMF Ecevit’ten Türkiye bankalarının dış borçlarının da Hazine garantisine alınmasını istiyordu. Bu karar hemen kanunlaştırıldı ve gerçekleşti.

Sonuç

Tüm bu yaşananlar en başında bahsettiğimiz bir gerçeği ortaya koyuyor. Kemal Derviş’in Ecevit hükümeti tarafından getirilişi farklı analizlerin konusu olabilir. 70’li yıllardaki Ecevit hükümeti ile bu dönemi farklı okumamız gerekiyor.

Bu sebeple merkez sermayenin çevre ülkelere yönelik saldırıları en vahşi boyutlarını alırken, felsefi, sosyolojik olarak bir temel atıldığının altını çizilmesi önemlidir.

Yüksek faiz oranı ile yabancı parayı çevreye çekmeye çalışan Türkiye sermaye sınıfı, uluslararası sermaye ile el ele verip emeğe karşı olan savaşı arttırırken deneyim kazandığını not etmemiz gerekir. Kemal Derviş politikaları sonrası 2005 yılında İMF ile AKP’nin anlaşmaları devam ediyor. AKP Kemal Derviş’ten devraldığı ekonomi politikalarını, Babacanla birlikte devam ettiriyor. Hane halkına ve bireylere borçlanma hakkı büyük ölçüde tanınıyor. Kredi kartları yaygınlaşıyor. Yurttaşlar bankalara borçlandırılıyor.

Bugün yaşanan krizde uluslararası sermayenin hareketliliğinin, yönelimlerin etkisi çok büyük, çok kutupluluk ile birlikte merkeze çekilme yönelimi gösteren sermaye, bağımlı ekonomileri enflasyon-kur-faiz sarmalına sürüklüyor.

Türkiye sermaye sınıfı 2001’de İMF’den, özelleştirme ve Türkiye sınırları içerisindeki emek sömürüsünü bölüşme şartı ile aldığı kredileri, yeşil sermayeyi zengin ederek ve inşaat sektörüne kanalize ederek üretken olmayan bir şekilde harcıyor.

Bugün yaşadığımız krize Babacan’ın ve Millet ittifakının çözüm önerisi ile yine Bretton Woods kurumlarından (İMF, WB) sıcak para akışı sağlanarak, Yeni bir Kemal Derviş getirilerek, (“Daron Acemoğlu”), AKP döneminde inşaat sektörüne aktarılan parayı, katma değerli mallara aktarma gibi bir plan çerçevesinde şekilleniyor.

Kemal Derviş’in politikaları gördüğümüz üzere merkez sermayenin ihtiyaç duyduğu nesnelliğin yaratılması şeklinde gerçekleşmişti. Çok kutuplu dünya ile birlikte şekillenen süreçte merkez sermayenin ihtiyaç duyduğu nesnellik farklılaşmaktadır. İşte soru burada şekilleniyor, Kemal Derviş versiyon 2 mi geliyor?

  1998 1999 2000 2001 2002
GSMH(Milyar TL) 53518332 78282966,81 125596128,8 176483953 273463167,8
Yabancı Sermaye Yatırımları Net Girişler (Mn$) 940 783 982 3266 585
Ödemeler Dengesi(Mn$) 447 5206 -2997 -12924 -212
Dış Borç (Mn$) 96411 102975 118685 113811 131264
Bütçe Dengesi -3803376 -9151620 -13264885 -29036095 -39085183
Faiz Ödemeleri 5626676 9898624 18609423 40484246 43468540
Vergiler (Trilyon TL)   17320 31325 47921 66106
  Dolaysız Vergiler   7116 11764 18501 22221
  Dolaylı Vergiler   9866 19007 28746 42543
Merkez Bankası Kredileri (Milyar TL) 8663 9831 501724 750000 250000
  Kamu 983 2151 1724 0 0
  Özel 7680 7680 500000 750000 750000
Enflasyon (%) 69,73 68,73 39,03 68,53 29,75
İşsizlik (%) 6,9 7,7 6,5 8,4 10,3

Kaynak: TCMB,SBB,TÜİK