İbrahim Anlaşmaları: Dinler Ortadoğu’yu kurtarır mı?

İbrahim Anlaşmaları: Dinler Ortadoğu’yu kurtarır mı?

16-06-2022 21:10

Ortadoğu’da Amerikancılık yarışındaki İsrail ve Sünni Arap şeyhliklerinin “barışması” bölgeye barış getiremeyecek bir ikiyüzlülüğü tekrarlıyor. Bu anlaşmalar, Sünni siyasetlerin hiçbir zaman gündeminde olmayan Filistin’in İsrail işgaline karşı direnişe eski ilgisizliğin süreceğini gösteriyor.

Zafer Aksel Çekiç

15 Eylül 2020’de Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile İsrail arasında “ilişkilerin normalleştirilmesi” diye imzalanan anlaşmalar ile Donald Trump’ın Ortadoğu’daki İran karşıtı stratejisinde önemli bir adım atılıyordu.

Resmi adıyla “İbrahim Anlaşmaları: Barış, İşbirliği ve Yapıcı Diplomatik ve Dostane İlişkiler Deklarasyonu” ile üç İbrahimi dinin arasındaki diyalog ve kültürel alışverişe vurguyla yeni bir barış kültürü yaratılmasından dem vuruluyordu. Ortadoğu’da hep savaşa kaynaklık eden üç dinin bir barış sağlaması hedefinin ise arka planına bakmak gerekiyor.

“İBRAHİMİ DİNLER” VE “ŞER EKSENİ” PARALELLİĞİ

Bu noktada hemen akla getirilmesi gereken bir söylem daha var. ABD Başkanı George W. Bush tarafından 11 Eylül saldırıları sonrasında ilk kez kullanılan “şer ekseni” ile İran, Irak ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti İngilizce orijinalindeki ifadeyle “şeytan” sayılıyordu. Bunların karşısında ise “tanrısal” ABD vardı.

Şimdiyse bir kez daha, bu kez tersten ve daha doğrudan, ABD, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri ile Bahreyn “tanrı”nın tarafında tanımlanıyor. Karşısındakiler de kuşkusuz bir kez daha “şeytan” olacak.

İşte bu açıdan bakıldığında teolojik olmaktan ziyade jeo-politik bir gerçeklik gözlere çarpıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Basra Körfezi’nde İran’ın tam karşısında yer alan iki deniz komşusu.

Birleşik Arap Emirlikleri Basra Körfezi’nin çıkışındaki petrol ticaretinde dünyanın tartışmasız en önemli su yolu olan Hürmüz Boğazı’nın güneyini kontrol eden stratejik bir konumdayken Bahreyn ise en büyük Şii nüfusa sahip Körfez ülkesi olarak Arap Baharı’nın son ulaştığı ve Şii isyanı karşısında boğulduğu yer.

Bu coğrafi ve demografik konumlarıyla İsrail ile karşılıklı konumlarını perçinleyen iki ülkenin İsrail ile yaptığı anlaşmanın İsrail’in varlığından ziyade Basra Körfezi’nin karşı kıyısındaki İran’a ve İran’ın Akdeniz’e kadar ulaştırdığı “Direniş Ekseni”ne karşı olduğunu görmek için fazla söze de gerek kalmıyor.

Bu anlaşmaya daha sonra Sudan ve Fas’ın eklenmesi ise biraz Umman’ın ayak sürümesinden biraz da yaramaz çocuğu denilebilecek Katar’ın yokluğunda daha genel bir yaklaşımın ürünü sayılmalı.

KATAR VE TÜRKİYE

Bu açıdan bakınca Bahreyn’in hemen yanı başında İran ile en gelişkin ilişkilere sahip Katar’ın neden Körfez ülkeleri arasında dışlandığını anlamak da mümkün görünüyor. Katar, İran üzerinden para kazanmak istedikçe İran’ın nüfuzu da Arap Yarımadası’na biraz daha fazla sızıyor. Özellikle Basra Körfezi kıyısındaki ülkelerin Şii nüfusu da İran’ın etkisine açık hale geliyor.

Bu açıdan stratejik olarak kendisine Türkiye ile bir ittifak seçmesi de şaşırtıcı sayılmamalı. Türkiye’nin de İran ile ilişkileri benzer bir İran etkinliğine fırsat verirken ABD’nin hoşnutsuzluğunun hedefinde yer alıyor.

İki ülkenin geniş ittifaklarında “yaramaz” yapar görüntüleri ile tencere kapak misali birbirlerine sarılmış halleri esasında kökten itirazları olmayan İsrail ile ilişkiler başlığında geri durmalarının da boşluğunu kapatıyor.

Bu açıdan AKP iktidarının tüm karşı çıkışlarına rağmen aslında Türkiye ve Katar’ın da bu anlaşmaların “doğal” birer parçası olduğunu söyleyebiliriz. Bu iki ülkenin İsrail ile ilişkilerinin adının konmasına ihtiyaç duymadıklarını ve bunun başka avantajları olduğunu da rahatlıkla ifade edebiliriz.

 İKİNCİ YILA GİDERKEN

Anlaşmaların imzalanmasının üzerinden 1,5 yıla yakın zaman geçmişken diplomatik ilişkilerin geliştiğini görmek mümkün. Bu çerçevede anlaşmaların ikili ilişkiler üzerinde elçilikler açılması gibi resmiyette daha gelişkin biçimler alması söz konusu. Ancak bunların şekli anlamları olduğunu görmek gerekiyor.

Bu anlaşmanın söylendiği gibi Filistin mücadelesinin adil bir şekilde çözümlenmesine veya bir “barış kültürü” oluşturmaya hizmet edecek olmasının ise ufukta hiçbir emaresi yok. İsrail hala yeni yerleşimler açıyor, hala iki devletli çözümü mutlak olarak reddediyor, mevcut barış planlarını muhatap dahi almıyor.

Bu açıdan da İbrahim Anlaşmaları ancak İran’a karşı yeni bir ittifak anlaşmaları zemini olmaktan öteye gitmeyecek gibi duruyor.