İki yanlış bir doğru etmez

İki yanlış bir doğru etmez

18-05-2022 09:42

Patronlara yönelmeyen her öfke, emekçilerin birbirlerine düşman olarak bölünmesine neden oluyor. Göçmenler gitsin diyenler de kalsın diyenler de patronların önünde bir bariyer görevi görüyor.

Behiç Oktay

Bir süredir düzen içi siyasette kardeşlerin birbiriyle kavgasını seyrediyoruz. Burjuva siyaseti öylesine bir belirsizliğin içerisindeki, en ufak bir sorunda dahi kendilerine ittifak diyenler dahi yan yana durmakta zorlanıyor.

Burjuva siyasetinin aktörlerinin belki de birbirleriyle anlaşmakta en çok zorlandığı konuların başında sığınmacılar konusu geliyor. Daha önce bu konuda net şeyler söylemekte zorlanan siyasi partiler, toplumdan gelen huzursuz seslere seçim arifesinde daha fazla sessiz kalamadı ve her biri birbirinden tuhaf çözüm önerileri ile topluma seslenmeye başladı.

Burjuva partilerinin kapitalist düzenin devamlılığını sağlamak adına belirli sermaye çevrelerine dayanmak zorunda olduğu bir gerçektir. Her siyasi parti bir sınıfa veya sınıfın bir kesimine dayanmak mecburiyetindedir. Aksi takdirde o siyasi partinin varlık sebebi ortadan kalkar, en fazla tabela partisi olabilir.

Bu doğrultuda Türkiye sermayesinin farklı kesimlerinin sığınmacı konusunda farklı tavırlar aldığını ve bu farklı tavırların siyasi partilerin söylemlerine yansıdığını da görebilmemiz mümkün.

TÜRK VE KÜRT EMEKÇİLERİNİN SINAVI

Ülkemizin içinde bulunduğu göçmen sorunundan önce de başta küçük ve orta ölçekli işletmelerde olmak üzere Türk ve Kürt emekçileri güvencesiz, kayıt dışı ve karın tokluğuna çalışır durumda olduğunu bilmeyen yoktur. Merdiven altı tekstil atölyeleri, hasta ve yaşlı bakımı, garsonluk, inşaat vb. üretim ve hizmet alanlarında çalıştığı ülkemiz için bilinen bir gerçekti.

Peki Türk ve Kürt emekçilerinin bu biçimde vahşice sömürülmesini daha önceki hükümetler destekliyor muydu desteklemiyor muydu? Şimdi sokaklarda, televizyonlarda, liberal Youtube kanallarında bas bas bağıran faşistlerin, bir kez olsun Türk işçisi kaçak çalıştırılamaz dediğini duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü bunlar Türk ve Kürt işçisinin değil, Türk ve Kürt burjuva sınıfının temsilcileridir.

Bu soruya verilen cevapları düşününce meselenin özünde göçmenlerin kalıp kalmamasının değil, doğrudan bir emek-sermaye çelişkisi olduğunu anlamamız gerekiyor. Her yerde Türkler iş beğenmiyor diye dolanan patronlar, ve onların temsilcileri, Türklerin beğenmedikleri işleri kaçak göçmenlere veriyorlar. Bu arada bu sınıfa dayanan siyasi partiler de toplumdaki öfkeyi kaçak, güvencesiz ve ucuz işçi çalıştıran patronlara değil, göçmenlere yönelmesini sağlıyor. Herkesin bir ağzından “e adam ucuz işçi çalıştırmayıp ne yapsın, batsın mı?” şeklinde patronlara meşruiyet yaratma yarışında olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz.

Patronlara yönelmeyen her öfke, emekçilerin birbirlerine düşman olarak bölünmesine neden oluyor. Göçmenler gitsin diyenler de kalsın diyenler de patronların önünde bir bariyer görevi görüyor.

TÜRKİYE SERMAYE SINIFININ ÇEKİŞMELERİ

Türkiye sermaye sınıfı dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi yekpare değildir. Zamanı geldiğinde sınıf bilinci doğrultusunda tehditlerle ortak mücadele eder, tehdit olmadığı zaman ise birbirini yok etmeye oynar.

Bugün sermaye sınıfı dünya genelinde çıkmazdadır. İflas eden neo-liberal modelin yerine ne koyacağı konusunda anlaşmazlık yaşamaktadır.

Hatırlayacak olursak, bu durum 2016’da Trump’ın ABD Başkanı seçildiği dönemde oldukça sık tartışılan bir konuydu. O dönemde küreselciler ile korumacı ekonomiyi savunanlar arasında bir çekişme olduğu yazılıyordu.

Küresel sermayedeki anlaşmazlık durumunun ve ortaya çıkan farklı anlayışların, küresel sermayeye göbekten bağlı olan Türkiye sermaye sınıfını ve dolayısıyla burjuva siyasi aktörlerini etkilememesi düşünülemez.

TÜSİAD ile MÜSİAD’ın göçmenlere karşı farklı yaklaşımlarının nedeni de aslında bundan kaynaklanıyor. Burjuva sınıfının kendi devamlılıklarının nasıl sağlanacağına dair anlayış farklılıkları, siyasete de yansıyor.

2002’den bu yana AKP ile arasından su sızmayan TÜSİAD, son dönemde AKP’den şikayetçi bir söylemde bulunsa da 1979 Mayıs’ında verdiği gazete ilanları aracılığı ile olduğu gibi doğrudan hükümet devirmeye yönelik bir hamlesi henüz yok. AKP ile TÜSİAD arasındaki huzursuzlukların büyümesi ise CHP’nin işine geliyor. CHP, AKP ile TÜSİAD arasındaki boşluklara oynayarak sermaye sınıfının asıl temsilcisinin kendisi olduğunu ispatlamaya çalışıyor.

TÜSİAD göçmen konusunda AKP ile aynı çizgide görünmüyor. TÜSİAD, aynı Avrupa sermayesi gibi göçmenlerin “kalifiye” olanlarını “seçmece” almak istiyor. Kontrolsüz göçün hem sermaye düzenini hem de kendileri açısından toplumsal huzuru bozacağını düşünüyor.

MÜSİAD ise ucuz emek gücü ile günü kurtarmanın derdinde. AKP ile TÜSİAD’ın arasının açılmasını fırsat bilen MÜSİAD, kendi çıkarları doğrultusunda AKP’nin göçmenleri AB’den aldığı rüşvet karşılığında zorla Türkiye’de tutmasına arka çıkıyor. AKP-MHP iktidarının politikalarını destekleyen MÜSİAD, diğer yandan Türk işçilerden de şikâyet etmektedir. Milliyetçilik ve dincilik, yerli ve milli gibi demagoji araçlarını kullanmaktan geri kalmayanların nasıl Avrupa sermayesinin hizmetinde olduklarını görüyoruz.

HANGİ SERMAYEYİ TUTALIM?

Göçmenler için sermayenin bir tarafı gitsin diyor bir tarafı kalsın diyor. Bunun yansıması olan siyasi partilerin bir kısmı gitsin diyor bir kısmı kalsın diyor.

Hangisini tutalım?

İki yanlış bir doğru etmez. Bugün ülkemizi ABD ve AB işbirlikçiliği sonucu bir mülteci gettosu haline getirilmesinin de yine ABD ve AB’den ithal edilen yabancı düşmanı politikaların da karşısında durmak gerekiyor.

Türkiye’nin demografisinin emperyalizm aracılığı ile yapay yollarla değişmesine de bu değişiklikler sonrasında emperyalizme yönelmesi gereken öfkenin göçmenlere yönelmesine de karşı durmak gerekiyor. Yabancı düşmanlığının da Türkiye’nin demografisinin değiştirilerek uzun vadede yeni bir ulusal sorun ortaya çıkacak olması da emperyalizmin işine gelecek süreçler olacaktır.

Sermaye sınıfının ve onun temsilcisi siyasi partilerin politikalarının karşısında işçi sınıfının yani kendi politik çıkarlarımızı savunmamız gerekiyor. Öfkemizi gerçek düşmana, yani emperyalizme, sermaye sınıfına ve onun temsilcilerine yönlendirmemiz gerekiyor. İki yanlışa karşı tek doğruyu savunmamız gerekiyor.