Kavga bitmedi, yaşıyor Üç Fidan

Kavga bitmedi, yaşıyor Üç Fidan

07-05-2022 10:28

Her ne kadar memleketin sol damarı idamlarla, baskılarla, yasaklarla koparılamamışsa da artık bu damarın, bu damarda coşkuyla akan kanın hangi bedende vücut bulacağı, bu vücudun nereye yürüyeceği açığa çıkarılmak mecburiyetindedir.

Aykız Reçber

Deniz, Hüseyin, Yusuf… 72’nin Mayıs’ında canına kıyılan üç genç, üç oğul, üç devrimci.
“…Gör nasıl yeniden yaratılırım
Namuslu genç ellerinle
Kızlarım
Oğullarım var gelecekte
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası
Kaç bin yıllık hasretimin koncası…”

Üç yağlı urganda üç körpe boyun, mezarları karanfil.

Deniz, İstanbul Üniversitesi; Hüseyin ve Yusuf Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisiydi. Üç fidanın her biri bulundukları üniversitelerde ilerici gençliği bir arada tutan, onlara önderlik eden isimlerdi. Dönemlerinin öğrenci hareketlerine öncülük etmişler; kendilerini kurtarma hayali kurmanın ötesine geçmiş ve kurtuluşun memleketten geçtiğinin bilincine varmışlardı. Gençlik yıllarını mücadeleye adamış ve bu gaye uğrunda darağacına gitmişlerdi.
Üzerinden yıllar geçse dahi mücadeleriyle solun tarihine kazılmıştır Denizler. Yaşadıkları, sokaklarında gezdikleri şehirlerin, memleketin ezilenlerine aydınlık bir geleceği borç bilerek geçirmişlerdi kısacık hayatlarını. Bugünden onlara dönüp baktığımızda seçtikleri mücadele biçimlerini eleştirmek, bunu doğrulamak ya da yanlışlamaktan ziyade dönemlerinin üniversiteli gençliği içerisinde sıra arkadaşlarının omuzlarına basa basa yükselecekleri kariyer basamaklarını düşleyenlerden değil gençliğin işçi sınıfının safındaki mücadelesinin önemini kavrayanlardan oldukları ayrımına varmak gerekir.

Onlar, gençlik yıllarında antiemperyalizm şiarını yükseltmiş, idamları öncesinde “Yaşasın tam bağımsız Türkiye!.. Kahrolsun emperyalizm!” diyerek solun bugünkü en temel belirteçlerinden birini dile getirmişlerdi. Denizlerin idamından bu yana ne emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri memleketi sömürmekten, karanlık bir dehlize sürüklemekten geri durdu ne de bu memleketin devrimcileri Denizlerden aldığı bayrağı taşımaktan bir an olsun vazgeçti.

Vazgeçmeyişi öylesine bilmekte ve yaşamaktayız ki kanlı elleriyle işçilerin gırtlağına çöken sermaye hala her adımında devrimcilerin yumruğuyla göz göze gelir. Denizlerden beri Amerikan emperyalizminin savaş gemileri Sarayburnu’na her demir attığında kıyıda “6. Filo Defol!” diyen ilerici, devrimci gençler belirir.
Akademide gericilik kol gezerken, dönemin siyasi iktidarı ideolojik tahakkümünü kurmak ve bilimsel eğitim ile toplumu ileriye taşımak rolünü üstlenen üniversiteyi sermaye işbirliğinde emek pazarı haline getirmek adına üniversitelere rektör atarken gençliğin mührüyle “karşılanır”.

Karın tokluğu bir yana daha az borçlu olmaya çalışmanın ötesine gidemeyen, değil yarınını bir sonraki öğününü çıkaramayan işçilerin grevinde, eylemlerinde, nasırlı ellerinde görünür Denizlerin mirası.

Her ne kadar memleketin sol damarı idamlarla, baskılarla, yasaklarla koparılamamışsa da artık bu damarın, bu damarda coşkuyla akan kanın hangi bedende vücut bulacağı, bu vücudun nereye yürüyeceği açığa çıkarılmak mecburiyetindedir. Bugüne, içinde bulunulan koşullara, emekçileri kıskaca alan sermayenin örgütlülüğüne baktığımızda karşımıza apaçık çıkan bir tek gerçek, bir tek gereklilik vardır: emekçilerin, işçilerin sınıfının öncü partisiyle örgütlü mücadele vermesi.

Bugün seçimlere ve ittifaklara sıkıştırılan düzen siyaseti içerisinde, gün geçtikçe emekçilerin, gençlerin sırtına yüklenen yüklere adeta “çıkış yolu” gibi sunulan muhalefet cephesinden medet ummak ise çölde görülen seraba inanmaktan farksızdır. NATO’dan çıkmayı aklından bile geçirmeyenlerle, Amerikan emperyalizminin yeni ayağı olmaktan bir an olsun geri durmayacağı gün gibi ortada olanlarla, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığında bayram edenlerle, tarikat ve cemaatlerin kurbanı olan bir genç için tek bir laf etmediği günün akşamı Madımak’ta şeriatçıların aydınları, ilericileri diri diri katlettiği sırada önemli mevkilerde yer alan ve bugün de siyaset sahnesinde olanlara hasta ziyaretinde bulunanlarla, Beyazıtta yedi öğrencinin katlinde kullanılan patlayıcıların dönemin cumhuriyet savcısı tarafından dahi ‘basit’ silahlar olmadığı söylendiği halde kontrgerillayı inkar edenlerlerin zihniyetiyle kurtulmayacaktır memleket. Memleketi kurtarmak sermayenin gelecekteki işbirlikçisi olacağının teminatını çoktan veren düzen mensuplarının görevi olmayacaktır. Onların vaatleri bir sus payı olmanın ötesine gitmeyecektir.

Anmalarda, yıldönümlerinde son derece süslü sözcüklerle bezenmiş fotoğraflarını kullanıp yalnızca devirlerinin daimiyetinin dilenmesi için mücadele etmedi Denizler. Geriye bıraktıkları tekmelenmiş bir idam sehpası ve haki parkalarından daha fazlası. Onların uğruna türküler söyleyip bir köşeye çekilmek, fotoğraflarını duvarlarımıza asıp adlarını bilmekten ötesine gitmeye gayret etmemek olmamalı niyetimiz. Tam da onların istediği gibi; yalnızca birer halk kahramanı olmakla kalmayıp yürümek… Adları hatırda kalamayacak kadar çok olmak, çoğalmak, dağılmak memleketin her bir karışına. Her işçinin bileğinde, her çocuğun oyununda, her gencin kaleminde, her kadının emeğinde vücut bulmak… “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,/ ekmek, gül ve hürriyet günleri.” için mücadeleyi ilmek ilmek örmek, doğduğu gün gözünü sermaye sınıfının iktidarına açan gençliğin, daha iyisini değil en iyisini istediği ve ona ulaşmak için daima bilincini, hafızasını diri tuttuğu; kendi kurtuluşunu memleketin, yakın geleceğinde tam da içinde olduğunu en derinden hissedeceği işçi sınıfının kurtuluşundan bağımsız olmadığının farkındalığıyla işçi sınıfının iktidarını gerçekleştirerek insanca yaşanacak bir ülke yaratması Denizlerin idamıyla devrimci mücadelenin bitirilemediğinin en keskin göstergesi ve sonucu olacaktır.