PUSULA| Sadık bir NATO’cunun maceraları

PUSULA| Sadık bir NATO’cunun maceraları

05-02-2022 03:33

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması aslında AKP’nin Karadeniz’in kapılarını başta ABD olmak üzere NATO’ya üye ülkelere istediği şekilde açmak istemesinden kaynaklanıyordu. 2014’ten beri inişli çıkışlı olarak sürekli gündemde kalan Ukrayna-Rusya gerginliği de bu işin en önemli bahanesi olarak ortaya konuyordu.

Behiç Oktay

NATO’nun Ukrayna’ya dönük planları tam gaz uygulamaya konurken AKP iktidarı da her NATO operasyonunda olduğu gibi Ukrayna konusunda da en istekli NATO üyesi görüntüsünü vermeye gayret gösteriyor.

Ukrayna gündeminin AKP açısından özel bir yere oturduğunu söyleyebiliriz. Birkaç başlıkta anlatmaya çalışalım. 

Birinci başlık, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılmasıdır. Hatırlayacak olursanız, geçtiğimiz yıl başta TBMM Başkanı Mustafa Şentop olmak üzere AKP’li yetkili isimler Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden olduğu gibi bir Cumhurbaşkanı kararıyla Montrö Sözleşmesi’nden de çıkılabileceğini ifade etmişlerdi. Bunun üzerine Montrö Sözleşmesi tartışmaya açılmış, 104 Amiral tarafından imzalanan bir metin kamuoyu ile paylaşılması büyük bir tartışmayı da beraberinde getirmişti. 

Birinci cumhuriyetin önemli kazanımlarından biri olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin AKP eliyle tartışmaya açılması ve bu tartışmalar üzerinden AKP’nin kamuoyundan aldığı cevap, konunun kapanmasına neden olmuştu.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması aslında AKP’nin Karadeniz’in kapılarını başta ABD olmak üzere NATO’ya üye ülkelere istediği şekilde açmak istemesinden kaynaklanıyordu. 2014’ten beri inişli çıkışlı olarak sürekli gündemde kalan Ukrayna-Rusya gerginliği de bu işin en önemli bahanesi olarak ortaya konuyordu. 

Yine aynı dönemde Doğu Akdeniz’deki paylaşım mücadeleleri de sürüyordu. Akdeniz’in tersine Karadeniz, buraya kıyısı olan ülkeler tarafından nispeten daha adil bir şekilde paylaşılmıştır ve ortada şimdilik bu konuya dair herhangi bir tartışma yoktur. NATO’nun bulunduğu her ortamda provokasyon yaratabilme kabiliyeti düşünüldüğünde, Karadeniz’e NATO gemilerinin serbest giriş çıkışının ise bu noktayı basit bir provokasyona dönüştürme potansiyeli barındırmaktadır.

İkinci başlık, Türkiye’nin Asya’da NATO’nun koçbaşı görevini üstlenmiş olmasıdır. Bu süreç AKP döneminde ilk olarak Suriye meselesinde Rusya ve İran ile oturulan masalarda ortaya çıkmıştı. O dönemde “Türkiye yüzünü Avrasya’ya mı dönüyor” tartışmaları yapılırken mesele aslında çok netti. Türkiye’nin yüzünü Avrasya’ya dönmesinin sebebi Avrasyacılık değildi. Türkiye o masada NATO temsilcisi olarak bulunuyordu. 

Son dönemde ise Türkiye’nin 1990’lara benzer bir biçimde dikkati “Turan coğrafyasına” döndü. Türkiye ilk olarak Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ Savaşı’nda etkin rol aldı. Diğer yandan şimdilik sembolik bir birlik görüntüsü verse de ileride önem kazanma ihtimali olan Türk Devletleri Teşkilatı da Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak öncülüğünü yaptığı oluşumlardan biri oldu.

Karabağ Savaşı sürecinde Azerbaycan’ın Türkiye ile birlikte İsrail’e yakınlaşması, Türkiye’nin ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecine müdahil olma ve Türk Devletleri Teşkilatı ile Orta Asya’daki Türk Devletleri üzerinde etkin bir güç olma hevesi, süreci oldukça net bir şekilde gözler önüne seriyor. 

Ukrayna meselesinde de Türkiye benzer bir rol kapma gayreti içerisinde. Karabağ Savaşı sonrası Türkiye’nin öne çıkan sihaları, kendisine pek çok alıcı buldu. Bunlardan biri de Ukrayna oldu. Bu durum, Türkiye’nin Kırım konusundaki söyleminin değişmesine de neden oldu. Erdoğan’ın özellikle son dönemde Kırım ile ilgili her ifadesinde burayı Ukrayna’ya ait olduğunu söylemesi dikkat çeken bir hal aldı. Burada hem Ukrayna ile olan silah anlaşması hem de Türk devletlerine liderlik etme iddiasındaki bir Türkiye’nin Kırım’a sahip çıktığı görüntüsü veriliyor.

Peki Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri bu ortamda nereye oturuyor?

Türkiye-Rusya ilişkileri 2015 yılında Türk F-16’ları tarafından düşürülen Rus F-16’sı ile gerginleşmeye başlasa da iki ülke arasındaki ilişkiler, özellikle Türkiye’nin verdiği tavizler nedeniyle rutin düzeyde seyretmeye devam etmiştir. Türkiye ile Rusya, diplomatik olarak iyi geçinmeye çalışıyor görüntüsü verseler de birbirleri ile çeşitli askeri cephelerde karşı karşıya gelmektedir. 

Yukarıda belirmiş olduğum Boğazlar, Kırım ve Karabağ dışında iki ülkenin karşı karşıya bulunduğu en kritik yer Suriye’dir. Türkiye’nin başta Ukrayna konusunda olmak üzere elinde bulundurduğu pozisyonlar nedeniyle Rusya’dan Suriye’de taviz vermesini isteme imkanına sahip duruma gelebilir. 

İkinci olarak şimdilik fazla öne çıkmayan, ancak ilerleyen dönemde etkisini artırma potansiyeli yüksek olan Türk Devletleri Teşkilatı’nın Rusya’nın etkili olduğu Orta Asya’da NATO üyesi Türkiye’nin öne çıkarak Rusya açısından problem yaratabilir. 

Son olarak Türkiye, Boğazları hukuk dışı bir biçimde NATO üyesi emperyalist ülkelerin savaş gemilerine açarak, olası bir savaş durumunda Rusya’nın elini zayıflatabilir. 

Elbette tüm bu ihtimallerin ne derece gerçekleşip gerçekleşemeyeceği, en başta Türkiye sermaye sınıfının ihtiyaçları ve Rusya’nın Türkiye’nin bu politikalarına vereceği karşılık doğrultusunda belli olabilecektir. 

Burada da ABD ve AB arasında Rusya-Ukrayna arasında çıkabilecek savaşa yönelik ortaya çıkabilecek farklı tutumların etkilerini görmemiz mümkün olacaktır. Olası bir Rusya-Ukrayna savaşına şimdilik ABD ve İngiltere kadar hevesli görünmeyen Almanya ve Fransa’nın tutumu Türkiye siyasetinde iktidar ve düzen muhalefeti arasındaki temsil farklılıklarını da göz önüne serme ihtimali barındırmaktadır. 

Sonuç olarak Türkiye’nin Ukrayna’ya dönük politikası, bir yandan NATO’daki yeni konumu, Türkiye sermayesinin pozisyonu ve Rusya’nın Türkiye’ye vereceği karşılıklara bağlı olarak şekillenecektir. Her durumda görebiliyoruz ki, Türkiye bağımsız bir dış politika izleyememekte, emperyalizmin savaş ve istila planlarına aracılık etmekten başka bir dış politika izleyemez durumdadır.