SOSYALİST KÜLTÜR| Sevdalınız Komünisttir
“Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla: Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.”
Nâzım Hikmet işçi sınıfının komünist şairidir. Hiç kuşkusuz tam da bu sebeple Nâzım Hikmet’in komünist, örgütlü ve yurtsever kişiliği unutturulmaya çalışılarak Nâzım’ı popüler kültürün bir nesnesi haline getirme çabası sürmektedir. Sanki Nâzım Hikmet’in komünistliğini unutturmak veya komünistliğini ve şairliğini birbirinden koparmak mümkünmüş gibi…
Nâzım Hikmet’in ilk gençlik yılları, Osmanlı’nın son demlerine ve halkın emperyalizme karşı verdiği mücadeleye denk düşer. Nâzım, anti-emperyalist benliğiyle emperyalizme karşı verilen mücadeleye destek olur; Nâzım’ın yolu önce Anadolu’ya düşer, sonra Moskova’ya. Ekim Devrimi’nin coşkusuyla birlikte, Nâzım Anadolu’dayken tanıştığı sosyalizmle bağlarını Moskova’da Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) aldığı eğitimle geliştirir. İçerisinde yaşadığı dönemin siyasal atmosferi ve teorik ve bilimsel açıdan sosyalizmde derinleşmesi Nâzım’ın sosyalist Türkiye’yi kurma iradesini ortaya koymasını sağlamıştır.
Nâzım Sovyetlere henüz iç savaş bitmemişken 1921 yılında ayak bastığında Bolşeviklere dair duyduğu merakı ve sosyalizme olan ilgisi, Bolşeviklerin siyasal mücadelesiyle buluşur. Nâzım’ın bu dönemde soluduğu hava, yaşamı boyunca üretiminin temel belirleyicisi olma özelliğini koruyacak ve Nâzım sanatını toplumsal temeller üzerine oturtacaktır. Nâzım’ın üretiminin diğer temel belirleyici etkeni 1923 yılında TKP saflarında örgütlü mücadeleye katılışıdır. Nâzım’ın partili oluşu 15’lerin katlinden sonra koşulların daha da zorlaştığı bir dönemde gerçekleşir ve sanatsal kimliği siyasal kimliğinin belirleyiciliği altında gelişir.
Nâzım mücadelesiyle, partili-aydın duruşuyla, sanatıyla, eserleriyle bir bütündür. Şiirlerini, mücadelesinin bir aracı olarak kullanır. Politik bir bilinçle yazdığı dizelerinde işçi sınıfını, örgütlülüğü, yurtseverliği ve sosyalizme olan inancını işler. Parti edebiyatından yana olan Nâzım’ın partiyle kurduğu bağ edilgen değildir; parti onun sanatını besler, o da sanatıyla partiyi. Charles Dobzyinski ile yaptığı bir söyleşide Nâzım parti ve aydın ilişkisine bakışını şu sözlerle açıklar: “Bu konuyu Lenin’in anladığı gibi düşünmeye çalışıyorum. İşte bu da çok güç; tüm derin düşünceler gibi Lenin’in düşüncesi de görünüşte çok yalın. Önce, yazar olarak, Parti üyesi olarak, Parti ile benim aramda kurulan bağ hiç de edilgen değil etkin bir bağ: Parti bana bir şeyler verir ve sıram gelince ben de ona bir şeyler verebilmeliyim. Ben partiye, Kongre tarafından onaylanmış bulunan tüzük ve program ile bağlıyım. Bu belirli ilkeler dışında kimseden buyruk almam. Kuşkusuz, Parti’nin belgilerinden, tüm belgilerinden onları halka yaymak için esinlenirim. Ama onları gerçekten sanatsal bir düzeye yükseltmeye çalışarak…”¹
Nâzım sanat ve partililik ilişkisi hakkında ise şunları söyler: “Biliyorsunuz, 1923’ten beri TKP üyesiyim; övündüğüm tek şey bu. Bana öyle geliyor ki, devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı ve etkili olabilir, ama yazarlarda olamaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve edilgin kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olunduğu sanılabilir ve söylenebilir ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince, ben kesinlikle yan tutmayı yeğlerim.” “Öte yandan, Parti’nin, halkımın ruhunu benim yapıtlarımdan öğrenip kavrayabileceği bir biçimde yazmaya çalışırım. ‘Ozanlar gerçeği önceden sezerler’ diyordu Engels, eğer onlar geleceği önceden sezmeye yetenekli iseler o zaman bugünün sorunlarını haydi haydi sezebilirler. Parti tarafından önerilen genel konular ile ozanın duyduğu şey arasında çelişki olmaz” ²
Nâzım hayatı boyunca, “Ömrümde yalnız seninle / Ve senin safında olmakla övündüm.” Dediği TKP ile işçi sınıfının kurtuluşu için verdiği mücadeleden vazgeçmeyecektir. Komünist şairin sosyalizm inadı, mücadeledeki kararlılığı, işçi sınıfından yana tavır alışı ve partiye sevdası; onun cezaevlerine, sürgünlere sığmayan mücadele yaşamının ve tüm zorluklara rağmen davasından ve partisinden vazgeçmeyişinin temel hatlarını oluşturmaktadır. Buna rağmen Nâzım Hikmet’in komünist kimliği silinmeye çalışılarak Nâzım’dan bir aşk şairi çıkartılmaya çalışılmıştır. Gericisinden faşistine, liberalinden patronuna kadar birçok kişi Nâzım’ın şiirlerinden dizeler okumuş, Nâzım’a sahip çıkma yarışına girişilmiştir. Bu çabaların boşa çıkmış olması ise şaşırtıcı değildir çünkü sevdalınız komünisttir.
1980 sonrası dönemde, Neo-liberal politikaların ideolojik hattını oluşturan postmodernizm bireyin toplumsal bağlamından kopartarak bireyin iç çelişkileri sanatta işlenmeye başlanmış ve toplumsal sorunlarla sanatın ilişkisi terk edilmiştir. Oluşan tablo neticesinde, aydın kavramının içi boşaltılmış, örgütlü aydın kuşağından söz edilemez hale gelinmiştir. Dolayısıyla bugün, Nâzım’ı ve Nâzım’ın örgütlü mücadelesini anlamak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nâzım Hikmet, aydınlık günlerin yalnızca örgütlü mücadeleyle geleceğine duyulan güvendir. Eşitliğe, özgürlüğe ve insanca bir yaşama duyulan hasrettir, gideni ve gelmekte olanı anlamaktır Nâzım Hikmet.
Nâzım Hikmet, gericiliğe, emperyalizme, sermaye diktasına başkaldırıdır. Nâzım Hikmet, yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmektir yalanı.
Yazıyı yüreği işçi sınıfı için atan komünist Nâzım’ın dizeleriyle bitirelim.
“Ben yanmasam
Sen yanmasan
Biz yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa”