Tartışmalar geride kalırken saflar belirginleşiyor

Yakın zamana kadar AKP'nin büyük ihalelerinin göz bebeği olan Ethem Sancak'ın irtifa kaybı ve gözden çıkarılması devam ediyor. Sancak'ın sadece aslını rücu etmesinden kaynaklı tasfiyesi söz konusu değil.

Türkiye’de ve Dünya’da siyasi tartışmalar hızla yeni safları belirginleştiriyor. Ülke siyasetini uzunca bir süredir geren ekonomik krizin sosyal belirsizlikleri tetiklediği iyice ayyuka çıkmış durumda. Siyasetin, gerek iktidar, gerekse de muhalefet partileri aracılığıyla bu zemin üzerinden sermaye düzeni lehine yeniden düzenlenmesi gündeme gelmektedir. Ancak siyasetin salt “egemen olanlar canları nasıl istiyorsa” öyle düzenlenemeyeceği ya da “basit matematiksel işlem” olmadığı açık. Sınıfsal çıkarlar ve bu çıkarların mücadelesi esas belirleyen olmayı sürdürüyor.

Siyasetin dinamikleri matematiği ve çıkarları da kapsayacak şekilde işliyorsa, burada en temel noktanın “kimin, hangi çıkarı temsil ettiği” sorusuna verilecek yanıtta gizli olduğu bilinmelidir. Bugün Türkiye’de iktidar partisinin uzun süredir oturtmaya çabaladığı rejim, sermaye sınıfının ihtiyaç duyduğu “hızlı” ve “merkezi” karar alma ihtiyacını karşılıyordu. Ancak bu ihtiyacın kapitalizmin temel özelliklerinden olan kriz gerçekliği altında tuzla buz olması pek de şaşırtıcı değil. Dolayısıyla sermaye sınıfı, başkanlık rejiminin geçmesiyle birlikte “toplumsal uzlaşıyı” sağlayamadığı gibi, ekonomik krizle birlikte de kendi içindeki “uzlaşmayı” kaybetmiştir. Krizin doğası sermaye içi gerilimleri beslemeyi ve buradan doğan bir iktidar kavgasını beslemektedir.

TÜSİAD’ın son günlerde yapmış olduğu bir çıkış, bu anlamda iktidar kavgasının boyutlarını da gözler önüne seriyor. TÜSİAD baş ekonomisti Gizem Öztok Altınsaç’ın geçtiğimiz gün yaptığı açıklamada “baz etkisine güvenmeyin” diyerek AKP’nin ekonomi politikasından rahatsız olduklarını bir kez daha yineledi. Bir süre önce TÜSİAD’ın açıkladığı “demokrasi programı” düşünüldüğünde sermayenin bir kanadında AKP’ye karşı itirazlar açık bir iktidar kavgasına dönüşmekte.

Sözü edilen kavganın yalnızca sermayenin geleneksel kesimleriyle yaşanmadığı da hızla ortaya çıkmaktadır. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte beslediği kesimler arasında da açıktan olmasa da bir bilek güreşi yaşandığı, zaman zaman somut çıkarların çatıştığı artık bilinmektedir. Yakın zamana kadar AKP’nin büyük ihalelerinin göz bebeği olan Ethem Sancak’ın irtifa kaybı ve gözden çıkarılması devam ediyor. Sancak’ın sadece aslını rücu etmesinden kaynaklı tasfiyesi söz konusu değil.

Rusya-Ukrayna savaşında da gözlemlenen “ikili oynama” taktiği, iktidarın emperyalizmden “karşılık bekleme” arayışına dönüşmektedir. Kamuoyu önünde “müzakereci” rolüne bürünen iktidar, diğer yandan kendi çevreleri aracılığıyla, başta Bayraktar ve Albayrak üzerinden, NATO’nu yanında işlevli bir rol üstlenmiştir. Üstelik bu rolün, insansız hava aracı satışı üzerinden askeri olarak, sosyal medya üzerinden NATO propagandasının önü açılarak sağlanmıştır. Burada Sancak ve diğerlerinin işi olamaz. Nitekim bu gerilimin sonucunda AKP’nin yarattığı sermaye çevrelerinde açık tasfiyeler yaşanmıştır.İrtifa kaybedenler şimdilik kenara çekilmeye zorlanmıştır.

Somut çıkarlar arasında süren bu kavganın bir diğer boyutu ise muhalefet ile iktidar arasında yaşanacak gerilimlerdir. Gerilimin bu diğer boyutu, muhalefet ve iktidar arasında pastanın nasıl paylaşılacağı ile alakalıdır. AKP iktidarının fütursuz bir biçimde kendi sermayesine aktardığı kaynaklar, artık “kabul edilemez” bir noktaya gelmiş durumda. Kapitalist sistemin merkezlerinde yaşanan tıkanma, “ucuz para” politikasının da sonunu getirmektedir. Parasal genişleme politikasının farklı sonuçları doğmakta, mali sermayenin merkezleri Dünya’ya enflasyon ihraç etmektedir. Bu ihracın ürünü olarak rekabet kızışırken, The City, Londra borsası, ve Wall Street’in çıkarları kapitalist dünyanın yeni gerilimlerini doğurmaktadır.Bu nedenle ucuz para bulma şansı kalmayan iktidar bir cendere içine girmiş durumda. Böyle bir cendereden tasfiyeler olmaksızın çıkma şansı bulunmamaktadır. Nitekim AKP iktidarı, sermaye düzeni açısından “kullanışlı” gözükmek zorundadır.

Sermaye düzeninde saflar bu şekilde dizilirken, sermaye düzeninin “yancıları” da bu alanda kendine yer kapma çabası içine girmiş durumda. Liberaller umudunu yüzünü AB’ye ve NATO’ya dönme de görüyor. Son dönemlerde pervazsız bir biçimde NATO’cu siyaseti yükselten bu çevreler, Brüksel’in sözcüleri haline gelmiş durumda. Liberallerin yeni dönemin “kullanışlı aptalı” olma rolünden, ortalığı bulandıran “kışkırtıcılar” rolüne soyunması daha olasıdır. Bu uğursuz rolün aynadaki aksi olarak pozisyon belirleyen NATO’cu milliyetçilerin, aynı liberaller gibi ortalığı bulandırma rolü ile harekete geçtikleri gözleniyor. Bu iki “yancı” çevrenin açık bir kışkırtıcı rol üstlenmeleri merkeze konulmasa da “önemsenmesi” gereken gelişmelerdir.

Kürt siyasetini ise bu tablonun dışında sayamayız. Ancak Kürt siyasetinin konumu ayrı bir yazıyı hak etmektedir. Gene de söylemek gerekirse, Kürt siyaseti açısından temel mesele olası bir iktidar değişikliğidir. Olası bir iktidar değişikliğinde “kilit parti” rolü ile düzenin bıraktığı boşlukları doldurma çabası Kürt siyasetindeki temel gelişmelerdir. Bu roldeki temel belirlenme noktası ise Irak ve Suriye’deki gelişmeler olacaktır.

Bu noktada esas mesele, solun sürece nasıl müdahale ederek tabloyu değiştireceğine dönmektedir. Solun, uzunca bir süredir iktidar perspektifini ve düzeni değiştirebilme umudunu kaybettiği bir ortamda, etkili siyasetin “başkalarının kanatları altına girme” stratejisinde görülmesi “müdahalecilik” değil, sola doğrudan müdahalenin eseridir. Böyle bir siyaset, kaybetmeye mahkumdur.

Solun bu süreçte, bağımsız ve alternatif bir odak olarak emekçilerin karşısına çıkması ve kolları sıvaması gerekmektedir. Ancak kolları sıvamak için zamanın giderek daraldığı ve tarafların netleşmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. Solun günümüzde, zayıf siyasal, ideolojik ve teorik bir kavrayış ile emekçilerin karşısına çıkması bir fırsatın kaçırılması olacaktır. Nitekim hem iç siyasetteki, hem de dış siyasetteki gelişmeleri belirli bir bütünlükten uzak kavrayan solun, bugün paralize olduğu herkes tarafından gözlemlenmiştir. Yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmelerin sağladığı olanakların, zayıf bir gelişme eğilimi yaratmış olması solda sözünü ettiğimiz perspektifin belirli kesimler haricinde kaybedilmiş olmasıdır.

Aksi bir pozisyonda ısrar eden ve siyasi süreçlere müdahale etmeye çalışan soldaki kesimler açısından belirli bir zaman kaybedilmiş olsa da, hala ciddi olanaklar bulunmaktadır. Bu anlamda 1 Mayıs, tarafların netleştiği ve emekçilerin gücünün uzun süre sonra ilk kez gösterildiği gün olarak solda düzeni değiştirme çizgisinde olanlar açısından da önemli bir sınav günü olacaktır. Tartışmalar geride kalırken, 1 Mayıs emekçilerin bayrağını, emek, laiklik, bağımsızlık ve sosyalizm diyenlerin safında yükselecektir.