Tekil birey karşıtlığı
Sayısal üstünlüğünü algılayarak yalnız olmadığının farkına varan kitle insanı, tekil birey olamamanın kompleksinden militanlaşarak kurtuluyor.
Enfeksiyon Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’u öldürmeyi planladığı sosyal medya mesajlarıyla ortaya çıkan sahte doktor, gözaltına alındıktan hemen sonra serbest bırakıldı. Ardından ülkedeki hukuk sistemiyle alay eder gibi “Durmak yok yola devam” sloganıyla paylaşımlarını sürdürdü. Bir yandaş gazeteciye attığı imalı tweetini de görünce sırtını kime dayadığını anlamış olduk. Zaten bu olay karşısında başta Sağlık Bakanı olmak üzere diğer tüm iktidar mensuplarının sessiz kalması şüphelinin dokunulmaz olduğunu kanıtlamaya yetiyor. Psikopat mı yoksa hedefindekileri korkutarak eğlenmek için bir oyun mu tezgahladı bilinmez. Bunu bilmenin yolu hukuku layıkıyla işletmekten geçiyor. Ne ki tek adam rejiminin puslu ve kirli atmosferi adaletin tecelli etmesine izin vermiyor. İktidar, muhaliflere yönelik saldırılara yıllardır tepkisiz kalıyor. Üstelik failleri cezasızlık zırhıyla koruyor. Bu tutumun, psikopatik kişilik özelliklerine sahip bir çok insanı cesaretlendirip suça teşvik etme riski var.
Kitle insanı
Sosyal ağlarda yüz yüze iletişimin somut gerçekliğinden kopan insan, sanal ilişkilerinde uyum ve denge arayışı gözetmiyor. Gündelik yaşamda yabancı birinin yüzüne karşı söylenemeyecek sözler binlerce yabancıyla paylaşılabiliyor. Teknolojik açıdan herkesi birbirine eşit uzaklıkta tutan dijital dünya, kitle insanında siperden ateş etme duygusu uyandırıyor. Ekran karşısındaki kitle insanı, yüz yüze iletişime özgü ilişki kurma ve sürdürme adabından uzaklaşıyor. Bu nedenle sosyal medya, çatışma kültürünü besleyen ve yeniden üreten bir niteliğe bürünüyor. Yüz yüze iletişimde hedeflenen olumlu etkileşimin yerini olumsuz tepkileşim alıyor!
Kitle, bireylerden oluşan toplamı değil kendi gerçekliği içinde tekil bireyi yok sayan kalabalıkları tanımlıyor.(1) Kitle insanı dijital medyada benzerleriyle bir araya gelerek öznel gerçekliğini mutlaklaştırıyor. Bu gerçekliğin dışında kalan tekil bireyler arasından kendine nefret objeleri seçerek varlığını anlamlandırıyor. Sayısal üstünlüğünü algılayarak yalnız olmadığının farkına varan kitle insanı, tekil birey olamamanın kompleksinden militanlaşarak kurtuluyor. Michael Oakeshott’a göre sayısal üstünlük her ne kadar kitle insanına güç sağlasa da temelde onu güçlü kılan bireysel davranabilene duyduğu öfkedir. Beceriksizliğini ve yetersizliğini kapatmak için kitle insanının mutlaka bir lidere gereksinimi vardır. Nasıl düşünüp davranacağına liderin kılavuzluğuna başvurarak karar verir. Tekil birey ise kitle insanından farklı olarak liderlere değil yalnızca yöneticilere gereksinim duyar; çünkü karakteri teslimiyeti reddeder.(2)
Dijital dünya sosyopatik ve özellikle psikopatik özellik gösterenler açısından da elverişli bir ortam sunuyor. Genelde ekran karşısında yalnız olan bu kişiler duygularını, düşüncelerini rahatça dışa vurabiliyor. Takipçi sayısı fazla olanlar kendini daha da önemsiyor. Ardından gelen özgüven patlaması da kimilerinde sanal fütursuzluğun gerçek dünyaya taşmasına neden oluyor.
İçimiz dışımız şiddet
Big Tech olarak adlandırılan ABD kökenli büyük teknoloji şirketleri, ifade özgürlüğü savını öne sürerek tehlikeli sosyal medya paylaşımlarına geniş bir hoşgörüyle yaklaşıyor. Gerçi silah lobilerinin egemenliğindeki Amerikan sistemi, bireysel silahlanmayı bile demokratik hak olarak kabul ediyor. İnsana başkalarına zarar verme özgürlüğü tanıyan bir sistemi demokrasi olarak tanımlamak doğrusu büyük bir çarpıtmadır. Geçen Mayıs ayında New York eyaletinin Buffalo kentindeki bir süpermarkette on kişiyi öldüren 18 yaşındaki beyaz erkek, siyahileri hedef alan saldırısını Twitch’den canlı olarak yayınlamıştı. Cinayet sürecini canlı yayınlayan katil kadar bundan seyir zevki alan takipçilerin durumu da patolojiktir. Dijital medya için her tür teşhircilik ve röntgencilik, tüketim ekonomisine özgü arz talep ilişkisinin kültürel boyutunu oluşturuyor. Sosyal ağlardan kaynaklanan şiddetin önlenmesi için büyük teknoloji şirketleri yeterince çaba göstermiyor. Bu bağlamda hukuk sistemindeki boşlukların da yasal düzenlemelerle kapatılması gerekiyor.
Nefret söylemleri gerçek dünyaya göre sanal dünyada daha kolay yayıldığı için etkisi büyük oluyor. Bu nedenle kitle insanı giderek radikalleşiyor. 21.yüzyıl faşizmi ne yazık ki sosyal ağlardan besleniyor. Faşistler, ulus olma özelliğini büyük ölçüde yitirmiş dağınık kalabalıkları tahrik ederek milliyetçilik taslıyor. Ülkenin bekası ise tekil bireylere savaş açarak korunuyor!
Günümüzde şiddet, tüm medya içeriklerinde önemli bir yer tutuyor. Geleneksel medyanın aksine sosyal ağlarda yeterince denetim olmadığı için şiddet videoları viral oluyor. Savaş bölgelerinde bulunan gazetecilerin, yurttaşların çektiği patlama ya da işkence videoları sosyal ağların yanı sıra ana haber bültenlerinde karşımıza çıkıyor. Kadına, çocuğa yönelik dayak ve hatta cinayet görüntülerini milyonlarca insan cep telefonlarından izleyebiliyor. Ayrıca şiddet içerikli dijital oyunlar, filmler, diziler, tartışma programları, reality showlar da eğlence sektörüyle bütünleşti. Bu ortam sağlıklı insanlar açısından büyük bir sorun oluşturmasa da şiddete eğilimli kişilerde saldırganlığı tetikleyebiliyor. Sanal ile gerçek arasındaki sınırın bulanıklaşıp kimi zaman iç içe geçmesi psikopatik özellikler taşıyan kişilerin cinayeti ya da intiharı normalleştirmesine neden oluyor.
Erdoğan Türkiye’sinin kitle insanı kendi ayakları üzerinde durabilen tekil bireyleri hiç sevmiyor. Özellikle bağlı olduğu lidere muhalefet eden bilim insanlarına, sanatçılara ve gazetecilere karşı hınç besliyor. Bu nedenle Esin Davutoğlu Şenol’a yönelik saldırı planını salt aşı karşıtı bir meczubun hezeyanı olarak görmek eksik olur. İktidar neyse kitle insanı da tam olarak odur!
[1] https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/2105/1/262870.pdf
[2] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/511043