TKH Genel Başkanı Aysel Tekerek: Ülkemiz bu tabloyu asla hak etmiyor!
"Gerçek sorunların üstünün örtülerek manipülasyonlar, türban açılımları, helalleşme söylemleri ya da şu an AKP’nin yaptığı gibi huzur ve güven nidaları ile şekillendirmesine izin vermemeliyiz."
Türkiye Komünist Hareketi (TKH) haftalık basın toplantısı TKH Genel Başkanı Aysel Tekerek’in katılımıyla gerçekleşti. Yurt ve dünyadaki önemli politik gelişmeleri değerlendiren Tekerek’in açıklamalarından öne çıkan başlıklar şu şekilde;
“EMPERYALİZMLE KOL KOLA GİRİP ÜLKEMİZİ BATAKLIĞA SÜRÜKLEDİLER”
Geçtiğimiz pazar günü istiklal caddesindeki bombalı terör saldırısında hayatını kaybeden yurttaşlarımızın yakınlarına başsağlığı diliyor, yaralı yurttaşlarımıza da geçmiş olsun dileklerimizi buradan sunuyoruz. Bu terörü lanetliyoruz ve kınıyoruz.
Bugün bu saldırı bir kez daha açığa çıkarmıştır ki, AKP ülkemizi her gün daha büyük bir karanlığa sürüklüyor. Siyasi alanın bombalı saldırılar ile dizayn edilmesi yeni değil. Yine AKP iktidarında ve yakın geçmişte Türkiye’deki en büyük katliamının gerçekleştiği Ankara tren garı katliamı olmak üzere daha birçok noktada yüzleri aşan sayıda yurttaşımız katledilmişti. Şimdi bir yenisini daha yaşadık ve yine karşımızda saldırıyı önleyen değil, saldırganı yakalamakla övünen bir iktidar var. Tıpkı Bartın’daki maden faciasında hayatını kaybeden işçilerin bedenine hızlı ulaşmakla övünmeleri gibi, İstanbul’un orta yerinde yaşanan bu saldırıyı iktidarlarını övme malzemesi olarak kullanmaktan hiç utanmadılar.
Halen istikrar ve huzurun garantisi olarak kendini gösteren AKP, daha önce açıkladığı gibi kendi kaderi ile ülkenin kaderini bir tutmak gibi oldukça tehlikeli bir yolda yürümeye devam etmektedir. Halen istikrar ve huzurun garantisi olarak kendini gösteren AKP, daha önce açıkladığı gibi kendi kaderi ile ülkenin kaderini bir tutmak gibi oldukça tehlikeli bir yolda yürümeye devam etmektedir. Ülkemizi cihatçı çetelerin üssü haline getirdiler, huzur ve güvenden bahsediyorlar. Daha önceki bombalı katliamlara gözlerini kapadılar ama huzur ve güven ortamından bahsediyorlar.
Emperyalizmle kol kola girip ülkemizi bataklığa sürüklediler ama huzur ve güven ortamından bahsetmekten geri durmuyorlar. Memleket, dünya mafya başlarının hem geçiş hem de yaşama alanı haline gelmiş ama huzur ve güven ortamının devamından bahsediyorlar. Eğitim çağındaki çocuklar gece çalışırken makinaya kapılıp ölüyor, ama bu ülkede huzur ve güven var onlara göre. Okula giden çocuklar açlıktan bayılıyor, öğretmenlere kariyer sınavları yapılıyor, işsiz öğretmenler intihara sürükleniyor ama huzur ve güvenden mahrum etmeyeceklerini söylüyorlar utanmadan. Hekimlere kapı gösterilmiş, sağlık sistemi özel hastanelere göre ayarlanmış, halkın sağlığı paraya endesklenmiş ama sorsan ülkede huzur ve güven var. Kadınlar katlediliyor, gençler mutsuz, çocuklar gericiliğin kıskacında ama huzur ve güvenin teminatı AKP.
“HUZUR VE GÜVEN TESİS EDİLMİŞ ÖYLE Mİ?”
İşsizlik oranları rekor kırıyor, ücretli kölelik düzeni derinleşiyor, yoksulluk, açlık, sefalet almış başını gitmiş ama huzur ve güven tesis edilmiş öyle mi?
Evet bazıları için huzur ve güven var. Kimler için var? karlarını kar katan sermayedarlar için var. İktidarın beslemesi ve ortağı gericiler yobazlar için var. Kamu kaynaklarına çöken AKP yandaşları için var. AKP ile bir olan 21 olanlar için var. Ama milyonlarca emekçi için, kadınlar için gençler için tesadüfen yaşama gerçeği var. Bir gün ülkenin herhangi bir yerinde bombalı bir saldırıda ölme riski var. Maden ocağında göz göre göre ölüme yollanma var. Geçinme sorunu var, açlık sorunu var, işsizlik var.
Şu gerçeği bir kez daha buradan ifade etmek istiyoruz. Emperyalizmle gericilikle kol kola girmiş bir iktidarın ülkeyi terör saldırılarında koruma ehliyeti yoktur olamaz da.
Bunun yanında, her terör saldırısından sonra AKP sorumluluğu kendi üstünden atıp, dış güçler bahanesine sarılmaktadır. Ancak 21 yıldır da AKP bu dış güçlerle sarmaş dolaştır.
Ülkemiz bu tabloyu asla hak etmiyor.
Her gün yaşadığımız bir önceki gün yaşananları aşıyor ve bu ağır tablonun ceremesini yine emekçi halkımız çekiyor.
Bugün geniş toplumsal kesimlerde AKP’nin iktidarını korumak için her yolu mübah göreceği inancı bulunmaktadır. Taksim’deki saldırının akla 2015 dönemi gibi bir süreci getirmesi, bombalarla şekillenecek bir döneme geri dönülmesi ihtimali tartışılmaktadır.
Seçim iklimine geçtiğimiz bir dönemin içinde böyle bir katliamın siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılması AKP’nin sadece iyi bildiği bir iş değil, aynı zamanda itiraf da ettiği bir gerçektir. 2015 sürecinde zamanın AKP’li siyasetçisinin bombalamaların oylarını yükselttiğini söylemesi daha dün gibi aklımızda.
Başta Ankara gar katliamı olmak üzere asıl sorumluların ısrarla yargı önüne getirilmediğini biliyoruz.
“EMEKÇİLERİN BAŞINDAKİ BELA BEŞLİ ÇETE DEĞİL, SERMAYE SINIFININ TÜMÜDÜR”
Ülkemizi, planlanmış her süreçten istediklerini aldıkları, seçim matematikleri ile, toplumsal ve siyasi mühendisliklerle sonuca vardıkları, atı alanın Üsküdar’ı geçtiği, gerçek sorunların üstünün örtülerek manipülasyonlar, türban açılımları, helalleşme söylemleri ya da şu an AKP’nin yaptığı gibi huzur ve güven nidaları ile şekillendirmesine izin vermemeliyiz.
Bugün hayatı var eden milyonlar, özellikle iki sağ ittifak tarafından yurttaş yerine değil seçmen yerine konulmakta, nazarlarında oy hakkına sahip olmak dışında bir değerinin olmadığı yapılan siyasi açılımlar ile bir kez daha açığa çıkmaktadır.
AKP en büyük gücü halkın örgütsüzlüğünden, Millet İttifakı ise en büyük gücünü yine halkın örgütsüzlüğünden almaktadır.
Emek mücadelesi veren, laiklik mücadelesi veren, bağımsızlık mücadelesi veren bir halk bu iki ittifakın kabusudur.
Cumhur İttifakı sırtını devlet olanaklarına, Millet İttifakı ise sırtını halkın AKP’den kurtulma duygusuna yaslamış anket yarıştırmakta, uluslararası destek yarıştırmakta, gericilik yarıştırmakta, sermayeye güven verme yarıştırmaktadır.
Bu iki ittifaka sıkıştırılan ülkemizin bir seçeneği daha bulunmaktadır. İki ittifakın da söylediklerine değil söylemediklerine bakarsak bu seçenek daha da anlaşılacaktır.
Bugün ülkemiz dışa bağımlı bir ülkedir. Siyaseten de öyledir. Gerçek bir bağımsızlık tüm sömürü anlaşmalarının iptalinden, üslerin kapanmasından, NATO’dan çıkılmasından, AB planlarının yırtılıp atılmasından geçer. Bugün bunu sadece biz komünistler savunuyoruz. Ya ülkemiz bağımlı bir ülke olmaya devam edecek ya da bağımsızlığını yeniden ilan edecek işte iki farklı seçenek. Biri sağ biri sol bir seçenek. Halkımızı sağ ittifakları reddetmeye ülkenin sol seçeneğini güçlendirmeye çağırıyoruz.
Bugün ülkemiz halkın çıkarlarının değil, patronların çıkarlarının korunduğu bir ülkedir. Emekçilerin başındaki bela beşli çete değil, sermaye sınıfının tümüdür. Gerek Cumhur gerekse de Millet ittifakı temiz sermaye ya da yandaş sermaye adı ne olursa olsun sermayeye muhtaç olduğumuza inandırmaya çalışıyorlar. Hiç de değil. Kamucu bir politika ile, kamucu bir kalkınma planı ile, sermaye sınıfını halkın sırtından atabileceğimizi söylüyoruz. İşte iki farklı seçenek, kamucu bir seçeneği güçlendirmeye çağırıyoruz.
Bugün ülkemiz gericiliğin tarikatların holdingleştiği, devletin farklı organlarını paylaştığı bir hale geldi. Dört yaşındaki çocuklara gözlerini diken gericiler, her gün yayınladıkları fetvalarla iktidarlarının keyfini sürüyorlar. Çünkü ülkemizde laiklik yok. Aydınlanma fikri doğrudan bu iki siyasi ittifak tarafından küçümseniyor ve yok sayılıyor. Bu iki sağ ittifakta tarikat ve cemaatleri toplumun değişmez bir gerçeği olarak kutsuyorlar. İşte iki farklı seçenek burada da ortaya çıkıyor. Ya laikliği tekrar kazanacağız ya da gericilerin düzeni sürüp gidecek. Sizleri laiklik için de sol seçeneği sosyalist seçeneği güçlendirmeye çağırıyoruz.
İstiklal Caddesi’nde sanata, üniversitelerimizde bilime, evlerimizde huzura, meydanlarımızda güvene, fabrikalarımızda sömürülmeden üretime, halklar arasında kardeşliğe, eşitliğe, özgürlüğe, bağımsızlığa ihtiyacımız var.
“YOLDAŞLARIMIZIN MÜCADELELERİNİ SÜRDÜRMENİN ONURUNU YAŞIYORUZ”
Bugün aynı zamanda sosyalist mücadele tarihimizde iki önemli sıra neferinin Mustafa Hayrullahoğlu ve Talip Öztürk’ün katledilişlerinin yıldönümü.
Talip Öztürk, 16 Kasım 1979 tarihinde öğretmenlik yaptığı okulun çıkışında faşistler tarafından katledildi. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kuruluşunda görev alan ve TÖB-DER başkanlığını yapan Öztürk, TKP üyesi olarak otuz iki yaşında aramızdan ayrılırken, mücadele arkadaşlarına ve ilerici öğretmenlere sosyalizm mücadelesi bayrağını bıraktı.
Mustafa Hayrullahoğlu ise, 16 Kasım 1982 tarihinde faşizmin işkencecileri tarafından katledildiğinde otuz dört yaşında bir komünistti. TKP İstanbul il sekreteri ve merkez komitesi üyesi olan Hayrullahoğlu, 12 eylül faşizminin karşısında boyun eğmeyerek komünist hareketin tarihinde onurlu bir şekilde yerini almıştır. Yoldaşlarımızın hem anısı önünde saygıyla eğiliyor hem de mücadelelerini sürdürmenin onurunu yaşıyoruz.