Üç tip yol ve bizim ihtiyacımız

Türkiye her yönüyle bir çelişkiler ülkesi haline gelmiştir. Aynı anda hem faize karşı çıkıp, hem serbest piyasayı kabul edip iktidarda kalabilirsiniz. Yarım ağız "devletleştirmeden" bahsedip, en büyük özelleştirme savunucusu olan eski iktidar yandaşı ile "geniş muhalefet" oyunu da oynayabilirsiniz. Üstüne bir de eskinin kullanışlı mafyaları ile "temiz siyaset" cakası satarsanız, en büyük kahraman bile olabilirsiniz! Ancak bu çelişkiler ülkesinden sıradan emekçiye, işçi sınıfına olumlu hiçbir şey çıkamaz.

Uzun süredir Türkiye’de ve Dünya’da “sıradan insanın” zihnini “Ne olacak bu memleketin/dünyanın hali?” sorusuna verilecek yanıt kaplıyor. Bu soruya verilen cevapların farklı olması, sorunu yaratan koşulların çetrefilli olmasından kaynaklı değil. Soruya verilen yanıtın fazla sayıda olmasının nedeni, toplumda farklı çıkarların daha belirgin olmasından kaynaklı.

Kapitalizmin 21.yüzyıla girerken yarattığı sanal iyimserlik havası yerini büyük bir karamsarlığa bırakmış durumda. Emperyalist sistemin merkezlerini de saran bu karamsarlık, sermaye iktidarlarına topluma bir bütün olarak seslenme imkanlarını zayıflatmaktadır. Dünyayı sarsan salgının da etkisiyle, kapitalist dünyanın kendine aradığı yön bir çıkışsızlığa doğru işaret etmektedir. Bir yandan, kapitalist sistemin doymak bilmez sömürüsü eşitsizlikleri beslerken, diğer yandan tekelci eğilimlerin önü açılıyor.

Bu durumun özetini en güzel sermaye sınıfı kendisi itiraf etmektedir. Oxfam’ın Dünya Ekonomi Forumuna yönelik hazırladığı, “Eşitsizlik Öldürür” başlıklı yıllık raporda, Dünya’nın en zengin 10 kişisi, salgının başından beri servetlerini iki katından fazla arttırdı.[1] Bu öylesine bir artış ki; bu kişiler her gün 1 milyon dolar harcasa, servetleri 414 yıl kendilerine yetiyor. En zengin 10 kişi, tüm Dünyada 3,1 milyar insanın kazancına eşdeğer bir servete sahip! Raporun detayları daha da ilginç. Raporun derlediği verilere göre her 26 saatte bir yeni bir dolar milyarderi ortaya çıkarken, 1995’ten bu yana en zengin yüzde 1’lik kesim, en yoksul yüzde 50’lik kesime göre dünyadaki zenginlikten 20 kat daha fazla pay aldı.

Nitekim Oxfam’ın yayınladığı rapor alanında tek değil. Dünyanı en büyük finans kuruluşlarından biri olan Credit Suisse’nin hazırladığı yıllık raporda ise çarpıcı bir başka gerçeklik yatıyor. 2000’li yıllardan bu yana yüzde 1’lik kesimin serveti sürekli artıyor ve bu yıl ilk kez en düşük seviyesi 1 milyon doları aşmış durumda. Dahası serveti biriktirme eğiliminde de finansal zenginlik tamamen baskın hale gelmiş durumda. Zenginlerin servetlerinin büyük kaynağı finansal spekülasyon ve işlemler aracılığıyla sağlanıyor. [2]

“Eşitsizlik” gerçeği kapitalizmin en yalın halinin yeniden üretildiği bir zemin olarak kendini var ediyor. Eşitsizlik kapitalist üretim tarzının sadece bir sonucu değil, aynı zamanda varlık zemini. Nitekim bu zeminin sosyal patlamalara sebebiyet vererek, sermaye sınıfının kendi üzerinde yükseldiği zemini sarsması ise egemen sınıfın katlanmak zorunda kaldığı bir zorunluluk. Bu raporda ifade edilenler aslında bir gerçeğin hem itirafı, hem de kapitalist sisteme dönük “nasıl yola devam edilir” sorusuna verilen yanıtları da içeriyor.

Davos zirvesinde “en zenginler” adına konuşan Disney’in varisinin “zenginleri vergilendirin” demesi tam da böyle bulunan bir yanıt. Vergiler aracılığıyla sermayenin yeniden düzenlenmesi ve bazı uç veren noktaların “üstünün örtülmesi” yol haritalarından biri haline gelmiş durumda. Ancak eşitsizlik, kapitalizmin hüküm sürdüğü dünyada “akıl dışı” bir noktaya gelmiştir ve bunun çeşitli “sosyal politikalarla”, “reklam kampanyasına benzeyen” önermelerle üstünün örtülmesine yetmemektedir. Kapitalizmin bugünkü dünyada yeniden düzenlemeye eşlik edece bir paylaşım sorunu bulunuyor ve her türlü politika burada kendi sınırlarına dayanıyor. “Yeniden başlatılan” kapitalizmin sınırları burada tükenmektedir.

Nitekim, bu sınırlar Türkiye açısından da tükenmiştir. AKP iktidarının temsil ettiği anlayışın ekonomik ve sosyal anlamda Türkiye’yi getirdiği yer, söz ettiğimiz akıl dışılığın en uç örneklerini barındırmaktadır. Bugün Türkiye’de, iktidardan beslenmeyen herkes büyük bir yağma sisteminin kurulduğu noktasında hem fikir. Ancak yazının başında söylediğimiz gibi, bu konuda dahi farklı çıkarlar ve yollar bulunmaktadır. Burada özetle iki ana yoldan ve bir de tali yoldan bahsedilebilir.

İlk yol iktidar kanadının çizdiği rotanın yolu. Türkiye’nin içine sokulduğu eşitsizlik çemberi ve faiz-enflasyon-kur artışı sarmalı iktidar açısından kendi sermaye çevresi dışında bir grubun temsil edilmemesi ile sonuçlanmaktadır. AKP iktidarı, kendi yetiştirdiği sermayenin ve onu iktidara getirenlerin dar çıkarlarından ibaret bir partiye dönüşmüştür. Ancak 20 yıllık pratiği bu partiyi iktidarda tutmaktadır.

İkinci yol ise düzen muhalefetinin çizmeye çalıştığı rotaya ait ama bu rotanın ilk yoldan farklı bir doğrultusu bulunmuyor. Muhalefet açısından bugün Türkiye’de yapılabilecek tek şey, AKP iktidarının mantıki sonuçlarının üzerine gitmeden, daralan sermaye sınıfı desteğinin genişletilmesidir. “Aşırılıkların törpülenmesi” olarak ifade edilebilecek bu politikanın, emekçilerin beklentilerini karşılama şansı bulunmuyor.

Dolayısıyla, Türkiye her yönüyle bir çelişkiler ülkesi haline gelmiştir. Aynı anda hem faize karşı çıkıp, hem serbest piyasayı kabul edip iktidarda kalabilirsiniz. Yarım ağız “devletleştirmeden” bahsedip, en büyük özelleştirme savunucusu olan eski iktidar yandaşı ile “geniş muhalefet” oyunu da oynayabilirsiniz. Üstüne bir de eskinin kullanışlı mafyaları ile “temiz siyaset” cakası satarsanız, en büyük kahraman bile olabilirsiniz! Ancak bu çelişkiler ülkesinden sıradan emekçiye, işçi sınıfına olumlu hiçbir şey çıkamaz.

Bu iki ana yolun dışında, bir de bir tali yol bulunmaktadır. Bu tali yolun siyaseten programı bulunmamakla birlikte, özünde düzen muhalefeti cephesinin bırakmış olduğu boşlukları doldurmayı amaçlıyor. Halbuki bugün iki ana yolun bıraktığı boşlukların doldurulmaya değil, emekçiler lehine daha fazla genişletilmeye ihtiyacı var. Bu haliyle tali yol olarak işlev görenlerin, “kilit rol” üstlenme uğraşları da boşa düşecektir.

Demek ki ortaya yeni bir yol çıkmak zorundadır. Bu yolun doğrultusu, bugünkü toplumsal düzenin yolundan tamamen farklı bir yöndedir. Söz ettiğimiz yolun doğrultusunda yukarıdaki akıl dışılığa ve çelişkilere yer yoktur. Üstelik bu yolun doğrultusu, solda “alternatif” olarak çıkanların yolundan da farklıdır; çünkü bugün emekçilerin “tali yollar” ile işi bulunmamaktadır.

Açılması gereken yolun en başına emekçilerin çıkarlarının yüksek perdeden ve eğilip bükülmeden söylenmesi gerekiyor. Emekçilerin çıkarı emek, bağımsızlık, laiklik ve özgürlük mücadelesinden geçmektedir. İşçi sınıfı açısından vazgeçilmez olan bu hattın, eğilip bükülmesi değil, toplumun karşısına “net bir biçimde” çıkarılmasından geçmektedir. Bu noktada, solun üzerine önemli görevler düşmektedir. Bu yolu açmak için bugün kollarını sıvayanlar, tarihsel olan bu misyonunu yerine getirecek olgunlukta ve berraklıkta olması gerekmektedir. Bu olgunluğu gösteremeyen, sadece bugünü düşünen ise yarın “devre dışı” kalmak zorundadır. Bu zorlu yolda, bugün yürüyenlerin yolları açık olsun!

Kaynaklar

[1] Oxfam. (2022), “Inequality Kills” (Eşitsizlik Öldürür), https://oxfamilibrary.openrepository.com/bitstream/handle/10546/621341/bp-inequality-kills-170122-en.pdf

[2] Creddit Suisse. (2022), “Global Wealth Report” (Küresel Zenginlik Raporu), https://www.credit-suisse.com/about-us/en/reports-research/global-wealth-report.html
Not: Bu yazı Sosyalist Cumhuriyet gazetesinin 225. sayısındaki “Esas gereken yeni bir yoldur” yazısının genişletilmiş ve gözden geçirilmiş versiyonudur.