Üniversite sıralama sistemleri
Her ülkede, ama özellikle geri olanlarda, kamuoyu kendi ülkelerinin üniversitelerinin kaçıncı sırada olduğuyla ilgilenebilmektedir. Gerçek anlamıyla ticari amaca hizmet eden bu sıralamalar, öğrencilerin üniversite seçimlerini etkilemeye ve endüstrinin üniversiteye yatırımlarını çekmeye yöneliktir ve başka da bir amacı yoktur.
Bir süredir üniversite yönetimlerinin en çok ilgilendiği işlerin başında dünya üniversiteleri sıralamasında kaçıncı olduğuna bakmak ve şu ya da bu şekilde ilk 500 içerisinde yer alırlarsa bunu basınla paylaşmak geliyor. Sık sık bir üniversitenin “Eğitim bilimleri alanında dünyanın 372’inci üniversitesiyiz” veya “…mühendisliği alanında en iyi 241’incisiyiz” tarzında açıklamalarına rastlıyorum ve doğrusu anlamakta zorlanıyorum. 200 veya 400’üncü olsa çok mu şey değişirdi? Kişisel tepkim böyle olsa da üzerinde durmakta yarar olduğunu düşünüyorum.
Her ülkede, ama özellikle geri olanlarda, kamuoyu kendi ülkelerinin üniversitelerinin kaçıncı sırada olduğuyla ilgilenebilmektedir. Gerçek anlamıyla ticari amaca hizmet eden bu sıralamalar, öğrencilerin üniversite seçimlerini etkilemeye ve endüstrinin üniversiteye yatırımlarını çekmeye yöneliktir ve başka da bir amacı yoktur.
İşin başlangıcı, her konuyu sıralayıp, yarıştırma geleneği olan ABD’dedir. İlk kez 1983 yılında US News & World Report, ‘Best Colleges’ sıralamasıyla ABD yüksek öğrenim kurumlarını sıralamıştı. Aslında raporda bunun öğrenci seçimlerinde yol göstermek için yapıldığı belirtilmişti. Bundan yirmi yıl sonra Jiao Tong Üniversitesi, Çin’deki üniversiteleri dünyadaki diğerleriyle kıyaslayarak bir çalışma gerçekleştirdi. Amaçları, Çin yüksek öğretim sisteminin zayıf ve güçlü yanlarını ortaya koymaktı. Ancak ne olduysa bundan sonra oldu, birçok üniversite kendi sırasını tartışmaya başladı. Önce kullanılan ölçütler ve bu ölçütlerin ağırlıkları sorgulandı ve yeni sıralama sistemleri geliştirildi. Hatta bununla da kalınmadı sıralama sistemlerini değerlendirmek ve deyim yerindeyse ‘sıralamak’ için ‘Berlin Prensipleri’ oluşturuldu. Bugün, 100’ün üzerinde sıralama sistemi olup, 20 kadarı uluslararası düzeyde kabul görmektedir. Türkiye’den de ODTÜ kökenli URAP sıralama sistemi bulunmaktadır.
Dediğim gibi, konu doğrudan üniversitelerin piyasalaşmasıyla ilgilidir. Çünkü artık üniversitelerin dünya ölçeğinde ‘ana endüstriler’ kataloğunda yer alması gerektiği söylenmektedir (1). Öyle ki, ABD Eğitim Bakanlığının 2006 tarihli Spelling Komisyonu ulusal raporunda yükseköğretimi, demiryolları ve çelik üretimi gibi diğer endüstrilerle karşılaştırarak “iş dünyası tabiriyle olgun işletme denilebilecek bir şeye dönüşmüştür” denilebilmektedir (2). Bu durum yükseköğretim kurumları arasında rekabeti artırmış ve temel girdileri olan öğrenci gelirleri ve fonları kendilerine çekebilmek için kıyasıya bir savaş içine girmişlerdir. İşte sıralama sistemleri sadece bu amaç için kullanılmaktadır.
Aslına bakılırsa sıralama sistemlerinde kullanılan ölçütler özneldir. Örneğin, farklı sıralama sistemlerinde neden farklı ölçütler kullanıldığının ve bu ölçütlerin birbiriyle oranının nesnel bir açıklaması yoktur. Kimi ölçütlerdeki öğrenci değerlendirmelerinin neye göre yapıldığı belirsiz olup, değerlendirmelerin de ne derece gerçeği yansıttığı kuşkuludur. Veya yabancı öğrenci sayısının, oranının ya da web sitesindeki bilimsel metin miktarının ne önemi olabilir ki? Ayrıca sıkça kullanılan değini sayısının kaliteyle bağlantısı olmadığını daha önce yazmıştım (3). Bu tip öznel veya ilgisiz ölçütlerin bulunması hem yapay müdahaleleri olası kılmakta, hem de Thompson Reuters gibi değini sayımı tekeli firmaların veya bir kısım uluslararası dergi yayın şirketlerinin de piyasa değerini artırmaktadır.
Ancak işin bir de başka bir boyutu var; sıralama sistemleri tümüyle bir kenara atılamayacak veriler de sunmaktadırlar. Sistemler, ölçütler, ölçütlerin oranları değiştikçe, listelerin son sıralarındaki (400- 500 arası) üniversitelerde değişiklikler olmakla birlikte, ilk 10,100 hatta 200 üniversite hemen hemen tüm listelerde sabit kalmaktadır. Yakından bakıldığında ilk sıralardaki üniversitelerin kalitesinden kuşku duymak olanaklı değildir (4).
Tüm bunların ışığında üniversiteleri sıralayarak kaliteyi kantiteyle ölçmeye çalışmayı anlamsız bulmakla birlikte, Jiao Tong Üniversitesi’nin 2003 yılında yaptığı gibi her üniversite kullanılan ölçütler bazında kendi durumunu değerlendirmelidir. Mao Zedung’un ‘Kötü şeyler iyi şeylere çevrilebilir mi?’ makalesindeki gibi, anlamsızlıkları anlamlı biçimde kullanmak gerek; hazır veriler el altındayken.
(1) Pelikan J. (2019). Üniversite fikri, çev.: Cem Orhan. İstanbul: Küre Yay
(2) Gumport PJ (2019). Yükseköğretim araştırmalarında stratejik düşünme, içinde, Bastedo MN (ed), Yükseköğretimin örgütlenmesi, çev.: Emrah Saraçoğlu, İstanbul: Küre Yay.
(3) https://haber.sol.org.tr/bilim/bilim-kulturu/h-gostergesi-anlamsizligi-183903
(4)ABD’den Harvard, Stanford, MIT, CalTech, Princeton, Chicago, İngiltere’den Oxford ve Cambridge Üniversiteleri genellikle yer almaktadır. Bu iki ülke dışında, Kanada’dan Toronto, Japonya’dan Tokyo Üniversitesi de bazı sıralamalarda ilk 10 içinde yer bulabilmektedir.