30 Aralık 1994: Opera Pastanesi bombalandı
30 Aralık 1994'te Taksim'de The Marmara Otel'in girişindeki Opera Pastanesi bombalandı. Saldırıda rehber Yasemin Cebenoyan hayatını kaybetti. Aynı saldırıda yaralanan şair ve yazar Onat Kutlar 11 Ocak 1995'te hayatını kaybetti.
29 yıl önce 30 Aralık 1994’de Taksim’de The Marmara Oteli’nin girişindeki Opera Pastanesinde oturan insanları hedef alan bombalı bir eylemde arkeolog, rehber Yasemin Cebenoyan hayatını kaybetti Aynı saldırıda ağır yaralanan üç kişiden biri olan şair ve yazar Onat Kutlar 11 Ocak 1995’te yaşam mücadelesini kaybederek aramızdan ayrıldı.
Yılbaşından arifesinde yaşanan bu katliamı İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA-C) adlı dinci örgüte ait yayın organı Taraf dergisi “Marmara Oteli Adlı ‘Pislik Yuvası’ Vuruldu. Kökten batıcı işgalci laik azınlığın ‘Noel’i zehir oldu. Müslümanların gözlerinin içine bakarak laik (dinsiz) işgalciler, bir Noellerini daha kutladılar. Ama bu seferki Noelleri öyle pek ahım şahım olmadı. İBDA Cephelilerin yurdun çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdikleri eylemlerle bu hak ve halk düşmanı azgın güruhun Noelleri burunlarından geldi” diye yazarak sahiplendi.
Ancak bombalamayı bu gerici örgütün değil PKK’nin yaptığı ortaya çıktı. Polis, Sultanahmet’e patlayarak yine ölümlere yol açan bir bombalı aracı yerleştirenleri bulduğunu, o kişilerin PKK üyesi olduklarını ve Opera Pastanesine bombayı onların koyduğunu açıkladı. PKK militanı olduğu iddia edilen Deniz Demir bombayı koyduğunu itiraf etmişti. Sonrasında itirafçı olarak pişmanlık yasasından yararlanarak 9 yıl yatarak tahliye oldu.
AYDINLIK BİR SES: ONAT KUTLAR
Yazar, şair, öykücü, sinemacıdır Onat Kutlar Yusuf ile Kenan, Hazal ve Hakkâri’de bir Mevsim gibi senaryoların, Türk öykücülüğünde bir dönüm noktası olarak tanımlanan İshak adlı öykü kitabının yazarıdır. Yanı sıra değil tam da bunlarla Türkiye’de aydın duruşunun gülümseyen yüzüdür. Üretkenliğini halkına borç olarak sürdürmüştür yaşamını. Omurgasını yitirenlerin, savrulup düzenin çanağını yalayanların, aydıncıkların karşısında yalın ve dik duruşu da gösterir çalışmaları. 1994 yılında yazdığı bir yazıyı ekleyerek saygıyla anıyoruz.
Yeter ki kararmasın…
1 Temmuz ’84 Bu bir mektup değil. Daha doğrusu sana yazılmış değil. Senin adına başkasına yazdım. Bir tür son söz. İki yıllık bir defteri kapamak için.
Gevezelikleri bir yana bırakır ve şu soruya bir cevap arar Niçin ben susmak zorundayım? Açın gözlerinizi, burunlarınızı dikin ve kulak kesilin: Çürümeyi duyuyor musunuz? Siz başka türlü görseniz de şu yaşlı toprağımızda her günün tufanından artakalan sayısız şeyin kokuştuğunu çürüdüğünü biz biliyoruz. Nereye gitseniz yalan ve ikiyüzlülükle dokunmuş halıların üstünden geçiyorsunuz. Ama bu koku, dayanılmaz bir koku gelmiyor mu burnunuza? Kırbacın rüzgârı, uykunun sisleri ya da altın varaklar kapatabilir, dağıtabilir mi bu pisliği? Çocukların sessizce geleceğin denizlerine kürek çektiklerine bakmayın. Ayakları geçmişin ağır zincirleriyle yeniden bağlanıyor. Bilginler, gittikçe küçülen kurtlar gibi kendi kitaplarının ciltleri arasına gömülüyor. Kendi kuyruğunu yiyen bir masal hayvanı gibi ağır ağır ölüyor yaşam. Ortalıkta dolaşanlar yalnızca çerçiler ve tacirler. Çürümeye yüz tutmuş bir meyveyi evden eve dolaştırıyorlar. (…)
Biz ekin adamlarıyız. Hiçbir zaman ne ekip biçtiklerini anlamadığınız, anlamak istemediğiniz çiftçiler. Öldüğümüz de karnımızdan kırk tane “gelecek yıl” çıkar ama gene de ayağımız yeryüzünde, topraktadır. Tanrıyla hesaplaşırız, ama yitirmeyiz yeryüzüne, insana olan inancımızı. Bu yüzden geçer gider tanrılar ama biz kalırız. Hakir ve aciz kullarıyız halkın, padişah değil geda’yız. Ama gerçeği görür ve söyleriz. Sözün kılıcı kendi boynumuzu kesse de. Kördüğümü bir “can” sözüyle hallederiz. (…)
Bırakalım bir yana gevezeliği. Biz kim olduğumuzu biliyoruz. Geleceğin çiftçileri. Ama siz kimsiniz? Alışverişi bizden iyi bilirsiniz. Öyleyse şu soruya bir yanıt bulalım: Bu alışverişin faturasını niçin ben susarak ödemek zorundayım?