Barbara: Değişim üzerine bir film
Barbara’nın büründüğü gizemlilik filmin bütününe sinmiştir. Yönetmen dönem hakkında politik değerlenme yapmaktan kaçınırken, rejimin bireyler üzerindeki etkisinin farklı olabileceğine dikkat çekerek, ipuçları verip bu açıdan da yorumu izleyiciden bekler.
Tülin Tankut
28 Mayıs 2023 günü ikinci turda sona eren milletvekili genel seçimi ve cumhurbaşkanı seçiminin peşi sıra siyasilerin ayyuka çıkan ‘değişim’ söylemlerindeki kakofoniden bir an olsun kaçmak isteyenlere sinema sanatına sığınıp soluklanmak iyi gelecek kanımca. Christian Petzold ‘un Barbara adlı filmi (2012, Almanya) (1) bu anlamda izlenmeye değer.
1980 yılında geçen hikâyenin baş kişisi Doktor Barbara, Doğu Berlin’de mesleğinin zirvesindeyken, yurtdışına çıkma başvurusunda bulunduğu için taşradaki küçük bir kliniğe sürgüne gönderilir. Gözetim altında tutulduğundan klinikteki mesai arkadaşlarına muhbir olabilecekleri kuşkusuyla mesafeli davranmaktadır. (Arabada Doktor Andre’ye çatar: “Evime giden yolu sormadınız? Biliyorsunuz tabii, hakkımda her şeyi önceden söylemişlerdir zaten.”) Birlikte çalıştığı çocuk doktoru Andre onun ketum, kontrollü, soğuk, kibirli halinden rahatsızlık duyar, ama onu tanıdıkça ilk izlenimleri değişir. Barbara mesleki sorumluluğu, yeteneği, zekâsı, disiplinli oluşu ve çalışkanlığıyla hayranlık uyandırır genç doktorda. Ayrıca güzel, çekici, sade, gizemli haliyle etkileyici bir kadındır. Batı’ya kaçmayı planladığı için yeni çevresinde dikkat çekmemeye çalışır; ama sivil polis sürekli peşinde olduğu halde planını gerçekleştirecek olan Batılı sevgilisiyle gizlice ormanda buluşmayı göze alır.
Polislerin kliniğe yaka paça getirdiği on altı yaşındaki Stella’ya koyduğu tanı, sağaltım ve kızla kurduğu duygusal bağ, Anrde’nin ona duyduğu saygıyı artırır. Ergenlik dönemindeki kızı ilk gördüğünde Andre, “Bu dördüncü kaçışı, hasta numarası yapıyor” diye Barbara’yı uyarmıştır. Birlikte kliniğin laboratuarına gittiklerinde bu kez Barbara, Andre’nin kişisel çabalarıyla yaptığı çalışmaları takdir eder. Halk çocuğu Andre içtendir, dürüsttür; klinikteki eski deneyimlerinden söz ederken mesleki hatalarını itiraf etmekten de çekinmez. Barbara, “Siz niçin taşradasınız? “Diye sorar. Andre, “Burayı seviyorum “der. Barbara, belli ki gözetim altında duymaktan bıktığı yöneticilerin sözlerini hatırlayarak kinayeli bir tonla yanıt verir: “Eğitiminiz işçilerin ve çiftçilerin sayesinde mümkün oldu. Şimdi onlara borcunuzu ödemeniz göreviniz”. Andre hiç istifini bozmaz: “Yanlış sayılmaz”. Sonra duvardaki tabloya bakarak,” Bir kez olsun Lahey’e gitmek istedim, çünkü Rembrandt’ın bu tablosu orada sergileniyordu.” Barbara’nın alaylı, “yurtdışına çıkma başvurusunda bulunun “sözleri üzerine, “Tabloda bir şey dikkatinizi çekti mi?” diye sorar. (2) Tablo sahnesinde yönetmen, ikilinin diyaloglarıyla deyim yerindeyse izleyiciyi sarsmayı amaçlamış olmalı. Andre: “Yatan adamın adı Aris Kindt. Birkaç saat önce hırsızlık suçundan asılmış. Anatomi dersini Dr. Tulp vermektedir. “Barbara: “Önce karnını açmaları gerekirdi. Andre: “Onun yerine kesime sol elden başlanmış.” Barbara:” Ama burada hata var; bu,sağ el, doğru el değil. “Andre: “Rembrandt’ın (1606- 1669, Hollandalı ressam) hata yaptığını sanmıyorum. Anatomi Atlası’nı görüyor musunuz? Doktorların hepsi oraya odaklanmışlar. Tablodaki el, atlastaki gibi çizilmiş. Rembrandt tabloya bizim göremeyeceğimiz bir şey eklemiş: Elin atlastaki çizimi. Bu “hata” nedeniyle artık tabloya doktorların gözüyle bakmıyoruz. Yatan adamı, Aris Kindt’i görüyoruz. Onun tarafındayız artık, doktorların değil. O, kurban.” Barbara onu dikkatli dinlemiştir.
Derken Andre, iş için Barbara’nın evine uğradığında piyanoyu görür, “Çalıyor musunuz”, diye sorar. Barbara akortsuz olduğunu söyleyince eve akortçu yollar. Barbara Andre’ye teşekkür edeceğine yardımlardan hoşlanmadığını belli eder. Sivil polis hep peşindedir. O gece Barbara sevgilisiyle buluşacaktır, kapıda polis arabasındaki adamı başından savmak için piyano çalmaya başlar. Sevgilisi onu otelin penceresinden içeri alır. “Burada seninle yaşayabilirim, mutlu da olurum, der.” Barbara kararından caymaz. Bunun üzerine kaçış planının ayrıntılarını konuşurlar. Adam Batı’da ikisine yetecek kadar para kazandığını, Barbara’nın çalışmasına gerek kalmayacağını söyler. Her zamanki ateşli sevişmeden sonra alt kattaki iş toplantısına gider. Akabinde yandaki odadan aynı toplantıya katılan adamın gencecik sevgilisi, elinde içki kadehi, yatak kıyafetiyle, girer odaya. Belli ki otelde başka işler dönmektedir. Kız, kendisini Batı’ya kaçıracağı için sevgilisinin evlenme teklifini kabul edeceğini söyler ve yan odadan kocaman bir mücevher katalogu getirir. Değerli taşlarla süslü yüzükleri gösterir Barbara’ya, “hangisini alayım?” diye sorar. Tek lüksü yabancı sigara içmek olan Barbara’nın o tarakta bezi olmadığından ilgilenmez, kıza ayıp olmasın kabilinden rastgele bir tane seçer.
Barbara dönüşte trende düşüncelidir. Dışarıyı seyrederken kırlık bir yerde, kızlı erkekli, bisikletli gençlerin rejim aleyhtarlarının görüşlerini çürütecek biçimde, neşeyle trendekilere el sallamaları dikkatini çeker. On altı yaşındaki Stella ise iyileştikten sonra polis zoruyla ıslah evine geri dönmüştür. Üstelik hamiledir. İşten kaytardığı için cezasını ağır işlerde çalışarak ödemek zorunda kaldığından aklı fikri ıslah evinden kaçmaktır. Nitekim Barbara’yla yolları bir kez daha kesişecektir.
Mario adlı bir gencin muayenesi sırasında Andre, riskli de olsa ameliyat gerektiğini savunur. Barbara’ya “bir de siz bakın” der. “Çocuğun duyguları yok olmuş; hemen ameliyatı düşünmeyelim, der Barbara ve Andre’nin karşısında ilk kez içten bir itirafta bulunur: “Beni de muayene etseniz duygularımın yok olduğu ortaya çıkacaktır.” Yine de içi rahat etmez. Mario’yla yakından ilgilenir. Onu konuşturmaya çalışır, kız arkadaşını dinleyerek hakkında bilgi toplar ve gözlemlerine dayanarak sonunda ameliyata aklı yatar. Görüşmek için her yerde Andre’yi arar. Andre’nin hasta muayene ettiği evin alt katında peşinden hiç ayrılmayan sivil polisi görür. Dönüşte arabada adamı kastederek, pisliklere yardım ettiği için Andre’ye çatar. “Hasta olduklarında onlara bakarım” diye yanıt verir Andre.
Barbara da onaylayınca Mario’nun ameliyatı için dışarıdan bir uzman çağırmaya karar verilir. Bu arada Andre, Barbara’yı öğle yemeğine evine davet eder. Bahçe içindeki müstakil evi Barbara beğenmiştir. İçeride kitaplık, piyano, salona açık şirin bir mutfak…Halk çocuğu Andre insani duygularla, doğa sevgisiyle, sanatla, edebiyatla şiirselleştirdiği bu evde mutlu, huzurlu bir yaşam sürdürmektedir. Evi gezerken Barbara’nın gözü kitaplıktaki “Kasaba Doktoru” adlı kitaba takılır. Andre, konusu ikisi arasındaki ilişkiyi çağrıştıran kitabı özetledikten sonra ona hediye eder. “Burada olduğun için mutluyum” der. Tam mutfakta sebzeleri doğrarken o anda hiç beklemediği bir şey olur; Barbara ona sarılır ve tutkuyla öper. Ama arkasını getirmez, “şu anda yapamam” diyerek ayrılır.
Eve döndüğünde, “Kasaba Doktoru”nu okumaya başladığı sırada Stella çalar kapısını, perişan bir halde. Belli ki başından kötü şeyler geçmiştir. Ondan başka sığınacak kimsesi yoktur. “Beni bırakma” diye yalvaran kıza ayakta duracak hale gelmesi için birkaç iğne yapar, biraz toparlanınca kızı bisikletinin arkasına alıp deniz kıyısına gider. Ortalık zifiri karanlıktır. Sevgilisi ona kaçması için bot gönderecektir. Deniz dağlara çıkarken iki kişilik bot güçlükle kıyıya varır. Sevgilisinden aldığı ve saklayıp biriktirdiği, su almayacak biçimde paketlediği paraları, yazdığı bir notla birlikte kızı bottaki adama teslim eder. Kime niyet, kime kısmet! Uçsuz bucaksız denizde dev dalgaları aşmaya çabalayan minnacık bot, bireysel tutkularının tuzağında yalpalayarak yaşama tutunmaya çabalayan çocuk yaştaki kızın geleceğinin de çalkantılı olacağını ima eder gibidir. Batı sanki güllük gülistanlık mıdır? (3) Sabaha karşı kliniğe döner Barbara.
Gece Andre açısından da hareketli geçmiştir. Mario’nun ameliyatından sonra Barbara’nın evine gider; kapı aralık, ışıklar açık, evin içi darmadağınık… İçeride sivil polisi görünce, düş kırıklığıyla , “Tutukladın mı onu? Diye sorar. Komşunun ihbarı üzerine eve gelmiştir sivil polis; “Geri dönmeyecek, sen de evine dön.” Der. Ameliyattan sonra Mario’nun başında bekleyen Andre, sabah karşısında Barbara’yı görünce üzüntüsü yerini sevince bırakır. Barbara ise her zamanki gizemli halini takınmıştır, renk vermez.
Yönetmen, Barbara’nın iç dünyasının dışa vurumunu izleyiciyle paylaşmaz; müzik, mekan, doğa manzaraları v.b. sinemasal unsurları kullanarak ve öne çıkardığı diyalog, davranış ve tepkilerle yorumu izleyiciye bırakır. Barbara’nın büründüğü gizemlilik filmin bütününe sinmiştir. Yönetmen dönem hakkında politik değerlenme yapmaktan kaçınırken, rejimin bireyler üzerindeki etkisinin farklı olabileceğine dikkat çekerek, ipuçları verip bu açıdan da yorumu izleyiciden bekler. Örneğin klinikteki çalışanlar yaşamlarını sorunsuz bir biçimde sürdürmektedirler. Barbara’nın tren penceresinden seyrettiği neşeli gençlik grubu hâkeza. Öte yandan genç kitleleri ilgilendiren bir sorun olarak, işten kaytarıp bireysel tutkularının tuzağında yalpalayarak yaşama tutunmaya çabalayan çocuk yaştaki Stella’nın kaçma takıntısının sorumlusu için ne diyeceğiz? Aile? Eğitim sistemi? Önceliği rejimi korumak olan yönetim? Ya da tümü. Gerçek hayli karmaşık. Dolayısıyla izleyici için sorumluluk alıp filmi yorumlamak güç; ancak filmin çerçevesini aşmadan, hata yapmak pahasına izleyicinin yorum hakkını kullanmayı deneyebiliriz.
Yukarıdaki sorudan başlayalım: Birey, var olan durumdan hoşnut olmayabilir, ancak toplumdan bağımsız bir özgürleşme, kapitalist sistemden çıkma bir illüzyondur. Birey, toplumun çıkarlarını, kendi çıkarlarının önüne koymazsa bu, toplumun sonu olur, demektir. Dış dünyanın gerçekliğini yok sayıp bildiğini okumaksa Barbara’yla Stella’nın ortak özelliğidir. Barbara, koşullar zorladığında rejimi, kendi yaşamı üzerinden eleştirir, önyargılarıyla hesaplaşmaz. Stella ise kaçarak bireysel sorumluluklarından kurtulmak ister. Aslında duyarlıdır; hasta yatağında doğa sevgisini dillendiren şarkıyı mırıldanırken Barbara’yı etkiler. Barbara’ın onun geleceği konusunda sorumluluk üstlenmesinde bunun da rolü olmalı. Kaldı ki, Stella ergendir, ileride durulup olgunlaşması olasıdır. Hem her şeyi göze alarak kaçmayı takıntı haline getiren o yaştaki bir kızı kim engelleyebilirdi?
Barbara’ya gelince; Yaşamını, taşradaki bir klinikte, yeni bir aydınlanma yaşamasına vesile olan Andre’yle birlikte sürdürme kararı almakla, kendisi için en doğru seçimi yapmıştır, diye düşünebiliriz. Andre’yi tanıdıktan sonra, koşulların elverişsizliğinin yoğunlaştırdığı tensel tutkuyla bağlı olduğu sevgilisinin sığlığını fark etmiştir. Kazancıyla övünmesi (altında gıcır gıcır lüks Mersedesi), oteldeki yozluğu ve kadın bedeninin metalaştırılmasıyla baş edemeyen rejimi eleştirmemesi- ki ‘duvar’ın yıkılışının’ sinyalini vermektedir- kendisine ev kadınlığını yakıştırması v.b nedenlerin gösterdiği gibi aslında vazgeçtiği, sevgilisinde somutunu bulan Batı’nın tipik değerleridir.
Peki, Barbara’nın yeni konumu neye delalet eder? Değişime mi, dönüşüme mi? Var olanı iyileştirmek, geliştirmek, değişim ; yeni hali oluşturmak, yaratmak , dönüşüm olarak tanımlandığında, sorunun yanıtı ilki olmuyor mu? Bu Andre için de geçerli değil mi?
Sağlam senaryosu, özenle seçilmiş mekanları, müziği, usta oyunculuğu, izleyici üzerinde bıraktığı düşünsel ve sanatsal etkisiyle dikkat çeken bir film Barbara. Tarihsel gerçekliğe sadık kalışı, politik iletisini ayan beyan ortaya koymayışı, verdiği ipuçlarıyla bunu izleyiciye bırakması değerini daha da artırıyor.
DİPNOT:
1) Film, Berlin Fil Festivali’nde (2012) En İyi Yönetmen Ödülü’nü almış. 31.İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşmuş.
2) Rembrandt’ın ‘Doktor Tulp’un Anatomi Dersi’ adlı tablosu hakkında Türkçeye de çevrilmiş olan inceleme yazısı okumaya değer.
3) Barbara ve Stella’ya reva görülen insanlık dışı muamelenin Batı’da bin beteri yapılmaktadır. ( Barbara’nın çıplak aramaya , Stella’nın polis şiddetine mâruz kalmaları) Filmin geçtiği yılda yabancı işçilerin çalışma koşullarını gözler önüne sermek için kılık değiştirerek kendisini çevreye Türk olarak tanıtıp gözlemlerini “En Alttakiler” adlı kitabında (1985) toplayan Gunter Wellraff, yabancı işçilerin sesi olmuştu. Türkçeye de çevrilen ve hâlâ okunan kitapta aynı zamanda da kapitalizmin ve ırkçılığın eleştirilerine de yer verilmiş. Stella’nın yaptığı gibi, kişi Alman kökenli de olsa Batı’da işi kaytarmak yok!