“İktidarın yarattığı eşitsizlikler, ülkede birbirinden kopuk üç farklı kesimin oluşmasına neden oldu… Her şeye sahip ayrıcalıklı azınlığa karşı giderek yoksullaşan orta sınıf ve elindekileri kaybetmiş geniş kitleler. Derin yoksulluktaki artış, açlığın yeniden kapıyı çaldığını gösteriyor. Yetersiz ve güvensiz beslenme nüfusun yüzde 30’ unu tehdit ediyor. Sağlık, eğitim ve bilim alanı tasfiye edilirken doğal çevre talan edilmiş durumda… Kamu güvenliği için hiçbir kaynak bırakmamışlar.”
Bu sözler, geçenlerde göreve başlayan Brezilya’nın yeni devlet başkanı Lula da Silva’ya ait. Lula, yaklaşık 215 milyon Brezilyalı’ya birlik ve beraberlik çağrısı yaparken Bolsonaro yanlılarından çatışmalı ve fanatik bir geçmişin dikiz aynasına değil ülkenin ışıltılı ortak geleceğine bakmalarını istedi.
Senato’da çoğunluğu oluşturan düzen partileriyle anlaşan sosyalist lider Lula, bütçe kullanımında kendine esneklik sağladı. Buna dayanarak 21 milyon yoksulun her ay 600 Real (110 Avro) tutarındaki aile ödeneğinden yararlanması için kararname çıkarıldı. Ayrıca asgari ücreti artırma, akaryakıt vergisi muafiyet süresini uzatma gibi bir dizi ekonomik karar yürürlüğe sokuldu [1].
Kritik seçimlerin ikinci turunda yüzde 50.9 oy alan Lula, daha önce iki dönem devlet başkanlığı yapmıştı. Tartışmalı bir davada kara para aklama ve yolsuzluk suçlamalarından hüküm giyip 580 gün hapis yatan Lula’yı mahkum eden yargıç Sergio Moro, bir süre sonra Jair Bolsonaro hükümetinde Adalet ve Kamu Güvenliği Bakanı olmuştu!
Aşırı sağcı Bolsonaro, arkasında büyük bir enkaz bırakarak soluğu ABD’de, yani ait olduğu yerde aldı. Tüm baskıcı liderlerin ortak stratejisi aile, vatan ve Tanrı gibi kutsalları istismar ederek iktidarını mutlaklaştırmak. Benzer şekilde davranan Bolsonaro da kullandığı nefret diliyle, söylediği yalanlarla Brezilya halkını kutuplaştırdı. Siyasi tercihleriyle ülkede eşitsizliği, yoksulluğu ve cehaleti derinleştirdi.
İklim krizini yadsıyan, Amazon Ormanları’nı maden şirketlerine talan ettiren, aşılar konusunda komplo teorileri yayarak Brezilya’yı Covid-19′ un en sert vurduğu ülkelerden biri haline getiren Bolsonaro ırkçı, cinsiyetçi ve homofobik görüşleri nedeniyle hep tepki çekti. Geçtiğimiz yıllarda senatörlerin hazırladığı bir raporda, Bolsonaro’ nun insanlığa karşı işlediği suçlar başlığı altında pandemiye karşı önlem almadığını da içeren çok sayıda iddia yer alıyor.
Örneğin AIDS virüsünün Covid-19 aşısı yaptıranlarda beklenenden çok daha hızlı geliştiğini öne sürdüğü skandal bir video paylaşan Bolsonaro, bu bilgiyi sözüm ona İngiltere Sağlık Bakanlığı’nın raporlarına dayandırdı. Konuya ilişkin açıklama yapan İngiliz hükümeti ve sağlık örgütleri Bolsonaro’yu derhal yalanladı. Brezilya Bulaşıcı Hastalıklar Derneği de Covid-19’ a karşı uygulanan aşılarla AIDS gelişimi arasında herhangi bir ilişkiye rastlanmadığını belirtti. Yayınlanan video, Instagram ve Facebook platformlarından hızla kaldırıldı. Ayrıca Bolsonaro’ nun video kanalının faaliyetleri YouTube tarafından bir süreliğine durduruldu[2].
Anımsanacağı gibi ABD Başkanlık Seçimleri’nde Donald Trump, Capitol Hill’deki şiddet eylemlerini kışkırtmaya dönük mesajlar atınca sosyal medya hesabı askıya alınmıştı. Seçim yenilgisinden sonra Bolsonaro’cular, protesto gösterileri yapıp orduyu kışkırtmayı denediler. Bundan sonuç alamayınca Trump’çıların izinden giderek Kongre, Yüksek Mahkeme gibi devlet binalarına saldırdılar.
Otoriter liderler, demokratik anlayışa uzak oldukları için sandık yenilgisini kabul edip iktidarı barışçıl yolla devredemiyor. Sonuçta Bolsonaro’nın yazgısı da müttefiki Trump’a benzedi. Şimdilik her ikisi de tek dönem başkanlıkla yetinmek zorunda.
Neoliberalizmin gayrimeşru çocukları
124 milyondan fazla yurttaşın oy kullandığı Brezilya’da, seçilen başkanla devrik başkan arasındaki oy farkı sadece yüzde 1.66 [3]. Toplumun elma gibi ikiye bölündüğünü gösteren bu tablo, seçimler üzerindeki şaibeleri de artırıyor. İşte bu yüzden otoriter liderleri devirmek yetmiyor, asıl onları iktidar yapan sosyoekonomik nedenleri ortadan kaldırmak gerekiyor.
Tarihsel koşullar çok farklı olsa da çağımızın otoriter liderleri, Marx ve Engels’in 19. yüzyıl Fransa’sını tanımlamak için kullandığı Bonapartizm kavramını akla getiriyor. Asker, sivil bürokrasi ve küçük burjuva aydınlarının işbirliğiyle kurulan Bonapartist rejimler, burjuva sınıfının yeterince güçlü olmadığı durumlarda siyasi erki elinde tutuyor. Yani Bonapartizm, burjuva sınıfını temsil etse de yönetimi burjuvalara teslim etmiyor.
Neoliberal sistemin gayrimeşru çocukları olarak doğan 21. yüzyılın otoriter figürleri, burjuva geleneğini temsil eden siyasal partilerin başarısızlığına bir yanıt olarak görülmelidir. Sistemik arızalar yüzünden lümpenleşmiş kitlelerden oy alıp iktidarı ele geçiren otoriter liderler, türedi sermaye grupları üzerinden oluşturdukları bir rant düzenini temsil ediyorlar.
2000’li yılların başında AKP’ye iktidarın yolunu açan da geleneksel burjuva partilerinin seçmen nezdinde itibar yitirmesiydi. Laik düzenin kurumsal şirketlerine mesafeli duran AKP, daha çok Anadolu Kaplanları denen muhazafakar işadamları ve yandaş kıldığı şirketlerle yakınlık kurmuştu.
Geniş cephe
Türkiye ile Brezilya’nın siyasi iklimi ve aktörleri arasında şaşırtıcı benzerlikler var. Her iki ülke de sağlık, eğitim, hukuk, kamu güvenliği, bilim, çevre gibi temel alanlarda krizler yaşıyor. Erdoğan iktidarı yirmi yıl sonunda halkı derin yoksulluğun ve açlığın pençesine düşürdü. Onlar da, biz de enflasyonla boğuşuyoruz ama bizim durumumuz çok daha kötü… En son açıklanan verilere göre yıllık enflasyon oranı Brezilya’da yüzde 5.9 iken Türkiye’de yüzde 64.27 [4]. (Hem de TÜİK’in makyajıyla)
Lula da Silva, seçimlerin sağ ile sol arasında değil demokrasiyle otoriterlik arasında geçeceği görüşüne dayanarak geniş bir cephe oluşturdu. Federal Cumhuriyet’i savunanlar birlikte hareket ettiği için seçimler kazanıldı.
Bizde ise Altılı Masa bir ay içinde adayını açıklamayı hedefliyor. Eğer Kemal Kılıçdaroğlu aday olursa kendini masadaki dostlarıyla sınırlama yanılgısına düşmemelidir. Sağa eğilmiş başını biraz sola çevirirse cepheyi genişletip seçimi ilk turda kazanabilir. Kapsayıcı bir yaklaşım Bay Kemal’i, Türkiye’nin Lula’sı yapabilir. Ne ki kapitalist demokrasiyi kurtarmak için sağcılarla işbirliği yapan Lula gibi solcu liderlerin bile ekonomik güçlükler karşısında zamanla ortakları tarafından kuşatılma riski var.
[1] https://www.lemonde.fr/international/article/2023/01/02/lula-phenix-de-la-politique-bresilienne-investi-president-de-reconciliation_6156300_3210.html
[2] https://www.lexpress.fr/actualite/monde/bresil-bolsonaro-bientot-interdit-de-reseaux-sociaux_2161205.html
[3] https://tr.euronews.com/2022/10/03/brezilyada-secim-sonuclari-lula-da-silva-birinci-oldu-secimler-ikinci-tura-kaldi
[4] https://tr.tradingeconomics.com/country-list/inflation-rate
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…