Bilim haberciliğinin işlevi
Bilim toplum ilişkisi konusunda en iyi örnek eski sosyalist ülkeler olsa gerek. Sovyetler Birliği'nde teknik kitapların bile çok satıldığını biliyoruz. İnsanların kitabın çıkacağı gün oluşturduğu uzun kuyruk görüntülerini yaşı uygun olan herkes anımsayacaktır.
Yaklaşık üç ay önce Nobel fizik, kimya, tıp ve fizyoloji ödülleri verildi. Şimdi ‘kaç kişi ödüllerin hangi çalışmalara gittiğini ve bu çalışmaların nasıl bir önemi olduğunu biliyordur’ diye sorsam, sizce yanıt ne olur? Bu sorunun eşdeğerinin ‘futbolda son dünya kupasını kim kazandı’ olduğunu söyleyip ‘kuantum dolanıklığı; klik kimyası ve antik DNA’ dersem kime ne ifade eder? Bunlar son Nobel konuları ve evreninin oluşumu ile insanın evrimi araştırmalarına çok önemli veriler sunuyor. Kimya ödülünün açtığı yol ise uçsuz bucaksız.
Elbette isteyen herkes çeşitli kaynaklardan bu bilgilere ulaşabilir. Popüler bilim dergileri ve pek çok internet sitesinde Nobellerle ilgili yeterli bilginin olduğunu biliyorum ama bu her konu için geçerlidir, merak eden elbette öğrenir. Haberciliğin işlevi ise okurun özel bir çaba harcamadan önemli ve doğru bilgiye ulaşmasını sağlamaktır. Dahası, öneminin ayırdında olmadığı konulara da yöneltmek, bilgilendirmektir.
İşte bu noktada bilim haberciliği önemli bir hale gelmektedir. Kapitalizm, bilim haberciliğini iki şekilde kullanır. Bunlardan ilki bilimsel gelişmeleri halka aktararak yeni gereksinimler yaratmak, daha doğru bir ifadeyle pazarı genişletmektir. Bu tür bilim yazarlığı aslında teknoloji yazarlığı biçimindedir ve ürünü tanıtır. Örneğin, arabaların motorundaki bir yeniliği aktararak reklam yapılır ve sonuçta beklenen, satışların artmasıdır. İkincisi ise bilimin gücünü anlatıp bir tür korku yaratmaktır. Bu korku önce bilimden, sonra da onu elinde tutan egemenlerden olur. (1) Diğer önemli bir nokta da bilinemezliğin, insanın çevresindeki gelişmelerin nedenlerini anlamamasının, onu kolay yönetilir ve hurafelere inanır hale getirmesidir. Toplumsal dincileşmenin altında da tam olarak böyle bir gerçek yatar. Deprem, sel gibi olayların gerçek nedenini anlayamayanlar, fıtrat gibi açıklamalara inanır hale gelir.
Bilim haberciliğinde kullanılan dilin de çok önemli olduğunu söylemeliyim; anlaşılabilir ancak biraz da okuyucuyu bilim diline yaklaştırır tarzda olmalıdır. Bu konuya dikkat edilmemesi de okurun bilim haberlerinden uzaklaşmasıyla sonuçlanır.
Bilim toplum ilişkisi konusunda en iyi örnek eski sosyalist ülkeler olsa gerek. Sovyetler Birliği’nde teknik kitapların bile çok satıldığını biliyoruz. İnsanların kitabın çıkacağı gün oluşturduğu uzun kuyruk görüntülerini yaşı uygun olan herkes anımsayacaktır. Öyle ki, bilim kitaplarının SSCB’deki satış miktarı tüm Avrupa’nın daha üzerinde oluyordu. Burada bir parantez açıp, sosyalist ülkelerde kitap okumanın bilimle sınırlı olmadığını söylemeliyim; edebiyat ürünleri de çok ilgi görüyordu. Örneğin, Andrey Voznesenski’nin yeni kitapları için okuma seansları stadyumlarda yapılıyor, on binler katılıyordu. Orta öğrenimini Bulgaristan’da gören bir arkadaşım ‘insanların para kazanma sorunu olmadığı için, herkes spora, sanata, okumaya yöneliyordu’ diye anlatırdı o günleri.
Neyse, konuyu dağıtmadan şunu tekrarlayayım, madem kapitalizm bilimi zor, ancak seçilmiş kişilerin yapabileceği ve anlayabileceği özel bir uğraş olarak göstererek geniş kitleleri bilimden habersiz yaşatıyor ve böylece her türden akıldışılığa açık hale getiriyor, o zaman bilimi halka ulaştırmak, herkesin anlayacağı hale getirmek kapitalizme karşı bir mücadeledir, sınıf mücadelesinin bir parçasıdır. Kapitalizmin bilim haberlerini tüketimi artırmak için kullanmasına karşı duruş da özünde yine sınıf mücadelesidir.
Günümüzde yazılı haberciliğin etki alanının daralması bu sorumluluğu haber sitelerinin omuzlarına yüklemektedir.
(1)https://gazetemanifesto.com/2019/prof-dr-izge-gunal-yazdi-bilimi-yazmak-239997/
Meraklısına: Bildiğim kadarıyla, Türkçede bu konuda iki kitap, “Halka Doğru Bilim (Türkiye’de Bilim Gazeteciliği), Orhan Koloğlu Türk Bilim Tarihi Derneği Yay. 1997” ve “Bilim Nasıl Satılır? Dorothy Nelkin, Çev.: Murat Çiftkaya, Şule Yay., 1994” vardır. Her ikisi de sahaflarda bulunuyor.