Bir “Demokratik Cumhuriyet” yazısı: Modası geçmiş ve gerçek dışı yaklaşımlar

Şimdi herkes şapkayı önüne koyarak düşünmelidir. Sizce Millet İttifakı’nı ortaya çıkaran, bugün ANAP’lı müteahhitlerin borusunun öttüğü bir CHP’nin Türkiye projesi mi daha gerçekçi yoksa komünistlerinki mi?

Yerel seçimler öncesinde düzen siyasetinde sular iyice ısındı. CHP Kongresi’nde ortaya çıkan sonuç ve hemen sonrasında Yargıtay’ın Anayasa Mahkemesi’ne karşı attığı adım bu ısınmanın yakın dönemdeki belirtileri olarak sayılabilir.

Bugünü değerlendirirken, 2023 seçimleri ile birlikte ortaya çıkan tablonun birkaç noktasını hatırlatmakta fayda bulunuyor. Birincisi, İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz yeni rejim yerleşmek yönünde adımlarını sıklaştırmak zorundadır. İkincisi, yeni rejimin yerleşirken restore edilmesi ihtiyacı ortadan kalkmamıştır. Bunun sistemin tüm öznelerinin yeni konfigürasyonu ile hayata geçirilmesi ise güçlü bir olasılık olarak ortada durmaktadır. Küçük ve pratik örnek, ekonominin Mehmet Şimşek ve ekibine teslim edilmesi olarak gösterilebilir. Bu adımın atılmasının temel nedeninin emekçilerin ekonomik krizin sonuçlarından etkilenme düzeyinin azaltılması dahi olmadığı açıktır. Amaç sermayenin çıkarlarının topyekûn korunması ve ilerletilmesidir.

Dolayısıyla başlıkta bahsettiğimiz konunun birinci elden muhatabı olan Cumhur İttifakı’nın ülkenin ya da Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Çünkü kalkış noktaları sermayenin çıkarları olanların sermaye diktatörlüğünün temsiliyetini ve emperyalizmin acenteliğini yapmak dışında bir yaklaşımı olmayacaktır. Zaten, şu anda da kendi vesayet rejimlerini kurmakla meşgul oldukları açık bir şekilde görülüyor. “Vesayete karşı mücadele ediyoruz” diyerek farklı siyasi güçleri de peşine takan siyasal İslâmcılar Türkiye toplumunu vesayet altına alan onlarca olayın altına imzalarını atıyorlar.

Düzen muhalefetine gelirsek, konumuzla ilgili olguyu yani demokratik cumhuriyet ya da Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesi söylemini yukarıda bahsettiğimiz restorasyon yöneliminin farklı boyutları olarak ele almak gerekmektedir.

Bu açıdan CHP’nin merkezinde durduğu hat ile HEDEP’in merkezinde durduğu hat demodelikle yani modası geçmişlik ile gerçek dışılık arasında salınan bir “demokratik cumhuriyet” söylemi geliştiriyor ve bunun pratiğini uygulamaya çalışıyorlar. Bu iki hattın arka planında duran ana odağın ise sağ ve sol liberaller olduğunu da not etmek gerekiyor.

CHP hattında beklenin aksine demodelik değil gerçek dışılık ağır basıyor. Geniş bir yelpazede düşünürsek “Kemalist devrim”in korunmasından başlayarak tek adam yönetiminin restore edilmesine dayalı siyasal hatta artık ikincisi ağır basmaktadır. Güncel olarak liberal ideoloji ile bezenmiş bir dönüşüm modeli bugün “Demokratik Cumhuriyet” söylemi üzerinden CHP’de temsil olunmaktadır.

Ancak sağa kaymış olan, Cumhuriyet’in 100. yılında kendi iç sorunları ile boğuşmaktan kafasını kaldıramayan, “sosyal demokrat” anlamda dahi olsa büyük bir atılım çağrısı yapmak yerine “Yaşasın Cumhuriyet, olmaz olsun eksik demokrasi” demenin ötesine gidemeyen, ortanın sağına yerleşerek sol gösterip sağ vurmanın arifesinde olan bu CHP’nin bu söyleminin oldukça gerçek dışı olduğunu ifade etmek önem taşıyor. Sermaye düzeniyle, emperyalizmle, NATO’yla, dinci gericilik ile hesaplaşmadan Cumhuriyet demokratik hale kategorik olarak gelemiyor/gelemez.

HEDEP hattında ise gerçeklikten ziyade demodeliğin yani ağır bastığını ifade etmek doğru olacaktır. Sosyalizmin çözülüşü sonrasında yükselen kimlik siyaseti doğal olarak Kürt siyasi hareketini de içine çekmiş ve bunun kendisi demokrasi mücadelesinin olmazsa olmazı olmuştur. Uzun bir tarih anlatısına ihtiyaç bulunmamakla birlikte bugün Kürt sorununu demokratikleşmenin temel paradigması haline getirmenin artık demode yani modasının geçmiş olduğunu vurgulamak gerekmektedir. 1923 Cumhuriyeti ile hesaplaşma üzerinden kurgulanan siyasal hat bugüne gelene kadar en fazla İslâmcılar’ın işine geldi. Bu düzlemin ideolojik arka planı liberaller tarafından döşenmişti, Kürt siyasi hareketi ise sürece genelde objektif özelde ise sübjektif kimi katkılar sunmuştur.

Bugünse HEDEP 3. yoldan, yani “yine yeni yeniden” demokratik cumhuriyetten bahsediyor. Ancak bunun kendisi bile şu anda doğu ve güneydoğudaki belediyelere kayyım atanması ihtimali ile Batı’daki ittifakların arasındaki düzleme sıkışmış durumdadır. Dolayısıyla, dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz, sermaye ve emperyalizme tam boy karşıtlık ilişkisi içerisinde olmayan, dinci gericiliğe prim veren bir anlayışın demokratik cumhuriyete ulaşma şansı bulunmuyor. Hele ki, 90’lı yılların post Marksist ve devamındaki ekolojist, anarşist modası geçmiş tezler bugün hâlâ siyasal alanda Türkiye’nin dönüşümü için sunuluyorsa bunların pek de ciddiye alınacak yanı bulunmuyor.

Şimdi herkes şapkayı önüne koyarak düşünmelidir. Sizce Millet İttifakı’nı ortaya çıkaran, bugün ANAP’lı müteahhitlerin borusunun öttüğü bir CHP’nin Türkiye projesi mi daha gerçekçi yoksa komünistlerinki mi? Liberallerin Türkiye için söylediklerinin muhatabı olan kesimler ve siyasal çevreler, bir kere daha düşünsün. 30 yıl önce kapitalizmin ortaya attığı “yeni görünümlü” fikirler mi güncel yoksa bugün hâlâ bu düzenin en büyük alternatifi olarak sosyalizm mi?

O yüzden açık bir şekilde ve kararlılıkla söylüyoruz: Gerçek bir demokratik cumhuriyetin yolu da devrimden ve sosyalizmden geçiyor!