Bireyin trajik yalnızlığı
İktidar, vergi toplama yetkisini sonuna kadar kullanıyor ama halkın can ve mal güvenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenmiyor.
Ülkemizde deprem ve sel sonrası yaşananlar, insanların ne denli yalnız ve çaresiz bırakıldığını gözler önüne serdi.
1980’li yıllarda ivme kazanan kapitalist küreselleşme sürecinde, bireyin yurttaş kimliği giderek aşındırıldı. Tıpkı özel sektör gibi kamu da yurttaşı tüketici olarak konumlandırdı. Sosyal devletin kapsayıcı doğası terk edildikçe sağlık, eğitim, barınma gibi temel alanlara ilişkin güvenceler tırpanlandı. Tüketiciyi kral diye pohpohlayan piyasacı anlayış, bireyci kültürü yüceltti. Hedonist yanı kışkırtılan birey, büyülü metalar dünyasında bir tür özgürlük yanılsamasına kapıldı. Halka yaşatılan yalancı bahar sonunda kara kışa döndü. Tüketim ekonomisi duvara toslayınca tüketicinin krallığı da son buldu. Bugün bir çok insan kahvaltılık ürün alırken bile market rafının önünde derin düşüncelere dalıyor. İktidar da benzer bir mağduriyet yaşıyor ki İçişleri Bakanı Soylu, “Kahvaltı veremediğimiz yerler var. Çay, şeker istiyoruz” diye depremzedeler için destek çağrısı yaptı (!)
Neoliberal düzende bireyin hakları azalırken ödevleri çoğaldı. Sermaye sınıfı ise her alanda kendini yasal güvence altına alıyor. Örneğin bankalar, tüketici kraldan çok korktukları için olsa gerek hepimize bol sayfalı sözleşmeler imzalatıyor. Ayrıca yeni Türkiye’de bireylerden hemen her konuda bilinçli olması bekleniyor. Depreme dayanıklı evi ya da güvenli gıdayı seçmek bireyin inisiyatifine bırakılıyor. Kısaca can ve mal güvenliğinden artık bireyin kendisi sorumlu. 2018 yılında çıkarılan imar affı yasasında, “yapının depreme dayanıklılığı hususu, malikine (sahibine) mahsustur” ifadesi yer alıyor. Dolayısıyla iktidar, vergi toplama yetkisini keyfince kullansa da halkın can ve mal güvenliğini sağlama sorumluluğunu üstlenmiyor. Enkazdan yakınını çıkarmak, deprem çadırı kurmak, sele kapılan hemşerisini kurtarmak gibi ödevler artık bireyin sorumluluğunda. Hatta maden kazasında topluca ölen işçiler bile kendi ölümlerinden sorumlu tutuluyor… İktidarın sorumluluğu ise sadece helallik istemekle sınırlı!
İsyanın adresi yeryüzüdür
Neoliberal düzenin yalnızlaştırdığı birey, önce yazgısını değiştirme mücadelesinden koparıldı sonra da yaşadığı olumsuzlukları makulleştirmeye ikna edildi. Böylece kitle insanına dönüştürülen birey, meditasyon yaparak, fal baktırarak ya da ibadet ederek ruh dünyasını düzenlemeye programlandırıldı.
AKP iktidarı, başa gelen felaketleri, kader, talih, şükür gibi kavramlara bağlayan kitleler istiyor. Geçtiğimiz günlerde yüksek perdeden konuşan bir depremzedenin, “isyan etme günahtır” diye kendisini susturmaya çalışan yetkiliye verdiği yanıt çok anlamlıydı: “Ben Allaha değil, size isyan ediyorum”… Bu tokat gibi yanıt, iktidara kutsalın arkasına sığınarak sorumluluktan kaçamayacağını hatırlatıyor.
İnanç sistemleri ve dinler, doğal afetlere karşı insanın can güvenliğini koruyamaz. Özellikle kapitalizmin neden olduğu iklim krizine bağlı olası afetlerden sağ çıkmak için günümüzde bilimin rehberliğine çok daha fazla ihtiyaç var. Dolayısıyla 21.yüzyılda depremi Allah’ın gazabı olarak görüp enkazın üstünde mağduru tövbe ettiren yobazlığı ivedilikle yenmek zorundayız. Ülkeyi orta çağ karanlığına boğan tüm gerici yapıların yaşam düşmanı olduğu açıktır. Cennet güzellemesi yaparak ölümü yüceltenler için insan canının hiçbir değeri yoktur. İnsanlık tarihini gericilere boyun eğenlerin değil başkaldıranların yazdığını unutmayalım.
Marjinal kötülük
Üretmeden tüketmeye alıştırılmış kitleler için bilim, teknolojik oyuncaklardan ibaret sanılıyor. Bu yüzden müteahhitten mühendise, siyasetçiden yurttaşa değin çoğu insan neme lazımcı bir tavırla hareket ediyor. “Bir şey olmaz” önyargısının arkasında bilim tanımaz cehaletin özgüveni var.
Şeyhe, medyuma ya da falcıya inandığı kadar bilim insanına inanmayan aymazlar tarafından yönetildiğimizi, 6 Şubat depremlerinin acı deneyimiyle öğrendik. Bilime kulak verip ülkeyi 21 yılda depreme hazırlaması gereken iktidar, neden olduğu büyük felaketle yüzleşmek yerine hâlâ cesetlere basarak üste çıkmaya çalışıyor!
Çağdaş dünyanın değerleriyle çatışan tüm gerici partileri ve tarikatları bünyesinde toplayan Cumhur İttifakı’nın baskı, sefalet ve ölüm dışında halka verebileceği hiçbir inandırıcı seçim vaadi kalmadı. Anayasaya aykırı hedefleri olmasına karşın böylesi marjinal bir ittifakın seçimlere katılabilmesi, demokrasinin kötüye kullanıldığının en somut göstergesidir. Demokrasi düşmanlarıyla yarışa girmek, savaşa girmek gibi görülmelidir. Halk, verdiği oya ancak bu bilinçle sahip çıkarsa yazgısını değiştirip iradesini egemen kılabilir.