Biz başkayız: Düzen partilerine kefil olmayız!

AKP’nin sınıfsal karakteri konusunda tartışma yok. Peki Millet İttifakı’nı nereye koyacağız? Sınıfsal bir analiz yapmamızın önünde engel bulunmakta mıdır? Karşı-devrim sürecinin 21 yıllık adı olan AKP iktidarının sonuna gelinmesi, tek adam rejiminin bitirilmesi, CHP başta olmak üzere Millet İttifakı’nı sınıfsal bir tanımdan azade kılar mı?

Ülkenin önemli bir kavşakta olduğu muhakkak. 21 yıllık AKP iktidarının, Cumhuriyet tarihinin bütünü açısından değerlendirildiğinde, bir karşı-devrim süreci olduğunu ayrıca belirtmek gerek. Liberaller tarafından geliştirilen ve AKP eliyle kurulan “İkinci Cumhuriyet”, adlı adınca bir istibdat rejimine dönüşürken, bu rejim doğrudan sermaye sınıfının çıkarlarını temsil ederek “sermaye devletinde merkezileşme” anlamına gelmiş, aynı zamanda emperyalizmin de taşeronluğunu üstlenmiştir. 21 yıllık süreç, Cumhuriyet ile hesaplaşmayı başa yazarken, kapitalizmden, sermayenin tercihlerinden ya da emperyalist sistemden bağımsız bir süreç olarak da asla değerlendirilemez.

Tersinden, sermayenin ve emperyalizmin çıkarları AKP’yi iktidara taşımıştır. 21 yıllık sürecin sonunda ise maliyet ülke ve toplum için büyüktür. Şimdi bu enkazın nasıl kaldırılacağı düzen partilerinin ve aynı zamanda emperyalist merkezlerin konusudur.

Dün, AKP eliyle ülkenin daha “demokratik” bir yönelime gireceğini düşünen ve yazanların tarihsel yanılgısı bugün herkes için nettir. Dün yetmez ama evet diyenlerin bugün AKP karşıtı saflarda olmaları bir şeydir, ancak daha ötesi değildir. Ülkenin tarihsel, toplumsal ve siyasal dinamiklerini okuyamayanların bugün sola akıl vermelerini de bu vesileyle bir kalemde silip atmamız gerekiyor. Olmayan akıllarına solun ihtiyacının olmadığı net olarak belirtilmelidir. Öte yandan dün bu okumayı yapamayıp AKP rejimine yol verenlerin bugün başka isim ve sıfatlarla yeniden sahnede boy göstermesi soldaki liberal dejavu olarak not edilmelidir.

AKP ve MHP’nin temsil ettiği düzen blokunun niteliği açık. Emperyalizm tarafından kullanıldılar ve hala kullanılmaya devam ediyorlar. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri ile AKP arasında kurulan ekonomik iş birliğinin bir tarafının “İbrahim Anlaşmaları”nın güçlendirilmesine zemin oluşturduğuna değinip geçmek gerek. NATO’nun genişlemesi konusu bir başka örnek. AKP, dün İsrail’in çıkarları için Suriye’de yanan ateşe benzin döktü; emperyalizm planladı ve AKP oynadı. Gelinen noktada emperyalizm karlı çıkarken, bedelini Türkiye ödemiştir. AKP-MHP bloku, gerici ve faşist bir blok olarak emperyalizmin taşeronluğunu üstlendiği gibi doğrudan sermayenin çıplak diktatörlüğü anlamına da gelmiştir. Sıcak paraya bağımlı, dış borca dayalı ve inşaat odaklı ekonomi de yolun sonuna gelmiş, rant ve yağmanın ekonomi politikalarının merkezine oturduğu bir sistem bugün duvara çarpmıştır. AKP, Türkiye’de sermaye sınıfının bir kanadının hem siyasi hem de doğrudan dolayımsız temsilini ifade etmektedir.

Kapitalizmde devletin “görece özerk” pozisyonu, AKP ile makas değiştirmiş, AKP doğrudan burjuvazinin partisi olduğunu çıplak olarak göstermiştir. Bugün düzen siyasetinde tartışılan konunun özü ise tam da burada yatmaktadır. Cumhurbaşkanlığının tarafsızlığı meselesi ya da güçlendirilmiş parlamenter sistem özünde sermaye düzenini rayına oturtma siyasetidir. Bu açıdan düzen siyasetinin restorasyon programı “sermayenin çıplak diktatörlüğünün” üzerinin örtülerek sermaye devletinin “görece özerk” pozisyona yeniden yerleştirilmesi niyeti olarak da görülebilir. Güçlendirilmiş parlamenter rejim, parti devleti vs. tartışmalar tam da budur. Elbette ki politik ve ideolojik düzlemde demokratik bir söylem buna eşlik edecektir. Ancak sistemin kapitalizm olduğunu asla unutmayacağız. AKP’nin MÜSİAD-müteahhit sermayesini temsil ettiği gibi TÜSİAD-geleneksel sermayenin de temsiliyetinin doğrudan Millet İttifakı tarafından üstlenildiğini bileceğiz, rejim ile sistem arasındaki açıyı göreceğiz. Kapitalist devletin “idare biçimi”, sermayenin birikim modeliyle ve sınıf mücadelesinin “derecesiyle” belirlenir. Faşizmden liberalizme kadar bir spektrum her zaman karşımıza çıkacak; bu siyasi tayfın kırmızı-turuncu-sarı tarafına ve yeşil-mavi-mor tarafına mutlaklık atfetmeyecek, bu tayfın bir bütün olarak sermayenin siyasal hattı olduğunu bileceğiz.

AKP’nin sınıfsal karakteri konusunda tartışma yok. Peki Millet İttifakı’nı nereye koyacağız? Sınıfsal bir analiz yapmamızın önünde engel bulunmakta mıdır? Karşı-devrim sürecinin 21 yıllık adı olan AKP iktidarının sonuna gelinmesi, tek adam rejiminin bitirilmesi, CHP başta olmak üzere Millet İttifakı’nı sınıfsal bir tanımdan azade kılar mı?

Ya da daha düz mantıkla ifade edersek, sermayenin istibdat rejimini temsil eden AKP’nin iktidardan düşmesi adına desteklenen Millet İttifakı sütten çıkmış ak kaşık mıdır? Erdoğan’a karşı Millet İttifakı, sermayenin bir başka kanadının temsilcisi ve emperyalizmle uyumun arayışı değil midir?

Sınıfsal bir yaklaşım komünistlerin amentüsüdür ve komünistler birey-devlet gibi liberal teorinin merkeze koyduğu ya da İslamcıların dinci-kafir ikilikleri üzerinden sosyolojiye ve siyasete bakmaz. Doğrudan emek-sermaye çelişkisinin temel çelişki olduğu tezi, solun tarihsel ve teorik üstün gücüdür. Bu açıdan, meseleyi sınıflar mücadelesinin bir konusu olmaktan çıkartıp, halk-Saray rejimi ikiliği üzerinden tarif etmek teorik olarak ciddi yanlışa düşmektir. 170 yıllık sosyalist külliyat ve birikim tam da bunun üzerine oturmadı mı? Bugün de benzer biçimde AKP karanlığından kurtulmak adına “burjuva sınıfsal karakterin” üstünü örtme, görmezden gelme ya da boyun eğme durumuyla karşı karşıyayız. Öz ve biçim aynı değildir, olsaydı bilim olmazdı. Marksizm tam da bu analitik yaklaşımıyla algıların altındaki olguları ortaya çıkardığı için devrimcidir. Ne yazık ki ülkemizde siyaset olgularla değil algılarla yapıldığından, “algıcılık/imaj çalışması” siyaseti de belirliyor. Kastımız tam olarak şudur: AKP’ye, karşı-devrime, istibdat rejimine karşı olmak bir şeydir ve ancak Kılıçdaroğlu’nu doğrudan desteklemek başka bir şeydir. Burada koşullu bir önerme kaçınılmaz, zorunlu, mutlak vs. değildir. Ne yazık ki Türkiye solunun bir kısmı yüz yıllık ezberini ve ilkesini, güncelliğin dayanılmaz baskısına yenik düşerek unuttu. AKP karşıtı olacağım derken burjuvazinin bir başka kanadını destekler hale geldi.

Sosyalist siyaset, sermaye sınıfını bir bütün olarak karşıya alır, emekçi sınıfların tarihsel çıkarlarını savunur. Günlük çıkarlar ile tarihsel çıkarların kesiştiği dönemler olur, kesişmediği dönemlerde emekçi sınıfların gündelik tepkileri komünistlerin tarihsel bilinciyle aşılır ve çözümlenir. Öncülük teorisi tam da buraya oturur. Sermaye sınıfının herhangi bir kanadının destekçiliğinin yanına düşmek teorinin siyasete tahvilindeki başarısızlık ya da büyük bir hata anlamına gelir. Türkiye sosyalist hareketinin strateji tartışmalarının merkezinde durduğu bu konunun bir kez daha seçimler başlığında karşımıza çıktığını görüyoruz.

Siyasetin bir başka tanımı da, özne ve nesne arasındaki ilişkidedir. Nesnelliği takmayan bir öznellik olamayacağı gibi, nesnelliğe boyun eğen bir öznelliğin de olamayacağı bilinir. Reformizmin yolu da ne yazık ki buradan geçmektedir. Verili nesnel ya da objektif gelişmeleri analiz etmek ve buradan sosyalist siyaseti yeniden üretmek önemlidir. Bir ucu apolitizme diğer ucu düzen siyasetine desteğe dönüşen iki uçtan birini tercih zorunluluğu bulunmuyor.

Bu söylenenler komünistleri siyaset dışına mı iter? Belki de ideolojik, programatik ve ilkesel düzlemlerin dışında işin siyaset teorisine gelen kısmını biraz açmak gerekecek. Bugün karşı-devrimin yenilgisini istemek için burjuvazinin bir kanadına destek açıklaması yapmanın kaçınılmaz olduğu düşünülmektedir. Fakat Türkiye siyasi tarihi, düzenin krizlerinin restorasyon programlarıyla doludur ve çoğu zaman bu sosyal-demokrasi eliyle ve demokrasi söylemi ile birlikte yürütülmüştür. Sonuç ortadadır. Karşı-devrime, AKP’nin istibdat rejimine karşı olmak doğrudan burjuvazinin bir kanadını desteklenmeyle eşitlenebilir mi? Böyle bir denklem kaçınılmaz mıdır? 1905’de Lenin’in, 1917’de Şubat devriminin öğrettiği çok ders var. Ya da 1848 devrimlerinde Marx’ın siyasal yazılarındaki analizin gösterdiği doğrular ve doğrultu… Ya da Birinci Paylaşım Savaşı’nda sosyal demokrasinin ihaneti.

CHP’nin tarihsel kimliği de bugünkü güncel siyasi kimliği de Marksistler açısından açık olmalıdır. Hatta bugünün CHP’si ortanın solundan ortanın sağına bir geçiş yapmıştır. AKP’nin 21 yıllık iktidarının son bulması ya da karşı-devrim sürecinin sona ermesi, ülkenin ilerici toplumsal dinamiklerini ortaya çıkarması bakımından büyük önem taşır. Ancak bu toplumsal dinamiklerin ve tepkilerin sermaye düzenini rayına oturtma programıyla massedilmesine payanda olmak ya da (az ya da çok) meşruiyet katmak devrimci siyasetin işi olamaz. Devrimci siyaset, düzen soluna benzemeyi değil bir adım öne çıkmayı zorunlu kılar.

Bugün AKP’ye, 21 yıllık istibdat rejimine, gericiliğe karşı olmak, burjuvazinin diğer kanadına kefil olmayı gerektirmiyor. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üstelenen AKP’ye karşı olmak, “NATO, demokrasinin en büyük güvencesidir” diyenlere destek açıklaması yapmamayı gerektirir. Kaçınılmaz denklem budur. AKP’nin “kıdem tazminatını kaldırmasına” karşı olmak, “kıdem tazminatını gözden geçireceğiz” diye yazan Millet İttifakı’nın programına destek vermemek anlamına gelir.

Gerici-faşist rejime karşı halkın duyduğu tepkiyi örgütlemek ya da bu tepkiye seslenmek, bu tepki ile korelasyon kurmak siyaset teorisinin en önemli noktalarından birisidir. Ancak gerici-faşist güçlerin yenilgisini istemek ile “toplumsal tepkiyi” karşıya almamanın karşılığı zorunlu olarak burjuvazinin bir kanadını desteklemek olabilir mi? Destek verirseniz kefil olursunuz, ama tersinden “kefil değiliz ama destek veriyoruz” çelişik bir önermedir. Devrimci siyaset, toplumsal tepkiyi düzene bağlamayacağı gibi toplumsal tepkinin gerçek hedefe yönelmesi için düzeni, düzen siyasetini ve bütün kanatlarıyla sermaye sınıfını açığa çıkarmalıdır, karşıya almalıdır.

Emek ile sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişki ilkesi teorik bir ilkedir. Bunun politik düzlemde yeniden üretilmesinin karşılığı sermayeyi bir bütün olarak karşıya almaktan geçer. Yeniden üretimde bükülen çubuk, emek ile sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi yadsırsa, kırılır.