Bu maya tutar mı? (2)
Dini söylemden başka bir şeyle ilgilenmeyen, her türden diyaloga kapalı çevrelerin, toplumda infial yaratacak, bölücülüğü kışkırtacak tutumlarını hatırlatmaya gerek yok, zaten medyada gündemden hiç düşmüyor. İşin düşündürücü yanı, bu çevrelerin en radikallerine bile bazı siyasi güç odaklarınca ayrıcalıklar sağlanması.
Tülin Tankut
Eğitim kişinin geleceği açısından çok önemli bir fırsattır. Kişi bu sayede yaşamını belirleme; onun ötesinde yerelliğin sınırlarını aşıp dünyaya açılma, yaşamdan beklentilerini gerçekleştirebilme olanağına kavuşur. Eğitim alamayan çocuğu bekleyen yazgı ucuz iş gücü olmak, kız çocuğu içinse erken ve zorla evlendirilmedir. İşsizlik ve yanı sıra dijitalleşme, yapay zekâ v.b. uygulamalar, her ne kadar eğitimin değerini düşürmüş gibi gözükse de geçici olay ve olgular eğitim gerçeğini değiştirmez.
Günümüz gençliğinin talebiyse bellidir: Parasız eğitim. Ancak Batı ülkelerinde bile sosyal devleti güçten düşüren neoliberal politikalar bu talebe olumlu yanıt veremez. Okumak, kariyer yapmak, meslek sahibi olmak maddi olanak gerektirir. Ama artık eğitime erişmek çoğunluk için adeta mucizedir. (Ne kadar para o kadar eğitim) En acısı da bu yıl bizde olduğu gibi, öğrencinin maddi durumu el vermediği için yüksek puanla kazandığı üniversiteye gidememesi olsa gerek.
Ancak madalyonun öbür yüzü de var. Cep telefonu, akıllı telefon gencin daha önce düşünmediği şeyleri düşünebilmesi için ufkunu genişletiyor; dünyayla iletişiminin daha önce olmadığı kadar hızlanmasını sağlıyor. Ülkelerindeki baskıdan kaçan göçmenler, sığınmacılar neden Batı ülkelerini tercih ediyorlar? Beyin göçü neden o ülkelere oluyor?
Farklı gelir gruplarından, kültürlerden gençler, değişim istiyorlar. Gençleri dünyevi bir yaşam tarzı cezbediyor. Değişim ve dönüşüm isteklerini giyim –kuşam, dış görünüş, beğeni düzeyi, tutum ve davranışlarına bakarak anlıyoruz. Yerleşik önyargıları sarsıyorlar. Örneğin bizim kapalı genç kızlarımız, ülkedeki görece demokrasinin sağladığı olanaklardan yararlanıyorlar; çevrenin İslamın ruhuna aykırı davrandıkları yönündeki eleştirilerini, önyargıya dayanıyorsa umursamıyorlar. Kız ya da erkek, dini inançlarını zedelemeden tüm yaşıtları gibi, toplumsal yaşamda varlık gösteriyorlar, kadın- erkek eşitliğini benimsemiş davranışlar sergiliyorlar.
Öte yandan neoliberal politikaların yön vermesiyle din, hemen her ülkede siyasal olarak etkisini artırmaya başladı. ‘Oy deposu’ tarikatlarıyla ABD, dini manipüle etme becerisiyle bu konuda da dünya liderliğini gösterdi. Şarlatanların dini söylemlerini kutsal kitaba (İncil’e) dayandırdıkları iddiasıyla müritlerin (seçmenlerin) beyinlerinin nasıl yıkandığı; kitaplara, film ve belgesel dizilere hâlâ konu oluyor. Bir yandan da ABD’nin güdümündeki küresel kültürün yayılmacalığı; dünya görüşlerinde dinin belirgin olduğu siyasi partileri, dini inançları temel alan yasa dışı siyasi hareketleri, siyaset yapan fanatikleri v.b. kesimi güçlendiriyor. Teknolojik ilerlemelere ve onun sonuçlarına bakıp çağdaş toplumda dine duyulan ihtiyacın ortadan kalktığını savunan uzmanlarsa yanıldılar. Neoliberalizmin artan sömürüsü, dini inançları manipüle ederek üzerini örtmekten başka nasıl gizlenebilirdi? Yaratılan güvensizlik ortamında cemaat, tarikat gibi dini yapılanmalar da geçim sıkıntısı çekenlerin gelecek kaygısına karşı can simidi oldu. Çocukların, gençlerin eğitilmesi böylece onlara kaldı.
Çocuğun küçük yaşta dinle tanışması, bilindiği gibi, vahiy dinlerin tümü için geçerlidir. Özellikle Katolik ve Yahudi çocuklara verilen sert dinsel eğitim, tarih boyunca pek çok edebiyat yapıtında, güzel sanatlarda, sinemada eleştirel bir biçimde işlenmiştir. Çocuğa alışkanlık kazanması için dini söylemler, dualar ve ritüeller, sıkça tekrarlatılır, ezberletilir. Bu hiyerarşik ilişki sırasında çocuk aynı zamanda da itaate alışır; cezalandırıcı ve bağışlayıcı Yaradan karşısında teslimiyeti öğrenir ve yetişkinliğinde de öğrendiklerini unutmaz. Otoriter yönetimlerin yarattığı korku; dinsel söylemler içinde şekillendiğinden ve yetişkinden dinsel yapılara özgü “mutlak itaat” beklendiğinden bu korku yetişkinin çocuklukta edinilmiş itaat ve teslimiyet duygusunu perçinler ki, bu da onda otoriteye karşı boyun eğme eğilimini güçlendirebilir.
Durumun bizde de farklı olmadığını görüyoruz: Ekonomik kriz, pandemi, deprem ve iklim değişikliğinin yarattığı felaketler ülkedeki sorunları katlarken siyasetçilerden ülkeyi düze çıkaracak politikalar üretmeleri beklenir. Ama iktidarı, muhalefeti, dünyadaki örneklerini aratmadılar. Tutundukları baskın söylem, dini de yedeğine alıp serbest piyasayı savunan aynı görüşün değişik versiyonları; İslamın toplumcu yanınınsa adı bile geçmiyor onca söylemin arasında. Hayat pahalılığının artırdığı yığınla sorun çözüm bekleyedursun, öncelik başka konulara veriliyor. Öğrenciler arasında dinden kopma halini öne sürerek dini eğitimi güçlendirmek amacıyla ilk ve orta öğretimde zorunlu din dersi saatlerinin artırılması; imam, vaiz, müezzin gibi din görevlilerine ders, konferans, sohbet olanağı tanıyan ÇEDES projesinin uygulamaya konulması , bunlardan bazıları.
Peki yetkililer, dogmalarla koşullandırılmış öğrenciler yetiştirmenin sakıncalarını bilmezler mi? Eğitim konusunda bağımsız uzmanlara danışıyorlar mı? Din eğitimi nedir? Nasıl olmalıdır? Din görevlileri tarafsız mı? Laik ve bilimsel eğitimin ilkelerine uygun davranışlar sergiliyorlar mı? Öğretmen konumundaki kişilerin pedagojik formasyonu olmalı, diye biliriz. Yasadışı dini oluşumlar denetleniyor mu? Bunlar muğlak açıklamalarla geçiştirilecek sorunlar değil. Ülkenin geleceğinden veliler, eğitimciler, siyasetçiler, hepimiz sorumluyuz.
Dini eğitimini güçlendirme, bilimsel, laik eğitimin önünü tıkıyor. Çocuğun iyi yetişmesi için bilim, felsefe, teknoloji, edebiyat, sanat, spor, sinema, tiyatro, müzik gibi din dışı kaynaklara da zaman ayırması gerekiyor, tabii ÇEDES gibi uygulamalardan bunlara sıra gelirse.
Son günlerdeyse ipin ucu kaçtı. Dini söylemden başka bir şeyle ilgilenmeyen, her türden diyaloga kapalı çevrelerin, toplumda infial yaratacak, bölücülüğü kışkırtacak tutumlarını hatırlatmaya gerek yok, zaten medyada gündemden hiç düşmüyor. İşin düşündürücü yanı, bu çevrelerin en radikallerine bile bazı siyasi güç odaklarınca ayrıcalıklar sağlanması. Söz konusu çevrelerin elleri eğitim alanına kadar uzanıyor. Gençlerden bazıları neden dini çevrelere yöneliyorlar? Sosyal devletin yapması gereken işleri, siyasi odakların desteklediği bu çevreler üstleniyor.
Yoksulluk ve yoksunluk içinde, beden, akıl ve ruh sağlığının korunmasının kolay olmadığı bilindiği halde, velilerin geçim derdinin yükünü hafifletmek için yetkililer koşulları zorlamaktan imtina ediyorlar. Maddi durum iyi olan veliler çocuklarını özel okullara gönderiyor, çoğunluk devlet okullarına rağbet ediyor; ancak kayıt sırasında velilerden okulun ihtiyaçlarını karşılamak için bağış talep ediliyor. MEB’in ödeneklerine neden daha fazla pay ayrılmıyor? Bilimsel, laik eğitime ayrılacak bütçenin artırılması ülkenin geleceği açısından yaşamsal önemdedir. Eğitimi doğrudan etkileyen bir etmen olarak öğretmenin yetiştirilmesinden, atanmasına, özlük hakları, ücretine kadar bir dolu sorun çözüm bekliyor.
Unutulmasın ki, devlet okulları anayasal bir haktır. Dinci ve piyasacı anlayışın eğitim sistemimizde yeri yoktur. Keza çocuğun yetişmesinin olmazsa olmazı kültür, sanat ve sporun metalaştırılmaması, ihtiyaç duyduğu dini eğitiminin ehil olmayan ellere bırakılmamasıdır. Ama her şey güllük gülistanlıkmış gibi, karma eğitimle uğraşılıyor. Kadınları kamusal yaşamdan dışlayıp evdeki cinsel rolüyle sınırlı bir yaşama yazgılı kılmak da ne oluyor? Bu, dünyanın yarısını oluşturan kadınları, yeteneklerini, yaratıcılarını heba etmek demektir. Yoksa yaratıcı kişiliğin hedefinin özgürlük alanını genişletmesinden mi korkuluyor? Müslüman ülkelerin en gelişmişi olan ülkemizde bağnazlıkla malûl çevrelerin kadın haklarını hiçe sayan , kadını ikincil kılmaya yönelik, toplumda yaratmaya çalıştığı algının bir an önce kırılması gerekir.
Cehaletten kurtulalım diyoruz. Kulağa hoş geliyor. Peki buna kim engel oluyor? Öncelikle ebeveynlerin eğitilmesi gerekmez mi? Çocuğun yetiştirilmesi için okur –yazar olmayan anne babalarının ebeveynlik içgüdülerine güvenmek yeterli olur mu? Çocuk okulda sosyalleşir. Bu yüzden çare, demokratik kurumların güçlendirilmesidir.MEB’in (Milli Eğitim Bakanılığı) ve DİBin (Diyanet işleri Başkanlığı) görevlerinin sınırları yasalar tarafından belirlenmiştir. Bunun dışındaki yapılanmaların MEB ve DİB üzerindeki meşru olmayan etkilerinin zayıflatılması gerekir. Kişiye telkin yoluyla enjekte edilen fikirler, onun manevi ihtiyaçlarını karşılamadığı gibi, zihin dünyasını zayıflatır, her türden telkine açık hale getirir.
Dini ve mezhebi, farklı referans kaynaklarından öğrenmiş, aralarında “ İslamı en doğru ben bilirim” diye tartışan tarikat, cemaat türü dini yapılanmaların mensupları, neden o tartışmalardan başlarını kaldırıp bağımsız dini çevreler gibi çağdaş dünyada olup bitenle ilgilenmiyorlar? Akıllı telefonda “her şey var”, daha doğrusu “yok yok.” Ancak dijital kültürün tabu ve sınırları zorlayan içeriği ufuk açıcı olduğu kadar kışkırtıcı da olabiliyor. Gençlerin çoğu neden köşeyi dönme hayalleri kuruyorlar? Parçası oldukları kapitalist toplumun özelliklerini taşımaları, dünya gençlerinin ortak noktası. Vahiy dinleri bile, AVM kültürüyle eskisi kadar kolaylıkla baş edebiliyor mu? Batı tarzı yaşamı tümden reddetmek bugünün koşullarında pek mümkün görünmüyor.Kimilerine göre sivil toplum örgütü, kimilerine göre faaliyetleriyle laik, demokratik, sosyal hukuk devletine zarar veren söz konusu dini örgütlenmelerinse , toplumun manevi ihtiyaçlarını karşıladıklarına inanmak güç. Denetim zaaflarından yararlanıp ayan beyan Sünni İslam’ın kültürel kodlarının, toplumu yönlendirmesine çalışıyorlar ama çabaları gerçekle uyuşmuyor. Tarihsel değişim ve dönüşümlerin de gösterdiği gibi gençler de dini yaşamı çağın koşullarına uyarlıyorlar. Sosyologların saptamasıyla eski kuşakların dindarlığını farklı yaşıyorlar.
Özetle; dünya çok büyük bir ekonomik krizle boğuşurken yoksulluk; dinciliğe, aşırı milliyetçiğe eğilimi arttırıyor. Siyasetçilerin iktidarı kaybetmemek için dini yapılanmalara ödün vermelerininse sonu yok! Bu tutumu sürdürmedeki ısrarlarının, gelecek kuşaklara vereceği zararın telafisi de yok. Laiklik ilkesine aykırı, hukuk dışı uygulamalara demokratik hak arayışındaki kesimler karşı çıkıyorlar. Nitekim bizde, bilimsel laik eğitimi korumaya yönelik direniş sürmekte, dayanışmayı güçlendirme girişimleri hız kesmemektedir. Siyasatçilerin geri adım atmaları için kamuoyundan beklenen elden geldiğince güçlü bir destek sesi vermesidir.