Çağımız gelişmiş kapitalist ülkelerinde sınıf mücadelesinin çeşitliliği

Tekel karşıtı koalisyon tabanının genişletilmesi, tekelci baskıya karşı mücadeleyi sosyalizm mücadelesine dönüştürmenin koşullarını yaratır. Marksist-Leninist partiler, ekonominin ve toplumsal hayatın tüm alanlarında köklü demokratik dönüşümler için bir program sunarlar.

Çağımız gelişmiş kapitalist ülkelerinde sınıf mücadelesinin çeşitliliği

Ali Kınalı

Özellikle görece gelişmiş ülkelerdeki sınıflar arası mücadele çokça karmaşalı bir durum içinde seyretmekte, bu durum teorik tartışmaların seyrine olduğu kadar, kafalarda ilkeler temelinde politik karakter farklılaşmasına da etki etmektedir.

Öyle ki, “işçi sınıfının artık burjuvalaştığı” gibi sınıfın daha 1980 li yıllardan itibaren ortaya çıkmaya başlayan yeni küresel durum karşısındaki sorunlarını anlama ve çözümlemiş olmaktan kopuk biçimde, kolaydan teorik argümanlarla halen daha ve özellikle kapitalizm in küresel boyutta içine düştüğü bu kriz çıkmazı döneminde bile iddia edildiğine sıkça tanık oluyoruz. Halbuki Marksizm ve Leninizm bilimi materyalist bağlamda devrimci işlevselliğin bilimidir, buna göre var olunduğunda hareketin temel kaldıraçlarının sınıfsal karşıtlık içinde olduğunu anlamak hiç de zor değil: fakat gel gör ki, burjuva teorisyenleri bu gerçeği atlamayı ve inatla yığınların bilincini çelip, otoerotizmle bulamaç etmeyi tercih etmekteler.

1980 yılları başında çok uluslu şirketlerde grevler oldu ve sonuçları küresel kapitalizm için için yıkıcı oldu. Ulus ötesi şirketlere karşı mücadele bugün de en önemli görevlerden biridir ve sonuçları, işçilerin uluslararası dayanışmasını güçlendirebilecek geniş bir tekel karşıtı cephenin oluşumu için belirleyici olacaktır.
Mücadelenin sertlik etkisi çağdaş bağlamda sınıf mücadelesi merkezinin genel, ulusal çatışma düzeyine taşınmasıyla karakterize edilir. Kentsel tekelci kapitalizmde tekelci kapitalizmin büyümesine, büyük tekellerin geniş halk kitlelerinin çıkarlarına karşı saldırısı eşlik eder. Ücretli işçilerin sömürüsü yoğunlaşıyor, şehirlerdeki çiftçilerin ve küçük mülk sahiplerinin sürekli bir yıkımı yaşanıyor. Şehirlerdeki küçük ve orta burjuvazinin önündeki zorluklar artıyor. Büyük tekellerin zulmü, ulusun tüm katmanları için giderek daha dayanılmaz hale geliyor. Aynı zamanda, burjuva toplumunun temel sınıf karşıtlıklarından biri olan emek ve sermaye arasındaki karşıtlığı keskinleştirirken, ulusun çoğulluğu ile Tekel arasındaki çelişki dehada derinleşti.

Sınıflar arasındaki yeni güç dengesi, işçi sınıfı ile geniş halk katmanları arasında bir ittifak kurma fırsatı yaratıyor. Barış, yeni bir dünya savaşının önlenmesi, silahsızlanma ve ulusal egemenlik mücadelesi, ulusal sınırların ve ulusal gelişmenin emperyalist tahkim ve üstlerden arındırılması, geniş halk kitlelerinin çözmekle ilgilendiği genel demokratik görevler için verilen bir mücadeledir. Bu görevlere bir çözümün tekellerin direnişiyle karşılaşacağı tüm işçiler için giderek daha açık hale geliyor. Demokrasi mücadelesi ile sosyalizm mücadelesi arasında böylesine organik bir birlik var. Tekelin her şeye kadir olmasının en güçlü rakibi ve aynı zamanda tekel karşıtı güçlerin doğal ağırlık merkezi işçi sınıfıdır.

Çağdaş burjuva ideologları, işçi sınıfının devrimci rolüne ilişkin Marksist-Leninist ilkenin karşısına, gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi sınıfının burjuvalaşması, sınıf bilincinin çözülmesi ve “bütünleşmesi”, yani burjuvazi ile toplumsallaşmış bir bütün (Bunu önceleri işçi sınıfının kalifiyeli olan ve olmayan kitlelerini bölmek amacıyla orta sınıf argümanı etrafında epeyce karakterize etmeye çalıştılar ve küresel krizlerin yeniden boy vermiş olmasıyla geri çekmiş görünüyorlar ) olunduğu iddiasını öne sürmekteler. Kapitalist ülkelerde proletaryanın devrimci potansiyelinin sözde gerilemesinin nedeni, Marksizm düşmanları tarafından ileri sürülen teoriye bakılırsa, ‘’sınıfın ekonomik durumundaki iyileşmeden kaynaklanmaktadır’’.

Gelişmiş kapitalist ülkelerde bugünün işçileri gerçekten de baba ve dedelerinden daha iyi bir yaşam standardına sahip, işçi ücretleri ve çalışma koşulları iyileşmiş, aile gelirleri ve özel tüketim düzeyi artmış; eğitim ve kültür seviyeleri yükseldi, sağlık hizmetleri evrensel hale geldi, sosyal sigorta ve ücretli izinler getirildi, işçilerin medeni ve sendikal hakları genişletildi.

Tüm bu önemli toplumsal ve ekonomik kazanımlar, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfının ısrarlı mücadelesinin sonucudur. Karl Marx, “Sosyal reformlar asla güçlülerin zayıflığıyla değil, zayıfların gücüyle gerçekleştirilir” diye yazmıştı.

Günümüz teknolojik-bilimsel devriminin gelişimi, çalışan insanı üretim sürecinde meydana gelen değişikliklerin merkezine yerleştirmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki bugünün işçileri, birkaç on yıl öncesine göre önemli ölçüde daha yüksek bir eğitim düzeyine sahiptir.
Daha yüksek bir mesleki eğitime sahiptir ve önemli ölçüde daha karmaşık işler yapabilir. Birçok üretim sürecinin esasları hakkında bilgi sahibidir ve bağımsız, yaratıcı çalışma yeteneğine sahiptir. Kapanmayı protesto etmek için işçiler tarafından devralınan bu tür şirketlerde iş ve üretimi örgütleme deneyimi, işçi kolektiflerinin üretime gerçekten öncülük edebileceğini gösteriyor. İşçi sınıfının bu yeni gelişme düzeyine, hem kişiliğin ruhsal gelişimi ve insan onuruna saygı ile ilgili yeni ihtiyaçlar, hem de temel toplumsal sorunların çözümünde bu ihtiyacı elde etme ihtiyacı eşlik ediyor. Ancak kapitalizmin şartları altında İşçi bu ihtiyaçları gerçekleştiremez. Dışlayan, aynı zamanda ayrımcı ve sömürücü olan kapitalizm koşulları onu kendi kendisinin efendisi olma arayışına yöneltir ve hüküm süren sosyal düzene karşı savaşmaya teşvik eden yeni motifler oluşturmak için sürekli sebepler oluşturur.

İşçi sınıfınca yeni talep düzinesinin öne alınmış oluşu, günlük sınıf mücadelesini, tüm kapitalist ilişkiler sisteminin köklü dönüşümleri için bir mücadeleye, işçilerin üretim yönetimine katılımını, eğitim sisteminin, sosyal hakların belirlenmesinin reform müzakerelerine katılımını talep eden siyasi görevler düzeyine yükseltir. ve sosyal hayatın her yönden demokratikleşmesi. Bu talep, her şeyden önce, işçi sınıfının devrimci potansiyelinin herhangi bir şekilde sönümlenmesine değil, işçi sınıfının sınıf mücadelesinin daha yüksek bir aşamasına geçtiğine, tüm tekelci hakimiyet sistemine, bir bütün olarak devlet tekelci siyasi sistemine karşı yönelimine tanıklık ediyor.

Devlet tekelci kapitalizm koşulları altında, proletaryanın ekonomik mücadelesi, kapitalist sömürüye karşı çıkmak, örgütlenmek ve işçi sınıfı faaliyetinin gelişmesi için ve sınıfsal hareket etrafında konsolide olup, yoğunlaşmasının bir aracı olarak önemini hâlâ koruyor.
Pek çok tamamen geleneksel ekonomik talepler yeni içerikle doludur. Satın alma gücünün savunulması, ücretlerin yükseltilmesi ve ulusal çapta enflasyona karşı önlemlerin alınması gibi talepler, tekelci devlet kapitalizminin ekonomik krizin yükünü emekçilerin omuzlarına yıkma çabalarına son vermeye yöneliktir. Mevcut koşullarda, istihdamı garanti altına alma talebi giderek, işçilere ve onların örgütlerine devletin ekonomi politikasının belirlenmesine katılma hakkı verilmesi talebine dönüşmektedir. Ancak işçilerin ekonomik iyileştirme mücadelesi daha ileri talepler olmaksızın, gerçekten salt ekonomik anlamda kalındığında bile, kalıcı biçimde gerçekten iyileşebilir mi? Silahlanma yarışı “kontrolsüz” devam ediyor ve savaş tehdidi komple insanlığın yaşamını tehdit ediyorken, tek başına ekonomik taleplerin politik taleplerle bütünlük içinde öne alınmaksızın çalışanların yaşamının dahi garanti edilmesine yeterli olamayacağı apaçık. O nedenle gelişmiş kapitalist ülke işçileri yeni bir savaş tehdidine karşı mücadeleyi, barınma ve çalışma ortamının savunulmasını ve doğal kaynakların akılcı kullanımını temel taleplerinden biri olarak öne alarak mücadele vermekteler.

Hayatın kendisi, ekonomik mücadelede saldırı taktikleri ve stratejisinin gerekliliğini işçi sınıfına giderek daha fazla dikte ediyor. Devletin ekonomiyi tekelci bir şekilde düzenlemesine karşı bir ağırlık olarak, Batı’daki devrimci işçi hareketi, sosyal ve ekonomik kalkınma için demokratik programlarını hazırlıyor. Bu programların içeriği üç ana görevi içerir: demokratik millileştirme, işçilerin şirket yönetimine ve şirket operasyonlarının kontrolüne katılımı ve demokratik planlama. Kentsel tekelci kapitalizmin gelişimine siyasi mücadelenin keskinleşmesi eşlik eder.

Kapitalist ülkelerin çoğunda yönetici çevrelerin politikalarına karşı muhalefet büyük ölçüde güçleniyor. İşçi denetimi ve üretim yönetimine katılım sloganları, işçi sınıfının mücadele programında merkezi bir yer tutar. Eğitimin ve üniversitelerin demokratikleştirilmesi için verilen mücadele, geniş bir gençlik+ ve öğrenci hareketi için bir katalizör görevi gördü. Medyanın, basının, radyo ve televizyonun demokratik denetimindeki ikili rollere giderek daha fazla destek verilmektedir. İşçilerin talepleri giderek daha doğrudan tekelci sermayenin egemenliğine ve onun siyasi gücüne karşı yöneliyor.

Çağdaş toplumun en önemli üretici ve toplumsal gücü olarak işçi sınıfının rolü ne kadar net bir şekilde ortaya çıkıyorsa, işçi sınıfının devrimci teorisinin gelişimi için ideolojik mücadelenin görevleri de o kadar karmaşık ve sorumlu hal alıyor. Tekelci sermaye, işçilerle girişimciler arasındaki ilişkiler hakkında işçilerin kafalarına yanlış fikirler sokmaya çalışır. Burjuva ideolojisi, burjuvazinin ve işçi sınıfının ortak ekonomik çıkarlarını ve sınıf karşıtlıklarının olmadığını kanıtlamayı görev edinir. “Pasta ne kadar büyükse milli gelirden işçilere o kadar çok pay düşüyor” tezi, mevcut ekonomik kriz sırasında burjuva propagandasının cephaneliğinde yeniden gündeme geliyor.

Aynı zamanda krizin yol açtığı sıkıntıların iş dünyası ile ücretliler arasında “eşit bir şekilde dağıtılması” gerektiği fikri ortaya atılıyor. Bu yanlış inanç, “toplum barışı” çağrılarının temelini oluşturmaktadır. İş dünyasının işçi denetimi taleplerine karşı bir denge olarak ortaya koyduğu “endüstriyel demokrasi” programı da aynı amaca sahiptir. İşçi örgütlerinin temsilcilerinin şirket yönetimlerine, işçi sınıfının mücadeleden çekindiğini varsayacak şekilde katılımını amaçlamaktadır.

İşçi sınıfının ideolojik mücadelesinin sorunları, işçi sınıfının birliği için verilen mücadeleyle bağlantılı olarak özellikle keskinleşir. İşçi sınıfının kendisi. İşçi sınıfının çeşitli alt bölümlerinin farklı mücadele fantezileri vardır, genel hareket içinde bilinç, örgütlenme ve faaliyet açısından farklılık gösterirler. Emek hareketi için önemli bir görev, gelişmiş kapitalist ülkelerde yaşayan yabancı işçileri proletaryanın genel sınıf mücadelesine çekmektir. Bu, devasa işçi sayısı açısından, sermaye tarafından en çok sömürülendir. Yabancı işçiler en ağır işleri yapıyor.

Örneğin Fransa’da yabancı işçilerin çoğunluk kitlesi önde gelen büyük sanayi kollarındaki şirketlerde yoğunlaşmıştır. Renault fabrikalarında montaj bandında çalışan beş kişiden dördü yabancı. Çok sayıda yabacı işçi ordusu endüstride yoğunlaştı, çelik sanayi, inşaat sektörü Vb. sektörlerde yoğun olarak yabancı işçi istihdam edilmektedir. Komünist Parti ve CGT (Confederation Generale des Travailleurs) sendikalarının, yabancı işçilerin Fransızlarla birlikte sınıf mücadelesine katılmalarına verdiği başlıca önem buradan kaynaklanmaktadır. Yeni iş ve mesleki eğitim şansı bulma konusunda Fransızlarla yabancı işçiler için eşitlik mücadelesi veriyorlar.

Tekelci sermaye işçi hareketini bölmek için işsizliğin artmasından yabancıların sorumlu olduğunu işçilere anlatmaya çalışıyor. Bu nedenle örgütlü işçi hareketi, Batı Avrupa ülkelerinin işçileri ile yabancı işçiler arasında var olan psikolojik ve ideolojik engellerin aşılması ve ortak tekel karşıtı hedefleri gerçekleştirmek için gerçek bir eylem birliğine ulaşılması gibi son derece önemli bir görevle karşı karşıyadır.

Bu birliğin sağlanması, köylülük, ilerici entelijansiya ve “yeni orta sınıflar” da dahil olmak üzere tüm tekel karşıtı güçlerin daha geniş bir devrimci ittifakının oluşturulmasının temelidir.
Belirli belirli durumlarda, kapitalizmin genel krizi keskinleştiğinde sayıları sürekli artan sınıflandırılmamış unsurlar da proletaryanın ittifak ortağı haline gelebilir. Ancak davranışları, aşırı istikrarsızlık, kararsız pozisyonlar ve eylem programlarının yapıcı yönlerini göz ardı etme ile karakterize edilir.

Tekel karşıtı koalisyon tabanının genişletilmesi, tekelci baskıya karşı mücadeleyi sosyalizm mücadelesine dönüştürmenin koşullarını yaratır. Marksist-Leninist partiler, ekonominin ve toplumsal hayatın tüm alanlarında köklü demokratik dönüşümler için bir program sunarlar. Böyle bir program, işçilerin siyasi gelişme üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olması için fırsatlar yaratmalıdır. Buna karşılık, devlet gücünün devrimci dönüşümü, onun büyük tekelci sermayenin egemenliğini ortadan kaldırmak ve gerçek bir demokrasi kurmak için kullanılmasına izin verir.

Gerçek bir demokrasi için mücadele programı, devrimci işçi hareketinin sosyalist hedeflerini siyasi müzayedelerin en somut diline tercüme eder. İlkeli -Filozofik ve bu anlamda teorik doktrinle rehberlik ML bilimsellikle var edilecek hareketin var edilme garantisidir. Anti emperyalist ulusal bağımsızlık hareketi ve bunun etrafında şekillendirilecek bir demokratik toplumsal yaşam amaçlarıyla sosyalizm hedefi ayrılmaz bir karakter bütünlüğü çizmektedir. Sosyalizm amaçlarıyla gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı mücadelesinin hedefleri çakışmaktadır ve dehada geliştirilmiş bu programı gerçekleştirme imkanına sahiptir. Gelişmiş ülkelerin işçi sınıfı bu ileri program sayesinde ülkenin toplumsal ilerlemesine ve insanlığın yaşamına sosyal boyutta belirleyici bir katkı yapma fırsatına sahiptir.