Hamas ve IŞİD’i eşitlersek, İsrail’e meşruiyet çıkar mı Deniz Yücel?

Bir analoji kurulacaksa, IŞİD bahanesiyle Suriye’ye bombalar yağdıran işgalci emperyalistlerle, Hamas bahanesiyle Gazze’ye bombalar yağdıran işgalci İsrail arasında kurulsun!

Hamas ve IŞİD’i eşitlersek, İsrail’e meşruiyet çıkar mı Deniz Yücel?

Alman Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel, “terör örgütü propagandası yapmak” ve “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçlarından tutuklanmış ve yaklaşık bir yıl Silivri’de tutulduktan sonra salıverilmişti. Bizzat Erdoğan tarafından “Alman ajanı” denilen, tıpkı Brunson gibi “Ben bu makamda olduğum sürece asla iade edilmeyecek” dediği Yücel’in tutukluluğu da, pazarlıklar sonucu salıverilmesi de o dönem çok tartışılmıştı. O kadar ki, Deniz Yücel’in serbest kalması karşılığında, Almanya’nın Türkiye’nin tank ve silah ticaretine onay vereceği bile konuşulmuştu.

Siyasi bir anlaşma ile Almanya’ya iade edilen Yücel, dün 2017 Rakka’sının fotoğrafını paylaşarak başladı Gazze ile analoji kurmaya:
“[İsrail, cihatçılar, Kürtler, hukuk]

Bu kare, bu günlerde Gazze’de değil, Ekim 2017’de AFP için Bülent Kılıç tarafından Rakka’da çekildi. Yani Suruç, Ankara Garı, Atatürk Hava Limanı, Reina v.b. katliamların faili ‘İslam Devleti’nin kalesi Rakka’dan. Sizce, IŞİD nasıl yenildi?

IŞİD’i ‘öfkeli çocuklar’, Hamas’ı ‘mücahitler grubu’ olarak görenlere değil ama solcu arkadaşları hatırlatayım: IŞİD, ABD savaş uçakları desteğiyle YPG tarafından yenildi. Tüm insanlık, Kürtlerin ödedikleri büyük bedeller sayesinde bu cihatçı katil sürüsünden böyle kurtuldu.”
IŞİD’in kim tarafından yaratıldığına dair tek bir yorum yok. Suriye’yi kimin abluka aldığına dair de. Suriye’nin toprak bütünlüğüne kimlerin göz diktiğine de değinmeyen Deniz, “IŞİD, ABD savaş uçakları desteğiyle YPG tarafından yenildi” diyor. IŞİD, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren ABD’nin döktüğü kanın bahanesiydi oysa. IŞİD’le mücadele adı altında ABD mühimmatı, askeri, uçakları Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdi. Sivil ve çocuk ölümleri mi? Deniz, “ne var bunda?” diyor:

“Elbette bu savaşta da bütün savaşlarda olduğu gibi çocuklar da öldü, başka masum insanlar da. Ancak bu ölümlerin, yıkımların sorumlusu yine IŞİD idi.

Sadece Rakka’da değil, yine YPG’nin savaştığı Kobane’de (Mayıs 2015 tarihli kendi fotoğrafım) ve Iraklı Kürt milislerin ve Irak ordusunun savaştığı Musul’daki görüntüler günümüzün Gazze’sine benziyordu (Temmuz 2017 tarihli Ahmad al-Rubaya’ya imzalı AFP fotoğrafı).
Keza Gazze’de ölümlerin, acıların birinci sorumlusu, kendi halkını rehine alan, ölen çocukları dünya kamuoyunda nezdinde kullanmaya çalışan Hamas’tır.

Kaldı kı, uluslararası savaş hukukunda ‘savaşta sivilleri öldürmek suçtur’ gibi bir ibare yoktur. Ne Dördüncü Cenevre Sözleşmesi (1949) ne Ek Protokoller (1977) sivil kayıpların yaşanmayan bir savaşın mümkün olduğunu zannedecek kadar naiftir.”

“Suruç, Ankara Garı, Atatürk Hava Limanı, Reina…“ demişti Yücel satırlarının başında. İki yılda, IŞİD’li teröristlerin üzerlerindeki bombaları patlatarak sivillerin öldürüldüğü daha onlarca örnek var Türkiye’den. ABD tarafından büyütülen, cihatçı bir terör örgütünden bahsediyoruz, hangi uluslararası savaş hukuku?

Solculara, devrimcilere, masum halka yönelik bu alçakça saldırıları “uluslararası hukuk” çerçevesine sığdırmaya çalışmak ayrı bir kabahat; ABD tarafından silahlandırıldığı itiraf edilen Rakka ile benzeştirmek ayrı bir körlük; savaşlardaki sivil kayıpları hele ki bu ülkenin insanlarına utanmadan normalleştirmek ise bambaşka bir kafa yapısı… “Kendi halkını rehine alma” kısmına girmeyelim bile…

Devam ediyor:

“Buna karşın uluslararası savaş hukuku, taraf olmayan sivillerin kasıtlı hedef alınması ve belli silahların kullanımını yasaklamakta, sivil kayıpları olabildiğince asgari sayıda tutmak için çaba sarf edilmesini buyurmaktadır.

İsrail, Gazze harekâtında uluslararası savaş hukukuna uyduğunu iddia etmekte. Bu iddiasına aykırı davrandığı taktirde eleştirilmeli. Zira, uluslararası savaş hukuku müdafaa hakkını tanır, ancak kimseye hangi koşullarda olursa olsun savaş suçu işlemesine hak tanımaz.”
İsrail ve savaş hukuku öyle mi? Günlerdir masum Filistinlileri bombalayan, özenle hastaneleri vuran, çocuk ve kadınların katili İsrail.

Ağzındaki bakla aslında şu Deniz’in:

“Mesela, İsrail’in iddia ettiği gibi Gazze’deki Şifa Hastanesi Hamas tarafından askeri üst olarak kullanıldıysa, orası meşru askeri hedeftir. Hamas’ın iddia ettiği gibi orası sadece hastane olarak hizmet veriyorduysa, İsrail Şifa Hastanesi’ne saldırarak savaş suçu işlemiştir.
Öyle ya da böyle soykırım bambaşka bir şeydir. Ve yine hukuki bir kavramdır. 1948’de BM tarafından kabul edilen sözleşmeye göre “soykırım, bir milletin, etnik veya dini bir topluluğun veya bir ırkın tamamını ya da bir bölümünü yok etmek amaçlı” yapılan kimi davranışlardır.

Yani rakamlardan ve yöntemlerden önce belirleyici olan kriter, etnik veya dini bir topluluğu yok etme amacıdır. Dolaysıyla İsrail’in Hamas’a karşı savaşırken işlediği olası savaş suçları dahi soykırım kapsamına girmez.

Öte yandan Hamas’ın 7 Ekim saldırısı soykırım kapsama girer. Zira, herhangi bir askeri hedef olmaksızın, sırf Yahudi oldukları sivilleri katletmek, sadece terör değil aynı zamanda soykırımdır. Hukuki tanımlamaya göre bunun için belirleyici olan ölü sayısı değil amaçtır.
Şiddete kurban giden her masum, hele ki her çocuk insani açıdan aynıdır; bunu inkâr etmek vicdansızlıktır. Ancak Hamas’in saldırısı ve İsrail’in Gazze harekâtında arasındaki hukuki, etik ve politik farkı görmemek en iyi ihtimalde şuursuzluktur.”

Bir analoji kurulacaksa IŞİD bahanesiyle Suriye’ye bombalar yağdıran işgalci emperyalistlerle, Hamas bahanesiyle Gazze’ye bombalar yağdıran işgalci İsrail arasında kurulsun! Hamas ile IŞİD’i benzeştirince elimize ne geçecek? Suyu bulandırmaksa maksat, o başka. Etik filan bir yana ama, bu değerlendirme gerçekten akıl, izan ve dünya düzenine bakış turnusolu!

“Bu zeminde her şey tartışılabilir: Sağ popülist Netanyahu ve faşist hükümet ortakları, İsrail hükümetin Hamas saldırısını kolaylaştıran ihmalleri, Bati Şeria’da uluslararası hukuku aykırı biçimde süregiden işgal, savaşta kullanılan yöntemler, savaş sonrası için tasavvurlar…
Hamas’ı tasfiye etme hedefinin sol bir bakışla meşru olup olmadığı değil gerçekçi olup olmadığı tartışılır. Hamas, herhangi bir barışın, uzun vadeli bir çözümün parçası olmayacağını 7 Ekim katliamıyla bir kez daha ne nihai olarak ispatladı; zaten bu yönde tek beyanı yoktu.
Ancak Hamas’ın tasfiyesi, Filistin sorunun çözümü olamaz. Ama kalıcı çözümün ön koşulluymuş gibime geliyor bana. Nasıl ki IŞİD’le herhangi bir barışın, müzakerenin mümkün olmadığı, daha iyi bir geleceğin yolu IŞİD’in askeri yöntemlerle tasfiye edilmesinden geçtiği gibi.”

Israrla Hamas’ın müzik festivaline saldırdığının kanıtlandığı iddia edilerek İsrail zulmüne meşruiyet taşınıyor. İsrail Hamas’tan meşruiyet almaya çalışıyor; tıpkı ABD’nin IŞİD heyulasından destek alarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmesi gibi.

Yücel’i yeniden hatırlatırken 2017’deki Almanya-Türkiye arası siyasi bir pazarlık iddiasından bahsetmiştik. Eğer doğruysa Yücel tam da pazarlık unsuruymuş!

KANLA SULA, DEMOKRASİNİN FİLİZLENMESİNİ BEKLE!

HEDEP Muş Milletvekili Sezai Temelli de “Eğer biz Kürt sorununu çözmüş, 2013’teki projeksiyonlara bağlı hareket etseydik, İsrail ne Filistinlilere saldırmaya ne de bölgedeki nüfusunu artırmak yönünde bölgeyi bu türden istikrarsızlaştırmaya cesaret edemezdi” demiş dün.

Ne büyük rastlantı!

“2053 planları geliyor karşımıza. Gerçekçi değil tabii, bu kadar belirsizliğin olduğu bir yerde, önümüzdeki 3 yılı bile göremediğimiz bir yerde 10 yılın planlamasını yapmanız büyük bir başarı olur. NATO yaptı, 2030 siyasi genişleme üzerinden projeksiyonu var ve biz bu projeksiyona karşı ne yapıyoruz? Hiçbir şey. ‘NATO’ya karşıyız’ diyoruz, NATO içimizden geçiyor, her şeyiyle içimizden geçmiş zaten.”

HDP, Finlandiya’nın NATO’ya üyeliğine onay veren teklifin Meclis’teki görüşmelerine katılmamış, ürkekçe evet demişti malum. Finlandiya’nın güvenlik kaygılarının meşru bulunduğu HDP tarafından savunulmuştu.

“Dolayısıyla, burada önümüzdeki 10 yılın hem NATO konseptiyle hem Çin ile hem Rusyası ile hem Afrikası ile bütün bu eksenlerde oluşturulması, üretilmesi gerekiyor ve burada belirleyici faktör tabii ki Kürt sorununun çözümünden, demokratik çözümden, dolayısıyla Suriye’nin demokratikleşmesinden, Irak’taki yapının istikrara kavuşmasından geçiyor.”

Temelli’ye yanıtımız saklı kalsın.

ABD silahlarıyla dümdüz edilen, kanla sulanan topraklarda “demokratik yaşam”ın filizlenmesini beklememiz mi öneriliyor yine bize?
İki ayda yaklaşık 12 bin Filistinli öldürüldü Gazze’de. Hayır, emperyalizm kovulmadan hiçbir coğrafyaya huzur da, istikrar da, barış da gelmez.