Darwin kuramı mı, yoksa Darwin-Wallace kuramı mı?

Bugün eğer Darwin tanınıp, Wallace unutulduysa bundan şu ders çıkartılabilir; bir şeyi bulmak yetmeyebilir, onu savunabilmek de gerekir.

Geçen yazımda bilim insanlarının ismiyle anılan bulgu ve yasaların kimi zaman o bilim insanının çalışma konusuyla ilgisizliğinden söz etmiştim. (1) Elbette bu istisnai bir durum; bilim insanlarının isimleri tarihe asıl olarak buluşlarıyla geçer. Ancak kimi zaman ismi önce bir buluşa verilip sonra çıkartılanlar da vardır. Konuya girmeden şunu söylemeliyim, bulgu veya yasalara verilen isimleri resmi olarak onaylayan bir kuruluş yoktur; isimler o alanda çalışan kişilerin kabulüne dayanır sadece. Örneğin önceki yazımda bahsettiğim Einstein Bulgusu, ilgili hekimler bu adlandırmayı kabul ettikleri ve kullandıkları için vardır; yarın başka bir isim kullanmaya başlarlarsa artık o geçerlidir.

1909 yılında ilk kez İsveçli Waldenström’un tanımladığı bir hastalığı hemen arkasından ABD’den   Legg, sonrasında da Fransa’dan Calve ve Almanya’dan Perthes birbirlerinden habersiz olarak yayınlamışlardı. Önceleri Legg-Calve-Perthes-Waldenström diye bilinen ve çocuklarda görülen bu kalça hastalığı bir süre sonra Legg-Calve-Perthes veya sadece Perthes olarak anılmaya başlanır. Günümüzde de böyle kullanılmaktadır. Bu isim düşmelerinde, bilim insanlarının o topluluk içerisindeki etkisi, daha sonra konuyla ilgili yaptıkları diğer çalışmalar veya bilim lobilerinin tercihleri gibi pek çok etken rol oynayabilmektedir.

Tarihin en büyük bilimsel keşiflerinden biri, belki de en büyüğü olan evrim kuramının da böyle bir öyküsü vardır: 1837 yılına gelindiğinde Charles Darwin evrim kuramını tanımlamış ve doğal seçilimin bu kuramın en önemli öğesi olduğunu keşfetmişti. Artık iş bulgularını bilim dünyası ile paylaşmaya kalmıştı ama Darwin’in tereddütleri de bu noktada başlamıştı. Öncelikle kilisenin ve diğer bağnaz dinci çevrelerin saldırılarından çekiniyordu. Daha önce konuyla ilgili bazı bulguları açıklamaya kalkan pek çok bilim insanı adeta linç edilmişti. İkincisi, araştırmalarının sonucunda geldiği nokta, bir anlamda kendisinin de reddi anlamına geliyordu çünkü çalışmasının başlangıcında ‘yaradılışı’ kanıtlamak gibi bir düşüncesinin olduğu sır değil; hatta Beagle gemisinin kaptanı Robert FitzRoy’un da benzer kaygılarla bu yolculuğu kabul ettiğini biliyoruz.

Neyse, Darwin bulgularını ve yorumlarını yazmaya başlar ve 1844 yılında 230 sayfalık kitabını hazırlar, sonra da bunu odasında kilit altına alır. Yukarıda bahsettiğim nedenlerle ancak ölümünden sonra yayınlanabileceğini belirtir.

O sıralarda dünyanın başka bir yerinde, Pasifik’te Alfred Russell Wallace da aynı konuda çalışıyordu. Aslına bakarsanız Wallace da bu konuya yıllarını vermişti ancak Darwin’e göre daha şanssızdı: “Wallace büyürken fakirdi ve hep zamanının bilimsel dünyasını oluşturan centilmenler kulübünün dışında kaldı. Gençliğinde bilimsel talihini aramak için gemiyle Amazonlar’a gittiğinde ülkesine dönerken gemisi yandı; binlerce örnek, birkaç canlı maymun ve rahat yaşam hayalleri de bu yangınla yok oldu. Wallace hiçbir zaman sabit bir iş bulamadı, hep kalemiyle hayatını kazanmak zorunda kaldı, yaşadığı muhafazakâr çağda yerinde duramayan bir hayal gücüne sahip bir bilim insanı için oldukça riskli bir durumdu bu; hatta düşük seviyeli bir test puanlayıcısı olarak çalışıp ek gelir bile sağlamaya çalıştı. (2)

Bunların tümü Wallace’ı geciktirse de sonunda o da doğal seçilim düşüncesine ulaşır. Ne yapacağını düşünürken bir mektupla bulgu ve düşüncelerini Darwin’le paylaşır. Mektubu okuyan Darwin dehşete düşer çünkü okudukları kendi sonuçlarıyla neredeyse birebir aynıdır. Ne yapacağını şaşıran Darwin, çevresine danıştıktan sonra hem kendi hem de Wallace’ın bulgularını dönemin Britanya’daki en iyi doğa tarihi topluluğu kabul edilen Linnean Society’ye sunmaya karar verir. Ve öyle de yapar; evrim kuramı artık Darwin-Wallace kuramı biçiminde adlandırılmaktadır. Bir yıl sonra da Darwin, kendi ünlü kitabını yayınlar.

Peki sonradan ne oldu da Wallace ismi düştü ve Darwin kaldı sadece? Elbette bu sorunun net bir yanıtı yok, olamaz da zaten ama kuramın açıklanmasından sonraki gelişmeler bir fikir verebilir. Tahmin edilebileceği gibi saldırılar hemen başlamıştı ve Vatikan saldırıların merkezi durumundaydı. İşte bu noktadan sonra Wallace geri adım atmaya başlar. Wallace, insanın vücut yapısının doğal seçme sonucu belirlendiğini öne sürmekle birlikte, zihinsel gücün gelişmesinde Darwin’den farklı olarak doğal seçimin dışında biyoloji dışı etkenlerin rol oynadığını söyler. Hatta daha sonra doğal seçilim konusunda genelleme yapılmayıp, sadece evcil hayvanlarda geçerli olabileceği noktasına kadar gelmiştir. Dahası, “doğa üstü güçlere başvurmadan insanı açıklamanın olanaksız olduğunu (3) bile söylemiştir. Bununla da kalmayıp, “bir yabancının kafasındaki çıkıntılara dokunarak karakterinin gizli yönlerini gördüğüne (frenoloji) inanmaya devam etti. Aşılamaya karşı verdiği mücadele ve spiritüalist medyumları safça savunması gibi frenoloji de, Wallace’ın kendini bilimsel kurumlara ve gelecek kuşaklara sevdirememesinin nedenlerindendir. (2)

Bugün eğer Darwin tanınıp, Wallace unutulduysa bundan şu ders çıkartılabilir; bir şeyi bulmak yetmeyebilir, onu savunabilmek de gerekir.

Bugünkü iki örneğin de gösterdiği gibi, hiçbir buluş sadece araştırıcıya bağlı değildir; toplumsal ve bilimsel gelişme buluşu gerektirdiğinde bunu yapacak bir bilim insanı muhakkak çıkar.

 

(1) https://gazetemanifesto.com/2023/alan-turing-yasasi-514732/

(2)https://evrimagaci.org/darwinin-golgesinde-kalmis-bir-dahi-alfred-russel-wallace-59,

(3)Kamözüt MC. Doğal Seçilim Yasasının Bulunuşu: Darwin ve Wallace’ın Yaklaşımlarındaki Farklar. Kaygı,12: 202-8, 2009.

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları
Bilim ve laiklik 1 Eylül 2024
Carmina Burana 18 Ağustos 2024