Hamas – İsrail çatışmasını, ikibin yıllık İsrail özleminin, konjonktürden de yararlanılarak, yavaş yavaş yaşama geçirilmesinin bir safhası olarak okumanın yanlış olmadığı kanaatindeyim. İsrail’in 14 Mayıs 1948 tarihinde resmi devlet olarak kuruluşunun, uzun süren özlemin ilk nüvesi olduğu gerçeği kabul edildiğinde, sürecin burada durmayacağı görülmeli idi. O kadar ki, 1994 yılında Shimon Peres ve Yaser Arafat ile birlikte Nobel ödülünü almış olan İzak Rabin’in, 1995 yılında Yigar Amin adlı koyu dindar ya da faşist (ne derseniz, deyin!) biri tarafından katledilmesi kapitalizmin tarihsel sürecine uygun girişim olarak görülmelidir. Zira Rabin, 1995 yılında Oslo’da İsrail ve Filistin devletlerinin birlikteliğini simgeleyen Oslo anlaşmasını imzalayarak, tüm iyi niyet ve insancıl yaklaşımına rağmen, bir yandan dincilik anlayışının iki bin yıllık özlemine, diğer yandan da kapitalizmin güç ve etki alanını genişletme sürecine ters kürek çekmişti. Oslo anlaşmasının tarihin akışına ters olduğu kanaatim insancıl ya da sol düşünce sistemi bağlamında değil, maalesef tam da bunun tersi, bağnaz dincilik ve kapitalist ulus-devlet çerçevesinde emperyalist amaçlara uygun olarak oluşmuştur. Başka bir deyişle, yaşadığımız sürece duygusal ya da insancıl beklentilerle değil de daha gerçekçi yaklaşım yapıldığında, yaşananların kapitalizmin devlet faşizmi ve dincilik anlayışı üzerinden çevreye yayılarak, sömürü alanını genişletip, bu inanç ve ideolojilerle yaşamını sürdürme dürtüsünün sonucu olarak görmekteyim.
Kapitalizm, tüm nesnel ortamı, yaşam koşullarımızı değiştirirken, ona paralel olarak algılamalarınızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı da değiştiriyor. Nesnel ve öznel koşullarda gerçekleştirilen bu değişim kapitalizmin software üzerinden hardware sisteminin işleyişini/çalışmasını sağlamaktadır.
İlk algılamayla Hamas suçlanabilir; sivillere saldırısıyla Hamas suçluluk damgasını yer. Ancak kuklalara değil kuklacıya bakarsak, daha farklı sonuçlara gidebiliriz. Büyük ustayı hiç unutmayalım; eğer bir olay görüldüğü haliyle gerçeği yansıtıyorsa, bilime gerek yoktur! Hamas, böylesi bir cehaleti, İsrail’in tarihe geçecek kadar şiddetli insanlık suçu işlemesini meşrulaştırılmaya yönelik yapmış olamaz mı? ABD’nin ünlü CIA’si, İsrail ünlü MOSSAD’ı yıllık bakıma mı girdi de, böylesi bir saldırıyı istihbar edemedi? Belki de “Allah’ın nimeti” zaman zaman her diktatöre nasip oluyor ve yolunu açıyordur!
Kapitalist devletlerin bekası ve sermaye dürtüsü ile yayılması laikliği dışlayan bağnaz inançlar, hamaset algısına dayandırılan savaşlara ve baskıcı faşist eğilimlere dayanır. Bu mantıkla denebilir ki, bir zamanların önerisi olan dünya devleti ya da dünya sosyalizmi oluşmadıkça ufukta insanlığa sulh ve sükûn yüzü gözükmemektedir. Aynı şekilde, laiklikten uzak ve bağnaz dincilik, insanlığı ezen hamaset duygusu yeryüzünden silinmedikçe ne barbarlık biter, ne de devlet baskısı ya da faşizm. Birbirini tetikleyen ve besleyen böylesi eğilimler var oldukça kapitalizm de var olacak ve Rosa Lüksemburg’un öngörüsü gerçekleşecektir; insanlığın sonu ya sosyalizm ya da barbarlık olacaktır! Zira kapitalizm öyle bir sistemdir ki, insanı varsıllığa öykündürürken, aynı anda diğerlerini dışlayacak tarzda bireyselleştirir. O zaman, nasıl olduğu dahi araştırılmadan elde edilen gelir de, yoksulluk ortamında üzerinde oturulan büyük servetler de hem malikinin vicdanında, hem de aç ve sefil komşunun nazarında meşruiyet kazanır. Çünkü güç ayrıştırır, güçlülük ise gücü meşrulaştırır. Filistin karşısında İsrail varsıllaştıkça genişler, bu durum meşru ve insanî değildir, fakat kapitalizm etkisinde beyni çürümüş insanlık bu durumu açıkça savunmasa da, duruma seyirci kalmayı yeğler. Çünkü ilk ağızda kulağa hoş gelen sloganın aksine dünya beşten büyük değildir, gerecekten değildir! O beş’in beşte biri dahi, tüm geri kalanları satın alabilir. Hatta satın alınanlar da yarın aynı fırsatı elde ettiklerinde aynı şeyi yaparlar. Kapitalist mantık budur; bu mantık insanlık kılıfı görüntüsünde ilkel vahşiliğini yaşar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci yüzyılını devirirken, anlaşılan onuncu yıldaki coşkuyu dahi yakalayamıyoruz. Gerek bugün içinde bulunduğumuz durumun anlaşılabilmesi, gerek gidişatın tanısı, geleceğin hesaplanabilmesi ve öngörülebilmesi açılarından kuruluş koşullarının olduğu kadar, geçen yüzyılda kapitalist dünya ile yaşananların algılanması ve yorumlanması da önemlidir. Cumhuriyet’le övünmenin olduğu kadar, yüz yılın sonunda dövünmenin de sebeplerinin yüzyıl içinde yaşananlarda aranması gerekir. Osmanlı yıkılırken, ekonomi-politik alanı kuzey komşuya kaptırmadan kapitalist dünyada bir devlet inşasının kapitalist dünyaya mı, yoksa bizzat yeni devlete mi hayırlı olacağını kuruluş esasları kadar, ondan da öte bir asır boyunca yaşanan süreç belirleyecekti. O nedenle, Devletçilik ve savaş dönemleri dışında kalan sahada ülke ekonomisinin merkez ülkelerle/emperyalizmle dansının tüm hamaset ve duygusal algılamalardan arınmış olarak iyi okunması gerekir. Kuruluşunda, birinci sanayi aşamasının dahi gerisinde yarışa başlayan genç Cumhuriyet’in, aradan koca bir asır geçmiş olmasına rağmen, bugün buralarda devinmesinin hangi alandaki başarı ya da başarısızlığın sonucu olduğu meselesi, ülkenin emperyalizmle etkileşiminin irdelenmesiyle anlaşılabilir. Böylesi etkileşim izlerinin küresel ya da çevresel ekonomik koşullar bağlamında olduğu kadar, bizatihi merkez dokunun ülkeyi etki altına alma çabalarının da sonucu olduğu görülmelidir.
Türkiye birinci güçlü sanayileşme hamlesini Devletçilik döneminde yaşarken, emekçilere sermayede ve kararda söz tanınmamış olması sistem yolunun çizilmiş olduğunun göstergesidir. 1930’larda kapitalist dünyada ikinci derin krizin yaşanıyor olması nedeniyle, ülke üzerine emperyalist gölgenin düşmemesi ekonomik ve sosyal açıdan avantajdı, ne var ki, bu avantajdan ekonomi alanında yararlanılıp, sosyal alanın ihmal edilmesi sistem açısından girilen yolun göstergesi olarak bugünleri işaret ettiği düşünülmelidir. Gövde büyürken, maalesef, beynin gelişememesi!
İkinci Paylaşım Savaşı ertesinde yaşanan Altın Çağ, Avrupa sermayesini kalkındırırken, halkımızın taptığı 1950 politikalarıyla Türkiye’yi moratoryuma sürüklemiştir. Rosa Lüksemburg türü ticari emperyalizmden hayli hırpalanan ülke, planlama ve korumacı politikalarla ikinci sanayi hamlesini yaptı. Bu aşamada da montaj emperyalizmi ve içte palazlanan patronların dikensiz gül bahçesi talepleri ülkeyi ikinci sınıf, verimliliği düşük bir sanayi yapısına mahkûm etti. 1980’lerde, korumacı sanayi yapısının olumsuzlukları ülkenin sıcak para uyuşukluğuna savrulmasına yol açarken, dönemin politikacısı başa taç edilerek, sevgiyle kucaklandı. 2000 IMF – Derviş programı da adeta AKP iktidarı için biçilmiş kaftan işlevi gördü. Bu programla, ülke krizdeki merkez sermayeye piyasa işlevine soyundurulurken, neo liberal emperyalizm güdüsü altında çok uluslu şirketlerle girişilen plansız programsız yatırım programlarıyla gelecek nesilleri de bağlayacak mali sorumluluğa sürüklendi. Bunun sonucunda, içte hızla gelir dağılımı bozulurken, ülke kaynaklarının da hızla dış ekonomilere transferine yol açıldı.
Kapitalizmin altın kuralıdır; sömürü ya da sair yollarla varsıllaşan ülkeler büyür ve etrafını yağmalayarak ülkesine katar. Bu bir başarı mıdır, bilemiyorum! Diğer yandan, emperyalizmle işbirliği içinde ülkesine geçici sahte parıltılar yaratarak, kendi siyasi bekasını ülke bekasının önüne alarak ayakta kalmaya çalışan politikacılarla yoksullaşan ülkelerin ise, uluslararası camiada hak ettikleri yeri alamadıkları hazin bir tarihsel öğreti olarak önümüzde durmaktadır.
Halkı yoksullaştırarak sadaka kültürü üzerinden siyasi bekasını ülke bekası önüne koyan iktidarlarla değil de, halkın refahını yükselterek ülke bekasını hedefleyen iktidarlarla geleceğimizi garanti altına alacağımıza inanarak, ileride daha müreffeh Cumhuriyet kutlamaları yapma arzu ve düşüncelerimle, Cumhuriyet’imizin yüzüncü yılında halkımızın Cumhuriyet Bayramını kutluyorum!
Bu haber en son değiştirildi 24 Ekim 2023 10:11 10:11
ABD'de Biden'ın Ukrayna'ya uzun menzilli ATACMS füzelerini kullanma iznini vermesi sonrasında Cumhuriyetçilerden sert tepki geldi.…
15 Temmuz Darbe Girişimi’nin ardından Kızılay’a satışı gerçekleştirilen ve değeri yaklaşık 100 Milyon TL olan…
Eski Almanya Başbakanı Angela Merkel, yeni kitabında Donald Trump’ın baş başa görüşmede Trump’ın kendisine Doğu…
İstifa çağrılarına yanıt veren Sağlık Bakanı Memişoğlu, "Bebeklerimizin ölümüne engel olan bir kişiye niye istifa…
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, yasadışı bahis suçlamasıyla tutuklu olan 5 sosyal medya fenomeni hakkında 1 yıldan…
Sinan Ateş Davası’nda abla Selma Ateş'e yönelik saldırıyı azmettiren Servet Bozkurt'un, Ankara’da iki cinayet işlediği…